30 Temmuz 2019 Salı

AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, BİTLİS'TE HAİN SALDIRI, İlhami NALBANTOĞLU


BİTLİS’TE HAİN SALDIRI 
BİNBAŞI ZAFER AKKUŞ ŞEHİT EDİLDİ


Binbaşı Zafer AKKUŞ
     Sorumluluk  bölgesindeki güvenlik korucularını kontrol etmek amacıyla merkeze bağlı Çalıdüzü Köyü bölgesine giden Binbaşı Zafer Akkuş'un içinde bulunduğu sivil araca  teröristler tarafından  roketli bir saldırı düzenlendi.
      Saldırıda ağır yaralanan  Binbaşı Akkuş, kaldırıldığı Bitlis Devlet Hastanesinde şehit oldu. Saldırı sonrası bölgede hava destekli geniş çaplı operasyon başlatıldı.
      Milli Savunma Bakanlığı, Pençe-2 Harekâtı kapsamında Irak kuzeyinde teröristlerle çıkan çatışmada 1 askerin daha şehit, 5'i hafif 6 askerin de yaralandığını açıkladı.
      Yapılan yazılı açıklamada:
Cenaze Töreni
"Pençe-2 Harekâtı kapsamında 19 Temmuz 2019 tarihinde Irak kuzeyinde  teröristlerle çıkan çatışmada 1 kahraman silah arkadaşımız şehit olmuş 5'i hafif olmak üzere 6 kahraman silah arkadaşımız da yaralanmıştır.
      Bölgedeki operasyonlara hava destekli olarak aralıksız devam edilmektedir. Bizleri derin bir acı ve üzüntüye boğan bu olayda hayatını kaybeden aziz şehidimize Allah’tan rahmet, kederli ailesine ve Türk Silahlı Kuvvetleri ile asil milletimize başsağlığı ve sabır, yaralılarımıza da acil şifalar dileriz."

1 Temmuz 2019 Pazartesi

MUZAFFARAD, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU


MUZAFFARABAD      
Sol Başta İlhami Nalbantoğlu, ortada Pervez Müşerref ve diğer görevliler
      Türkiye Cumhuriyetinin geleceği konusunda hain planlar hesabı içinde  olanlar, planlı bir biçimde devletin en hassas yerlerine yavaş yavaş sızıyorlardı. Yönetim kademelerinde bulunanlar, bu hain kadroların her isteğini yerine getirdiklerini kendileri açıklamaktan imtina etmiyorlardı. İhanet öylesine ileri bir noktaya gelmişti ki, Devletin kozmik sırlarının bulunduğu mekana girmek bile sıradan bir işmiş gibi kabul ediliyordu.
      Kamuda hizmet veren görevliler bizden olanlar ve olmayanlar diye hiçbir endişe duymaksızın   ikiye ayrılıyordu. Deneyimli ve liyakatli bürokratlardan bizden değil sınıfına girenler birer birer görevlerinden alınıyor, yerlerine ihanet çetesinin deneyimsiz ve liyakatsiz elemanları getiriliyordu.
      Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin önemli bir bakanlık koltuğunda oturan ve sonradan bu ihanet çetesinin bir elemanı olduğu ortaya çıkan, ne idüğü belli olmayan şahıs, ipini koparmış  vahşi bir canavar gibi, kendilerinden olmayan liyakatli bürokratları kıyma makinesinde kıyar gibi ekarte ediyor, kendi kadrolarına yer açmak için  her türlü melaneti yapıyordu.
      Sıranın bana geldiğini anlamıştım, eninde sonunda görevden alınacağım ayan beyan görünüyordu.  Tayini Ankara’dan Erzuruma çıkan yandaş bir yargıcı benim başında bulunduğum birime atamışlardı. Göreve başlar başlamaz, çevreye benim yürüttüğüm göreve atandığı dedikodularını yaymaya başladı. Benim birimimde çalışan elamanları birer birer çağırıyor, ilgili ilgisiz sorgulamalarla taciz ediyordu. Artık, bugün, yarım alınırım diye gün sayıyordum. Bu arada da her olasılığa karşı önlem  olarak açacağım dava dosyasını hazırlamıştım. Görevden alındığım günün ertesinde önceden hazırladığım dava dilekçesi ile yasal hakkımı aramak için ilgili mahkemeye başvurarak dava açtım.
      Yürekli bir bayan yargıç davama bakıyordu, iki ay sürmedi, davayı kazanıp görevime döndüm. Ancak, idare prensip olarak  beni aynı görev yerine eşit koşullara sahip başka bir göreve atadı. Haklarımda bir mağduriyet söz konusu olmadığı için verilen yeni görevime itiraz etmeden başladım.
      Göreve başladığım birimin başındaki Genel Müdür beni temkinli karşıladı, ne görev verdi ne de dışladı. Tavır ve davranışlarımı bir süre inceledikten sonra, belki işine yararım diye, kendince altından kalkamayacağımı zannettiği oldukça ağır bir ödevle görevlendirdi ve bir de süre verdi.
      Yüklendiğim görev, çalıştığım birimin, günün koşullarına göre daha modern ve daha işlevsel bir yapıya kavuşturulması için yeni bur kuruluş kanunu hazırlamaktı.
      Gece gündüz demeden harıl harıl çalışarak verilen sürenin daha yarısına gelmeden istenen “Kuruluş Kanunu Taslağı”nı hazırlayarak kurumun toplantı salonunda tüm çalışanların huzurunda bir görsel sunumla anlattım.
      Başta Genel Müdür olmak üzere, tüm izleyenler şaşırıp kalmışlardı. Genel Müdürün de benim hakkımdaki olumsuz ve ön yargılı tavrı  değişmişti. Bu sınavdan sonra yavaş yavaş günü birlik görevler vermeye başladı. Ben de aldığım maaşın hakkını verdiğim için huzur içinde görevimi yapıyordum.
      08 Ekim 2005 tarihinde Pakistanın Keşmir eyaletinde Richter ölçeğine göre 7,6 büyüklüğünde bir deprem meydana gelmişti.
      Yerel saat ile 08:50’ de gerçekleşen depremin etkisi Pakistanın 34,43 kuzey, 03,54 doğu bölgelerinde ve yerin 10 km altında olmak üzere yaklaşık 30.000 km2’ lik bir alanda hissedilmişti. Bu depremde  Depremin ardından ortaya çıkan yıkıma ülkenin yerel olanaklarıyla müdahale edilmeye çalışılmış ancak durumun vahametinin anlaşılması üzerine uluslararası yardımın kabul edileceğine dair bir açıklama yapılmıştı.
      Bu  açıklama üzerine uluslararası arama-kurtarma ekipleri bölgeye hareket etmişlerdi.  Arama Kurtarma ekiplerimiz olay yerine ilk ulaşan ekip olarak tüm dünyanın ilgisini üzerine çekmişti.
      Ardından  Japonya, İngiltere, Fransa, Almanya, Çin, Rusya, Hollanda, Singapur, Kore, Yunanistan ve Polonya gibi ülkelerin arama kurtarma ekipleri de bölgeye ulaşmışlardı.
      Bu deprem, yaklaşık 86 000 kişinin ölümüne, yüz binlerce kişinin yaralanmasına ve milyonlarca insanın evsiz kalmasına neden olmuştu.
      Pakistan’ın dost ve kardeş bir ülke olması münasebetiyle Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti olarak duyarsız kalınamayacağı için,  o tarihe kadar dünya ölçeğinde “Yardım alan ülkeler” kategorisinde yer  alan Ülkemiz, artık “Yardım yapan ülkeler” kategorisine yükseldiğinden Dost ve kardeş Ülke Pakistan’a olanaklar ölçüsünde en yüksek yardımı yapabilmek için Ülke genelinde bir “Yardım Kampanyası” başlatıldı.
      Genel Müdür, beni çağırarak bu ulusal kampanyanın koordinatörlük görevini benim yapacağımı bildirdi. Ülken adına bu onurlu görevi severek yapacağımı ve bundan gurur duyacağımı belirterek “bismillah” diyerek işimin başına döndüm.
      Kurtuluş Savaşı’nda olanakları ölçüsünde Türkiye’nin yanında yer alan dosta ve kardeş ülke Pakistan’ın bu zor gününde vefalı Türk insanı
elinden geleni en iyi bir biçimde yaparak büyük bir başarıya imza attı. Üç ulusal bankada hesap açmış ve bunu ilan etmiştik, yurt içinden ve yurt dışından büyük miktarlarda bağışlar yapılıyor ve tüm bu işlemlerin koordinatörlüğünü yürütüyordum.
      Kampanya çığ gibi büyürken, Hükümetimiz bu kaynağın Pakistan'a ne şekilde yansıtılacağı konusunda bir karar verme çalışmaları yapıyordu.
      Bu çalışmaların sonucunda, depremden en çok zarar gören Muzaffarabat Kentindeki tüm kamu konutlarının yeniden inşa edilmesi olarak yapılması
kararlaştırılmış ve kısa bir süre içinde ihalesi yapılıp, inşaat başlatılmıştı.
      Kaba inşaat bitmek üzereyken, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanımız incelemelerde bulunmak üzere Pakistana gidecekti. Kurum olarak önceden olay yerine gidip gerekli ön araştırmaların yapılması gerekiyordu. Genel Müdür, beni çağırarak incelemelerde bulunmak üzere Pakistana gidecek Heyete benim başkanlık etmem gerektiğini belirtip yeni bir görev verdi.
      Oluşturulan ekipte, bir Müsteşar Yardımcısı, bir Uzman Yardımcısı, inşaat firmasının bir mühendisi ve Türkiye Diyanet Vakfından birkaç görevli vardı.
      Heyet olarak Türk Hava Yollarının uçağıyla İslamabad Hava alanına indiğimizde bizi inşaat firmasının görevlisi karşıladı ve konaklayacağımız otele gidip yerleştik.
      Konakladığımız Amerikan oteline biz gitmeden 15 gün önce bombalı bir saldırı olmuş onlarca insan ölmüştü, bu nedenle bayağı tedirgin olmuştuk. Aksi gibi biz Pakistan’dan ayrıldıktan sonra gene bombalı bir saldırı oldu ve 7-8 kişi yaşamlarını yitirdi.
      Aynı günün akşamı Türkiye Cumhuriyeti Pakistan Büyükelçimiz Sayın Murat Soysalın Büyükelçilik Konutunda verdiği yemeğe katıldık.
Elçiliğin deneyimli aşçısı bize  Türk Mutfağının birbirinden güzel  yemeklerinden seçkiler sundu. Karşımızda genç ve donanımlı bir Büyükelçi gördüğümüz için Ülkemiz adına gururlandık.
      Ertesi gün  İslamabaddaki bir inşaatı gezecektik, Heyet olarak incelemelerde bulunurken birden karşımızda Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerrefi bulduk.  Beraberindeki görevlilerin sayısı 3-5 kişiyi geçmiyordu. Amerikalı bir görevlinin çevredeki insanları gözleriyle didik didik ettiği gözlerden kaçmadı.
      Pervez Müşerref ile tanışma ve konuşma fırsatımız oldu. İyi derecede Türkçe biliyordu, İstanbul’da kalmış ve koyu bir Beşiktaş taraftarı olduğunu bildiğimiz için sohbetimizin ana konusu Türkiye ve İstanbul olmuştu. Birlikte anı fotoğrafı çektirmeyi ihmal etmedik.
      Ertesi gün esas görev başlıyordu, Muzaffarabada  gidilecek inşaatı devam eden resmi konut binalarının durumu yerinde izlenecekti.
      Muzaffarabad, Kaşmir Bölgesinde olduğu için,  olayların hiç eksilmediği, sorunlu ve riskliydi.
      Heyetteki bazı arkadaşlarımız bu riski göze alıp gelmeye cesaret edemediler. Sabah çok erken bir saatte ben ve Müsteşar Yardımcısı olan ekip arkadaşım ile inşaat firmasının görevlisi mühendisle 5-6 saat sürecek olan Muzaffarabad Kentine doğru yola çıktık.
      Bir süre gittikten sonra Kaşmir Bölgesine yakın bir yerde inanılmaz bir trafik sıkışıklığı ile karşılaştık, bir süre sonra da yol tamamen tıkandı. Yolu tıkayarak bir protesto gösterisi yapılıyormuş meğer, şans işte bize denk geldi.
      Vakit öğlen saatine doğru geliyordu, güneş en kızgın ışınlarını gönderiyordu, korkumuzdan arabadan çıkamıyorduk. Kan ter içinde kalmıştık. Etrafımız Pakistana özgü aşırı süslenmiş kamyonlarla çevrilmişti. Tüm insanlar yerel giysileriyleydi. Ben ve  arkadaşım kravatlı ceketli olduğumuz için nefes almakta bile zorlanıyorduk.
      Çevremizde hiçbir yerleşim alanı yoktu, ıssız bir yerdeydik, dayanma gücümüz tükenince mecburen dışarı çıkıp havalanmak zorunda kaldık. Giysilerimizle oraya aykırı kişiler olduğumuz herkesin dikkatini çekiyor ve tuhaf bakışlara maruz kalıyorduk.
      Bulunduğumuz alandan Ganj Nehrinin bir kolu geçiyordu, üzerinde kocaman bir demir köprü vardı. Köprüden bir süre Ganj Nehrinin çamurlu ve kutsal sayılan sularını izleyerek zaman geçirmeye çalıştık.
      Aşırı sıcaktan buram buram terliyorduk, yanımızda ne bir şişe su ne de yiyecek bir ekmek kırıntısı  vardı. Kimseden yiyecek bir şey istemek gibi düşüncemiz de olmadı.
      Yaklaşık olarak iki saat kadar orada trafiğin açılmasına bekledikten sonra birden yolun açıldığını gördük ve yolumuza devam ederek Muzaffarad Kentine geldik. Enkaz halinde gördüğümüz kentin merkezi yerinde Devletimiz tarafından inşa edilen kamu binalarının yapımı tamamlanmış kaba inşaatını görmekten duyduğumuz gurur, yolda karşılaştığımız tüm olumsuz düşüncelerimizi bir anda silip attı.
      Vakit daralıyordu,  geldiğimiz yolu geceye kalmadan geçmemizin gerektiğini düşünerek hemen İslamabada dönmek için yeniden yola koyulduk.
      Gece yarısına doğru otele gelebildik,  oldukça yorgun düşmüştük, ertesi gün yoğun bir program bizi bekliyordu.
      Kısa bir sürede incelemelerimizi tamamladık,  dönüyorduk uçağımız Karaçiden kalkacaktı,  Büyükelçi ile vedalaşırken Karaçi’ye uğrayacağımızı öğrenince, Konsolosluktan Ankara’ya gitmesi gereken  kriptoları götürmemizi rica edince, Konsolosumuz Sedat Erden Bey’den  alarak Ankara’ya geldik, emaneti Dışişleri Bakanlığı görevlilerine teslim ettikten sonra eve döndüm…