11 Mayıs 2019 Cumartesi

AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, KÜFREVİZADELER VI, İlhami NALBANTOĞLU

                   KÜFREVİZADELER-VI
      Yirminci yüzyılda ise Batı ülkeleri Müslüman Türksüz bir Anadolu istemektedir. Serv’in amacı budur. Onlara göre, Anadolu, Ermeni, Rum ve Yahudilere yakışır. Türkmenler ve Kürtler gibi Müslüman halk zamanla erimeye terk edilmek suretiyle yok edilmelidir.
      İşte Lozan’ın, bu milletin hayat damarı oluşu buradadır. Batı’nın, Anadolu’nun Müslüman halkına duyduğu bu psikolojik kin, asgari bin yıllık bir birikimin tezahürüdür. Bu günkü Türk Milletinin başına sarılmak istenen problemler için, tarihe doğru bir yolculuk yapılması yarar sağlayacaktır. Böylece gençlerimiz yarınlarını daha aydınlık görme fırsatını bulacaklardır.
      İSTANBUL’UN FETHİ
Fatih Sultan Mehmet İstanbul'a Girerken
      Bölücü tahrike kapılan Doğulu ve Batılı gençler, önce Müslüman dinine yönelik tehlikeyi görüp iyi düşünmelidirler. Selçukluların parçalandığı, İslam aleminin korumasız kaldığı bir dönemde İslam’ı Hıristiyan-Kuzey ve Hıristiyan-Batıya karşı kim koruyabilirdi.
      İslamın bayraktarlığını üstlenmiş bu milletin Anadolu’da varlığını sürdürmesi için İstanbul’u alması, İstanbul’da kalabilmesi için de Avrupa’ya geçebilmesi gerekiyordu. Bunun içindir ki, İstanbul’u alan asker müjdelenmiş ve Fatih milleti, arkasındaki askeri ile birlikte Peygamber efendimizin duasını almıştır.
      Elbette ki bu ordu Türkün sadece Türkmen unsurundan meydana gelmiyor, diğer Müslüman tebaa ile birlikte Kurmançca konuşan Müslümanlar da Şehadet Sancağı’nın altında yer alıyorlardı.
      Fatih’in Hocası da, sonradan Şeyhülislam olan, Diyarbakır yöresinin Guran Kasabasından olan Şemseddin Ahmed Molla Gurani idi. Kendisinden ancak 16 yaş büyük olan Gurani, Fatih’in tahsil ve terbiyesinden sorumluydu. Fatih’in yetişmesinde büyük katkıları olmuştur.
      O Fatih ki, Müslümanlığın en büyük koruyucusu olan Osmanlı Devletini Avrupa’ya taşımıştır. Fatih’in karşısında tutunamayan Hıristiyan alemi, her türlü sinsi planı uygulamaya koyarak, bu büyük insanı Orduy-ı Hümayın sefer halindeyken, aslen Venedikli bir Yahudi olan ihtida etmiş, Padişahın özel hekimlerinden ve müşavirlerinden Vezir Yakut Paşa’ya zehirlettirerek öldürtmüştür.
      Bu hıyanet için Hıristiyan alemi Yakup Paşa’ya 35.000 duka altın ile kendisi ve erkek tarafından devam edecek torunlarına Venedik vatandaşı olma ve bütün vergi ve mükellefiyetlerden muafiyet hakkı vaat etmiştir. Ancak, hıyaneti fark edilen Yakup Paşa, Türk askeri tarafından ordugahta param parça edilmiştir.
      Altı yüz yıl bu milletin evlatları şu boydan bu boydan demeden, Allah rızası için  kanı ve canı pahasına  İslam alemi için cepheden cepheye koşmuştur. İslam’ın beyni ve kılıcı olmuştur. Bu ortak şanlı maziyi hatırlamamak gaflet ve inkarcılık olur, vebali büyüktür.
      Şüphesiz Osmanlı’nın da bayrağı devraldığı bir güç vardı. Bunun şerefi de milletimize aittir. Abbasi ve Emevi dönemlerinden sonra, Selçuklular adeta ilahi bir emirle Ortadoğu’da İslam’ın müdafaasına memur edilmişlerdi. 
İslam’ın birliği sağlanmış, iç ve dış düşmanları bertaraf edilmiş, boy ve taassubu güdülmeden ve kavmiyetçiliğe düşülmeden bu milletin bütün evladı Haçlı ordularına karşı, Haçlı seferlerine sinelerini siper edip tertemiz kanlarını bu topraklara dökerken, Anadolu’da dinimizin ve kültürümüzün kök salmasını sağlamışlardı.
Dr.Kasım KÜFREVİ
Bu kültürü alan insanımız, Osmanlı’nın her kesiminde ve dönemlerinde geçerli olan ilmi ve edebi eserler vermişlerdir. Şüphesiz bu aydınlar, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yetişmişti. Bunların arasında,  Ali Hariri, Fakii, divan ve mevlit yazmış olan Hakkarili Molla Bate, İdris-i Bitlisi, Şeref Han,  divan şairlerinden Ahmed Hani,  Baba Tahir Üryan, Mahvi Ahi, Salim Sahipkıran, Mustafa Bey Kurdi, Karacehennem Yezdi, Abdurrahman Bey Şeyhizzari Mevlevidir.

      Ayrıca Mustafa Halit Zehiri, Resul Zeki, Osmanlı mülkünün diğer kesimlerinde yetişmiş olanlar kadar bizimdirler. Fuzuli’nin, Nabi’nin, Baki’nin olduğu gibi bunların da varisidir.
      Bu kıymetli zatları inkar etmeyi anlamsız bulurum. Bu mücevherler kimlerden ders aldılarsa ve kimleri yetiştilerse, onlar da bizimdir. Bunları senin ve benim diye parçalamanın anlamı yoktur. Bunların hepsi bizim ve hepimizindir. İnkarcı ve inhisarcı oymamalıyız.
      Bugün de durum aynıdır. Milletimizin başında özellikle emperyalist ülkelerin yaratmaya çalıştığı çeşitli tehlikeler ve ikinci derecede de çeşitli sorunlarla meşgul edip kışkırtma politikaları vardır. Bunlardan birisi Batı’dan, diğeri ise Kuzey’den tehdit etmektedir. Varlığını sağlıklı korumak isteyen her ülke, Müslüman Türk milletine gücü nispetinde destek olmalıdır.
      Ben bu kısa sohbetimizde komşularımızı ve özellikle Müslüman komşularımızı ele alıp geniş tahlillere girmek niyetinde değilim. Esasen görünen köy kılavuz istemez. Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin halkına seslenerek demek isterim ki, Türk milletinin bölge ve zümre gözetilmeksizin menfaati birdir. Bu ortak menfaat, milli birlikten geçer.
      Bu noktada rahmetli dedemin bize bir vasiyet ve nasihatini aktarmak isterim. O, Kürtçülüğü fanatiklik ve tehlikeli bir macera olarak görürdü.
      Kürtlerin kaderinin Türklerle ortak olduğunu belirtirdi. Türk milli birliğinin dışında bir Türklük düşünmezdi ve bize önermezdi. Biz Türk milletinin İslami unsurlar arasında Tanrı’nın takdirine mazhar olmuşluğuna inanırız.
      Esasen ben bir din adamıyım. Görev alanım ve fonksiyonum farklıdır. Ne var ki,  dinsiz imansız teröristlerin karşısına bugün biz çıkmaz isek, yarın bu iş çok daha güç olacaktır. Her memleket evladı bu mücadelede kendini sorumlu hissetmelidir. Esasen, kanaatime göre müstakil bir Kürt kültürü yoktur.
      Türk kültürünü milletçe paylaşmışızdır. Nasyonal hareketler Türk milletine girince,  birçok ortak değerler zedelendi. Bir kısım ortak kültür değerlerinin milli birlikte arzettiği hassasiyetler vardır. Bir kısım kültür müesseseleri millet hayatında denge unsurladır. Din bunların başlıcasıdır.
      Türkiye’de Kürtçülük fanatik ve sınırlı kadrolar halindedir. Bu tür bölücü fikirler halkı zehirlememiştir. Komünist Kürtçülerin halkta taraftar bulamayışları, halkın iman sahibi oluşu ve Kürtçülerin ise Marksist, yani materyalist ve dinsiz oluşundandır.
      Ayrıca, İslamiyet’e samimiyetle inanmış Doğu halkı, İslamiyet’in reddettiği kavmiyetçiliğe  ve nasyonalist bölücülüğe itibar etmez. Müslüman halkın gönlünde Allah’ın rızasına nail olma vardır. Bu da takva ile olur. Yani amel ve imanla olur. Ölçü budur.
     Aydınlarımızda da büyük vebal vardır. Mahiyetini inceleyip öğrenmedikleri müessese, olay ve şahıslara gelişigüzel teşhis koyuyorlar. Bugün münevver tabakasına girmiş pek çok kişi tasavvufu ve tarikatı gerçeğine uygun olarak bilemiyor.
      Yanlış teşhis, yanlış yayına yol açıyor. Yanlış yayın hatalı mesajlar veriyor. Bu mahsurlu mesajı alan bürokrat, afaki teşhisler koyuyor. Bunlardan millet zarar görüyor. Bir taraftan yaşanılan gerçek apayrı bir olay, diğer tarafta aksettirilen durum var ki, gerçekle ilgisi yok. Bu hususla her millet evladının tek tek ilgilenmesi gerekir.
     
Mustafa Kemal ATATÜRK
Bölücü organizasyon gerçekleri ustalıkla çarpıtmaktadır. Hasso Brotelli, Doğulu ve Batılı herkesin çok iyi tanıdığı bir eşkiyadır. Bunun şekafetini milli kahramanlık olarak gösteriyorlar. Nitekim Şeyh Şamil Kafkasya’da İslamın bayrağını, küfrün zulmüne karşı yüceltmiştir. Onun mücadelesini de kendi emellerine alet etmek istiyorlar.
      Yapılan bir hata da, milletlerin milli liderleri ile halkın inançlarını ayrı kamplarda göstermektir. Hiçbir lider milletlinin hasletlerini, manevi değerlerini inkar ederek liderliğe yükselemez. Liderliğe yükselmiş bir kimse ile halk arasında çelişkilerin varlığı ileri sürülüyor ise, muhakkak ya lider çarpıtılıyor, veya halk çarpıtılıyordur.
      Yani araya hain parmaklar nifak sokmuştur. İşin bu tarafı apayrı bur husustur ve ayrı bir sohbet konusudur. Biz Eyyubi, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde kader birliği yapmış milletimizin Cumhuriyet dönemindeki seyrine dönelim.
 ATATÜRK VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ
      Tarihçilerimiz çok kere Kuvay-ı Milliye’nin Batı Anadolu’dan başladığını yazarlar. Doğrusu Kuvay-ı Milliye’nin Doğu ve Güneydoğu’dan başladığıdır. Yine tarihçilerimize göre, Kuvay-ı Milliye ilkin Yunan ve İngiliz kuvvetlerine karşı verilmiştir. Doğrusu, bu mücadelenin Rus ve Ermenilere karşı verilerek başlatıldığıdır. Ayrıca Kuvay-ı Milliye zannedildiği gibi 1919’da değil, bu tarihten çok önce başlamıştır. Halkın organize olduğu, bazen düzenli ordunun yanında ve bazen de müstakilen düşmanla savaşan ilk Türk milisleri aşiret alaylarıdır. Ruhları bütün Kuvay-ı Milliye şehitleri ile birlikte şad olsun.                                                                          devam edecek…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ilaminal71@gmail.com