30 Kasım 2017 Perşembe

AHLAT TARİHİ ALAN BAŞKANLIĞI, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU

AHLAT TARİHİ ALAN BAŞKANLIĞI
UNESCO DÜNYA KÜLTÜR MİRASI LİSTESİNE
ALINMASI İÇİN
BİR AN EVVEL KURULMALIDIR…
     Ahlat ve çevresi tarihi ve kültürel eserlerin UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınması
Dünyanın En Büyük İslam Mezarlığı
süreci 30 yıla yakın bir zamandır süregelmektedir. Bu konunun Türkiye tarafı muhatabı  Kültür ve Turizm Bakanlığı’dır.
Bu bakanlık, Ahlat’ın UNESCO’nun “Geçici Listesi”ne alındığını, asıl listeye alınmasının beklendiğini açıklamaktadır. UNESCO tarafından yapılan açıklamalarda, Türkiye’nin üzerine düşen koşulları yerine getirmesinin beklendiği belirtilmektedir. Bu koşulların başında da “Ahlat Tarihi Alan Başkanlığı”nın bir an evvel kurulmasının gerektiği belirtilmektedir.
Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı, bu koşulun bir an evvel gerçekleştirilmesi için başta Kültür ve Turizm Bakanlığı olmak üzere konunun muhataplarına 05.02.2015 tarihli ve 2015-001 sayılı bir yazı gönderilerek bu koşulun yerine getirilerek Ahlat'ın UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine bir an evvel alınması için gereğinin yapılması talep edilmiştir.
Ne var ki Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı Başkanlığı’nın bu girişimi ve talebi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilgili kuruluşları tarafından ciddiye alınmamıştır. Bu yaklaşım, Ahlat’ın 30 yıla yakın bir süredir beklediği bu sürecin daha da gerilere ötelenmesinin en etkin nedeni olarak ön plana çıkmıştır.
Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı’nın 05.02.2015 tarihli ve 2015-001 sayılı yazısının kopyası aşağıda sunulmuştur. Tüm ilgili kuruluşlara gönderilen bu yazıya yanıt olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığından alınan ve bu talebin uygun görülmediğine dair 25.03.2015 tarihli ve 57954 sayılı yazının örneği ekte sunulmuştur.
En Seçkin Örneklerden Bir Detay
          Ahlat’ın UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınabilmesi için önündeki engellerin kaldırılması konusundaki başvuruya Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünden alınan ve bir örneği aşağıda sunulan Mayıs 2015 tarihli ve 46173 sayılı yazıda da “Ahlat Tarihi Alan Başkanlığı”nın kurulması hususu Genel Müdürlüğümüzce olumsuz değerlendirilmiştir.  Denilmektedir.
Ahlat’ın zengin kültürel potansiyelinin geleceğe taşınması adına çok önem taşıyan UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine alınması için 30 yılı aşkın bir çaba gösteren Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı’nın bu başvurusunu uygun olarak değerlendirmemek,  öte yandan sıklıkla “Ahlat’ın UNESCO Listesi’nin ilk alınacak yedek listede  olduğunu”  açıklamak bu konuda bir ikilem olduğu gerçeğini gösteriyor.
Emir Ali Kümbeti Dünyada Bir Benzeri Yok
Bu nedenle Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı, bu kez konuyu Türkiye Cumhurbaşkanlığı Makamına sunarak  olumlu bir sonuca ulaşmak için çaba gösterecektir.
Bilindiği gibi, Ahlat ve çevresi tarihi ve kültürel mirasımız, Çanakkale Gelibolu Şehitliğinden sonra Türkiye Cumhurbaşkanlığı tarafından korumaya alınan ikinci proje olarak dikkati üzerine çekmiştir.
Bu noktadan hareketle Ahlat’ın UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne öncelikle alınması Ülkemiz  ve kültürel mirasımız açısından  çok önem arz etmektedir.

28 Kasım 2017 Salı

RIFAT KÜRÜM, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU


RIFAT KÜRÜM
Babamın çocukluğu ve gençlik yılları Erciş’te geçmişti. Ne zaman ki büyümüş, kendi
Abdullah Nalbant Usta
ayakları üzerinde durmaya başlamış, nalbantlık işini kendine meslek edinmiş, işte o zaman  kendine yeni iş alanları bulmak için çevreyi gezmeye çıkmış. Sırasıyla yerleşim merkezlerini dolaşmış, Ahlat’ı gönünce çok sevmiş, buraya  yerleşmeye karar vermiş.
Dönemin Kaymakamı Mazlum Yegül tarafından yeni,  modern ve çağdaş bir yaklaşımla kurulan Ahlat Çarşısı’nın dükkanları esnaf tarafından kapışılınca kendine kalabileceği en uygun yer olarak “Ahlat Fırını”nı tercih etmiş. Gündüzleri boş bir alanda mesleğini yapıyor, geceleri ise bu fırında kalıyormuş. Özellikle şiddetle kış aylarında ısınma sorunu olmayan ideal bir yermiş.
O günleri dönemin Ahlatlı gençlerinden Kenan Mümtaz Akışık yıllar sonra şöyle dile getiriyordu: “Biz Ahlatlı gençler,  yeni yapılan Mazlum Yegül Caddesi’nde akşamları gezinti yapardık. Henüz Ahlat’a elektrik gelmemişti. Mazlum Yegül Caddesi karanlıklar içindeydi, sadece fırından ince bir ışık huzmesi dışarıya sızardı.  Dikkatle baktığımızda içeride bizim yaşlarımızda Ahlatlı olmadığını anladığımız bir gencin namaz kılmakta olduğunu görürdük. Tanımıyorduk, merak ediyorduk, kimdir bu genç diye. Sonradan öğrendik, Erciş’ten gelmiş, nalbantlık yapıyormuş, çok mazbut bir genç olarak hafızamda kalmış. Sonradan ben Ahlat’tan ayrıldım, uzun yıllar geçti aradan hiç görüşemedik.”
Aynı dönemi, Ahlat’ın yetiştirdiği değerli hukukçu, İstanbul Kadıköy Adalet Komisyonu Başkanı Necati Koca ise şöyle ifade ediyordu: “O yıllarda babam Hüseyin Koca, ortağı Musa Dayı ile birlikte  kasaplık yapıyordu. Dükkanları Abdullah Usta’nın dükkanının hemen bitişiğindeydi. Tatil dönemlerinde biz çocuklar zamanımızın çoğunu babamın dükkanında geçirirdik.  Abdullah Usta’nın saygın ve asil bir tavrı vardı. Zaman zaman bizimle konuşurdu, bize karşı sevecen bir yaklaşım sergilerdi. Biz çocuklar da ona karşı çok saygılı davranırdık.”
Abdullah Nalbant Usta Kitabı
Abdullah Nalbant Usta’nın yaşam öyküsünün bu başlangıç bölümünden sonra gelişen süreci ve çeşitli evreleri tüm yönleriyle “Ahlat Halk Hekimliğinin Efsane İsmi Abdullah Nalbant Usta” adlı kitapta yayımlanmıştı. Ben, 14-15 yaşlarıma geldiğimde babam beni arada bir Erciş’e gönderirdi. Orada Bahar halam  ve ailesi vardı. Gider orada günlerce kalır Ahlat’a dönmek istemezdim. Çünkü Ahlat, modern, güzel, önünde Van Gölü manzarası ve muhteşem bir parkı  olmasına karşın, Erciş kadar büyük, canlı, kalabalık ve hareketli değildi. Ahlat’ta olmayan sinema, pastane, sütçü, fotoğrafçı, kebapçı, pazar yeri, eczane, hal binası, kasaplar çarşısı, hayvan pazarı, dizi dizi manifaturacılar,  gibi şeyler henüz yoktu. Ahlat’ın nüfusu 5-6 bin iken Erciş’in nüfusu 60-70 binlerde, Ahlat’ın köy sayısı 15-20 iken Erciş’in köy sayısı 70-80 civarındaydı.Ahlat’ta olmayan elektrik, Ercişte Belediye’nin jeneratöründen gece saat 12.00’ye kadar veriliyordu en azından. Saraçoğlu Sineması’nda gösterilen filmi izliyor, gece saat 12.00 sularında elektrikler kesildiğinden zifiri karanlıkta eve el feneri ile düşe-kalka ancak gidebiliyorduk.
Saraçoğlu Sineması, gösterime iki saat kala, kerpiç sinemanın toprak damına koyduğu benim boyuma yakın kocaman hoperlörlerle müzik yayını yapıyordu. Müzik sesi Erciş’in her yerinden duyuluyordu. Sinemanın bir de balkonu vardı, kerpiç binaya nasıl balkon yapmışlar diye merak ediyordum.
Yeni Erciş'ten Bir Görünüm
Ercişte kaldığım süre içinde vaktimin çoğunu Bahar halamın oğlu Kasap Zeki’nin dükkanında geçiriyordum. Dükkanı istila eden kara sineklerle mücadele beni en çok rahatsız eden hususlardan biriydi. Kasap dükkanında yalnız kaldığım zamanlarda çalan telefonu açıp arayan kişiye yanıt vermek cesaretini gösterebilecek düzeyde değildim. Telefon çalıp çalıp dururdu, telefon çaldı mı diye soran Kasap Zeki’ye çaldı derdim, niye açmadın dediğinde “cesaret edemedim açmaya” demeyi kendime yediremezdim.
Sürekli kasap dükkanında oturmaktan ve yoğun kara sinek saldırılarından sıkıldığımda biraz olsun hava almak için gittiğim belli başlı yerler vardı. Kimi zaman yalnız, kimi zaman  halamın oğlu Kasap Zeki ile giderdik.
Sıklıkla gittiğimiz yerlerin başında  Kebapçı Ali’nin dükkanı vardı.  Kasap Zeki, lokantanın etini verdiği için her gün uğrar verdiği etin parasını tahsil ederdi. Gitmişken Kebapçı Ali’de bize kebap yedirmeden yolcu etmezdi. Ben  yanında olduğum zamanlarda daha özel bir müşteri muamelesi gösterirdi. Güzel bir salata, kızartılmış biberler, sumaklı soğan Kebapçı Ali’nin değişmez spesiyalitesiydi. Öğlen saatlerinde izdiham olurdu, biz genellikle kalabalık çekildikten sonra uğrardık. Kebapçı Ali yorgun bir vaziyette bizim masamıza oturur birlikte yemek yer sohbet ederdik.
İkinci sırada ise Erciş’in en modern lokantalarından biri olan Zafer Lokantası vardı. Zafer Lokantası, sadece Erciş’in değil, yörenin en ünlü lokantasıydı. Bunun iki önemli nedeni vardı, birincisi içkiliydi, ikincisi burada beyaz önlüklü bayan garsonlar servis yaparlardı. Böylesine ünlü olunca da o yıllarda Doğu’da yaşanan güvenlik sorunları nedeniyle görev yapan askeri pilotlar yemek için buraya gelirlerdi.
            Zafer Lokantası’nın et ihtiyacını da Zeki Abi karşılardı, sabahleyin mezbahadan gelen etlerden kendine göre ene iyilerini ayırır, bu iki lokantaya gönderdikten sonra müşterilere et satmaya başlardı. Bu sebeple arada bir de Kebapçı Ali yerine buraya giderdik. Burada da özel bir itibar görür, yemeğimizi yer, hesabı vermek yerine alır dükkana dönerdik. Dükkana dönerken Zeki Abi’nin çayını beğendiği bir çay ocağı vardı orada da iki bardak kıtlama çay içmeyi ihmal etmezdik.
            Çok sıkıldığım zamanlarda tek başıma çıkar çarşıyı gezerdim. Hiç gereksinimim olmadığı halde sütçüye gider süt içerdim, merak ettiğim için. Pastaneye gidip pastaları, fotoğrafçının vitrinindeki resimleri dakikalarca izlerdim. Eczaneyi de çok merak ederdim, gidip hep dışarıdan izlerdim. Böyle zamanlarda gittiğim bir başka yer daha vardı. Rıfat Amca’nın manifatura dükkanı.
             Rıfat Kürüm Amca,  adından da anlaşıldığı gibi Doğu’nun köklü ve kadim ailelerinden biri olan Kürümlere mensup. Kürümler, birbirlerine çok bağlı, başta Türkiye’nin ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü olmak üzere, her alanda her meslekten aydın insanlar yetiştirmiş geniş bir aile. Türkiye’nin her yanına dağıldıkları gibi ülke dışında da pek çok alanda önemli başarılara imza atmışlar.
             
Ahlat'ta Bir Görünüm
Kürüm Ailesi ile benim annem Miyeser Hanım’ın mensup olduğu Hacıpolatlar Ailesi ile çok sıkı fıkı olmuş, yakınlaşmış, kız alıp vermişler. Büyük Dayım Muhtar Abdurrahman, Kürümlerin kızı Nuriye Hanım ile küçük Dayım Şerif ise Kürümlerin kızı Saide Hanım ile evlenmiş.  Büyük Dayımın oğlu, Rıfat Amcanın  kızı ile evli. Rıfat Amcanın eşi benim üvey teyzemin kızı. Rıfat Amcanın ablası Rabia Hanım, teyzemin Kayınvalidesi. Rabia Hanım, kültürel anlamda çok donanımlı. Biz çocuklara inanılmaz güzellikte destanlar anlatırdı. Peçeteden yaptığı tavşanlarla bizi saatlerce Masal Dünyası’nda gezdirirdi. Bez tavşanı canlıymış gibi bize gösterir, şaşkınlık içinde bırakırdı. Yaşım biraz büyüdükten sonra kafayı taktığım bu oyunu nihayet çözmüş sırrını öğrenmiştim. Ben de aynı oyunu yapmaya başladım ancak onun kadar inandırıcı olamıyordum.
Bu iki köklü aile arasındaki ilişkiler bu denli ileri boyutta  olunca ben de her Erciş’e gittiğimde Rıfat Amcaya uğramamak olur muydu? Benim uğramamdan ziyade onun bana göstermiş olduğu ilgi ve sevgi şaşılacak boyuttaydı.
            Rıfat Amca,  Osmanlı Ordusunun Yeniçeri Ağası görünümünde, iri yarı, kocaman cüssesi, kalın kolları, iri elleri ve pamuk gibi yüreğiyle eşine az rastlanır insanlardan biri. Bir çocuk olarak bana gösterdiği yakınlık, sıcaklık unutulacak cinsten değil.
            Dükkanı Buğday Pazarı’nın hemen önündeydi, arada bir uğradığımda beni görür görmez o koca cüssesiyle  yerinden kalkar  boynuma sarılır, beni dükkanının baş köşesine oturtturur, hemen yandaki çay ocağından çay isterdi. Anamı, babamı, diğer akrabaları sorar, benimle sohbet ederdi. Bir müşterisi geldiğinde benden izin ister gibi gözlerime bakardı. Ben onu merakla seyrederdim. Müşterisine hiç yüksünmeden her türlü kumaşı gösterir kocaman gövdesi, iri elleriyle kumaş topunu masanın üzerine yayar, istenilen miktarda, tahta  tezgahının üzerine bir metrelik aralıktaki iki çizik arasına denk getirdiği kumaşın boyunu tespit ettikten sonra, küçük makası ile bir kesik attıktan sonra, güçlü kollarıyla kumaşı iki eliyle yana doğru bir anda güçlü bir vaziyette çektiğinde kumaş değil koyun bile ikiye ayrılırdı.
             Tüm bu olanları ben iri açılmış gözlerimle bir ortaoyunu izler gibi dikkatle ve dakikalarca  izlemekten büyük keyif alırdım. Türkçe bilmeyen köylü kadınlarla konuşmasını anlamadığım halde müşterisini ikna etmekteki becerisini hayranlıkla izlerdim. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi beni ısrarla evlerine davet etmesi, kimi zamanlarda bizzat alıp eve götürmesi, tüm aile bireyleri tarafından gösterilen ilgi ve sevginin anılarımın unutulmazları arasında  yer bulması, o çocuk yaşlarımda aklıma gelecek bir husus değildi.
             Evlerine gittiğim zamanlarda beni mutlu eden bir başka husus daha vardı. Rıfat Amca’nın oğlu Nimet. Nimet, benden birkaç yaş küçüktü. Ne var ki iyi anlaşıyorduk. O yaşta bile onun geniş bir arkadaş gurubu vardı. Beni de zaman zaman arkadaşları ile oynamaya götürürdü. O dönemde “Colli” diye bir oyun vardı. Çocuklar iki guruba ayrılıyorlar, bir merkez belirleniyor,  ellerinde topa benzer bir şey var, onu bir sopayla uzaklara fırlatıyorlar sonra da bulmaya çalışıyorlar. bir gurup öbür gurubu bu  cismi bulmasını engelliyor.  Geniş bir alanda oynanıyor.
            Nimet’e  arada bir takılıyorlar “Colli” diye. Bu oyunu iyi oynadığından mı yoksa başka bir nedenle mi bilmiyorum. Birlikte çok iyi zamanlar geçirirdik. Kimi zamanlarda Nimet de Ahlat’a gelirdi. Ahlat’ta da ben ona eşlik ederdim. İyi arkadaş olmuştuk, nereye gitsek birbirimizi arar sorardık.
            Rıfat Amca’nın yaşı ilerleyince  işlerini tasfiye edip, dükkanını kapatmış İstanbul’a taşınmıştı. Son dönemlerde de sağlık sorunları yaşıyordu. Birkaç kez İstanbul’a gidip ziyaret etmiştim. İstanbul’da ebedi aleme intikal etmişti.
            Rahmet, minnet ve saygıyla anıyoruz.

19 Kasım 2017 Pazar

SELÇUKLU RÖNESANSININ MERKEZİ:AHLAT, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU

SELÇUKLU RÖNESANSI’NIN MERKEZİ: AHLAT



Selçuklu Rönesansı'nın En Seçkin  Örneklerinden Biri Bayındır Kümbeti
Rönesans, kelime anlamı itibariyle genel olarak bilimde ve sanatta yenilik olarak algılanmaktadır. Ahlat’ta Selçuklu dönemi, sanat, bilim ve kültürde sıçrama dönemi olarak görülmektedir. Bununla birlikte o dönemde kadına verilen önem de ön plana çıkmaktadır. Erzen Hatun için yapılan anıtın, Ahlat’taki anıtların en görkemlisi oluşu, bu yaklaşımın en önemli kanıtıdır.
Bu noktadan hareketle Ahlat’ın böyle bir misyonu yüklenmiş olması açısından ne denli önemli bir işlevi yerine getirmiş olduğu görülmektedir.
Selçuklu dönemi anıtsal eserleriyle öne çıkan Ahlat, Türklerin yüzyıllar içinde oluşturdukları, geliştirdikleri, tamamen kendilerine özgü, tarz ve stilleri ile ne denli büyük bir başarıya imza attıklarını gözler önüne sermektedir.
Yüzyıllar süren bu gelişmenin başlangıç süreci milattan öncesi döneme rastlamaktadır. Ama asıl önemli olan ve  “Rönesans” olarak nitelendirilen bu gelişim ve değişimin yaşandığı dönem binli yıllarla başlar, 1.300’lü yıllara kadar devam eder.
Pek çok el değiştiren ve pek çok uygarlığa beşiklik eden Ahlat, yüzyıllara meydan okuyarak tüm varlığı ile tüm kültürel zenginliği ile günümüze kadar gelebilmeyi başarmış ender tarihi yerlerden biri olarak dikkatleri üzerine çekmektedir.
Ahlat, 300.000’e ulaşan nüfusuyla ve yılda 2 milyon altını vergi olarak vermesiyle emsalleri arasında büyük bir farkı göstermiştir. Ahlat’ın bu vergiyi verdiği dönemlerde Erzurum 22.000, Erzincan 33.000, Divriği 3.000, Bayburt 21.000 altın vergi vermekteydiler. Bu durum aynı dönemi paylaştığı kentlerle arasındaki gelişmişlik farkını çok çarpıcı bir biçimde ortaya koymuştur.
Selçuklu Eserlerinden En Muhteşem Olanı Ulu Kümbet
Ahlat’ta, Rönesansın temel öğelerinden biri olan Hümanizm’in çok çarpıcı örneklerini de görmek mümkün. Hümanizm’in temelinde insana olan saygı fikri yatmaktadır. İnsan, doğada eşi ve benzeri bulunmayan bir canlı olarak değerlendirilmektedir. Bu düşüncenin en çarpıcı örneklerini Ahlat’ta ki her mezar taşının üzerinde görmek mümkündür. Günümüzde dahi bu kadar anıtın bir arada bulunduğu bir başka mekanı kolayca gösterememekteyiz.
Ahlat’ta, teknik, kültür ve sanatın da dahil olduğu tüm konuların bir araya toplanmış olduğunu görüyoruz. Bu bakımdan el sanatları, çizim ve resmin yer aldığı anlaşılan, desen ve tezyinat, düşünce kadar saygın bir konum kazanmıştır. Görünüm, bilginin aracı haline gelmiştir.
Tüm bu tespitlere dayanılarak “Selçuklu Rönesansı’nın Merkezi :Ahlat” tanımlamasının Ahlat için çok abartılmış bir tanımlama olmadığı gerçeği ortaya çıkmaktadır. Üstelik bu tanımlamayı ünlü tarihçiler, araştırmacılar, bilim insanları Ahlat’a layık görmüşler.
O halde, bizlerin de Ahlata bir borcumuz olmalı, Ahlatlı olmanın onurunu nasıl ki üzerimizde gururla taşıyorsak, Ahlat’ın hak ettiği şeyleri  yapmak da en kutsal ödevimiz olmalıdır.

15 Kasım 2017 Çarşamba

ATATÜRK'E GÖRE ATATÜRK, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU

ATATÜRK’E  GÖRE  ATATÜRK
Benimle beraber olan arkadaşlarım, bütün vatandaşlarım da aynı amacı izlemektedirler.
Kişisel ve ailevi huzur ve mutluluğun, milletin huzur ve mutluluğuyla ayakta durduğunu, memleketin güvenlik ve dokunulmazlığıyla mümkün olduğunu gerçek ve ciddi bir şekilde anlamışlardır. Ben ve benimle beraber olanlar, hedefimizin yüceliğine, yolumuzun doğruluğuna eminiz. Bunda asla şüphe ve tereddüdümüz yoktur. Milletimizin, Türk milletinin yakın, uzak tarihine gereği kadar bilgimiz vardır. Geçmişin derslerini, bugünün ve geleceğin yaşamı için göz önünde tutmak dikkatinden mahrum değiliz. Yaptığımız hizmetlerle övünmüyoruz. Yapacağımız hizmetlerin, övünç sebebi olabileceği ümidiyle avunuyoruz.
ATATÜRK VE KUTSAL TUTKU
Çevresindekilere söylediği bir söz: Beni övme sözlerini bırakınız; gelecek için neler yapacağız, onları söyleyin!
Benim tutkularım var, hem de pek büyükleri; fakat bu tutkular, yüksek makamlarda bulunmak veya büyük paralar elde etmek gibi maddî emellerin doyumuyla ilgili bulunmuyor. Ben bu tutkularımın gerçekleşmesini, vatanıma büyük faydalan dokunacak, bana da gerektiği gibi yapılmış bir görevin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Bütün yaşamımın ilkesi, bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu koruyacağım.
Allah bilir, yaşamımda bugüne kadar orduya faydalı bir üye olabilmekten başka vicdanî bir emel edinmedim. Çünkü vatanın korunması, milletin mutluluğu için her şeyden evvel ordumuzun, eski Türk ordusu olduğunu dünyaya bir daha kanıtlama gereğine çoktan inanmış idim. Bu inanca ait emellerimin şiddeti, ihtimal beni pek fazla aşırı davranışlı göstermişti. Fakat zaman, saf ve temiz beyinlerden doğan fikrî gerçekleri -kabulünden çekinilse de uygulattırır.
            ATATÜRK VE VİCDANİ GÖREV
            Bütün görevlerin üstünde bizim de bir vicdanî görevimiz vardı; o da, herkesin sudan birtakım görevler yaptığı sırada yaşamımızı, varlığımızı bu milletin bağrına sokarak, onlarla beraber düşman karşısında uğraşmak olmuştur!
          Ben görevimin bitmediğini, yüklendiğim sorumluluğunda yüksek ve çetin olduğunu anlıyorum. Arkadaşlar, bu görev bitmeyecektir; ben toprak olduktan sonra da devam edecektir! Ben seve seve, sevine sevine bütün varlığımı bu kutsal göreve vereceğim ve onun yüksek sorumluluğunu yüklenmekle mutlu olacağım. Görevime başarı ile devam edebileceğim. Çünkü büyük milletimizin, kalp ve vicdanında bana karşı sarsılmaz bir güven ve itimat taşımakta olduğunu görüyorum. Bu benim için büyük kuvvettir, büyük yetkidir.
        Biz, eğer millet ve tarih önünde herhangi bir hata işliyorsak, bunun sorumluluğunu vicdanımızda ve sağduyumuzda hissetmekten ve ödemekten, hiçbir zaman çekinecek insanlar değiliz.
          MİLLET İÇİN ÖZVERİ
    Millet ve memleketin sayesinde kazanılan rütbe ve refahın bir önemi, bir kutsallığı vardır. Biz bunlardan, ancak yine bu aziz millet ve memlekete borçlu olduğumuz son bir namus görevini yapmak için ayrıldık. Milletin kendi yaşamını kurtarmak, kendi meşru hakkını savunmak için çıkardığı sese katılmak, her kendini bilen vatandaşın görevidir. Eğer bu millet, bu memleket parçalanacak olursa genel şerefsizliğin yıkıntısı altında, şunun bunun kişisel şerefi de parça parça olur. Biz, o genel şerefi kurtarabilmek için harekete gelen millete ruhumuzla katıldık. Katılmamıza engel olabilecek kişisel rütbeleri, makamları da genel şerefi kurtarmaya yönelik bir amaç uğruna feda ettik.
      Ben, gerektiği zaman, en büyük armağanım olmak üzere Türk milletine canımı vereceğim. Mallarını millete bağışlaması nedeniyle söylemiştir:  Mal ve mülk, bana ağırlık veriyor. Bunları, soylu mille time geri vermekle büyük ferahlık duyuyorum. Zenginlikten ne çıkar; insanın serveti, kendi manevî kişiliğinde olmalıdır!
       ÖZGÜRLÜK VE BAĞIMSIZLIK AŞKI
       Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben, milletimin ve büyük atalarımın en değerli mirasından olan bağımsızlık aşkı ile yaratılmış bir adamım! Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî, özel ve resmi yaşamımın her evresini yakından tanıyanlarca bu aşkım bilinir.  

8 Kasım 2017 Çarşamba

SOYLU KENTİN KÖKLÜ AİLELERİ, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU

PARDON! SİZ BİTLİS’TE KİMLERDENSİNİZ?.. 
SOYLU KENTİN KÖKLÜ AİLELERİ 
           
Bitlisli Genç Kuşak

Bitlis, tarihimizin her aşamasında kahramanlıkları, vatan kavramına olan bağlılığıyla tanınmış, marka olmuş değerleri ile anılmış, bilimde, sanatta, ticarette yüksek kapasiteli insanlar çıkarmış kadim bir kentimizdir. Bitlis ve Bitlis insanı her daim imtiyazlı bir konumda olmayı başarabilmiş az sayıdaki kentlerimizden biridir. Bitlis, coğrafyası küçük, ismi büyük entelektüel profili yüksek, övünülecek bir hazinedir.

  İşte size Bitlis’te yaşayıp, Türkiye’nin ve Dünyanın çeşitli yerlerine yayılan soylu ve köklü Bitlisli ailelerden 236’sının Bitlis’in Merkez mahallelerine göre dağılımı.
          İNÖNÜ MAHALLESİ:
    1.Abdal Çavuşlar, 2.Ahlatlılar, 3.Ambaroğulları, 4.Bapirler, 5.Boryanlılar, 6.Çobanoğulları, 7.Gencerler, 8.Hacı Hassolar, 9.Hacı Rüstemler, 10.Hacı Yahyalar, 11.Hamamcılar, 12.Hasaranlılar, 13.Kurdoğulları, 14.Küfreviler, 15.Kürümler,16.Malağanolar, 17.Mankuşlar, 18.Mirmahmutlar, 19.Mişkolar, 20.Muçikler, 21.Mutavlar, 22.Müftüler, 23.Polis Mustafa Efendi, 24.Seyidoğulları, 25.Subaşılar, 26.Şalcılar ,
27.Şefekatlılar, 28. Şeyh Babolar, 29.Şeyh Emin Efendiler, 30.Şeyh Hassolar, 31.Turanlılar, 32.Ölekler, 33.Vaizlar, 34.Yeterler. 
      TAŞ MAHALLESİ:
  1.Abbaslar, 2.Aladinler, 3.Ali Kulular, 4.Ankitolar, 5.Arınçlar, 6.Atmacalar, 7.Balcılar, 8.Barutçular, 9.Bebolar, 10.Beyazoğulları, 11.Bindikler, 12.Bitlis Ağaları, 13.Bişarevi, 14.Bozi Aliler, 15.Ceboloğulları, 16.Cemaloğulları, 17.Cinoğulları, 18.Çırpan Hüsolar,19.Çilekdizler, 20.Çit Kaliler, 21.Çivikler, 22.Çift Kayalar, 23.Deli Amolar, 24.Deli Mollalar, 25.Dilanlar, 26.Esatoğulları, 27.Gazibeyoğulları, 28.Hacı Hasanlar, 29.Hacı Necmettinler, 30.Hacı Resullar, 31.Hacı Salihler, 32.Halenzerliler, 33.Hamza Çelebiler, 34.Hizanlıoğulları, 35.Hüseyin Ağalar, 36.Hoca Ahmetler, 37.İlyaslar, 38.İskenderoğulları, 39.İsmail Ağalar, 40.Karacalar, 41.Karayılanlar, 42.Karinohlular, 43.Karnapetler, 44.Karslıoğulları, 45.Kavnaslılar, 46.Kayaoğulları, 47.Kaynaslılar, 48.Kazazlar, 49.Köseler, 50.Kuşçular, 51.Laleler, 52.Mamkolar, 53.Mermutlular, 54.Mevcanlar, 55.Muşluoğulları, 56.Nesimioğulları, 57.Orakçılar, 58.Otolar, 59.Ölekliler, 60.Patlıcanlar, 61.Pavikliler, 62.Reşkolar, 63.Rüstem Ağalar, 64.Seferbeyoğulları, 65.Şefkatlılar, 66.Şekersıçanlar, 67.Şerbetçiler, 68.Şeyhanlılar, 69.Tosyalılar, 70.Uncular, 71.Uysallar, 72.Veli Beyler. 
Bitlisli Orta Kuşak
       ZEYDAN MAHALLESİ:
 1.Abaslar, 2.Alikolar, 3.Akobalıklar, 4.Arbetanlar, 5.Berberoğulları, 6.Çançolar, 7.Çelebaşıevi, 8.Çençievi, 9.Çilkadarevi, 10.Çürükler, 11.Dalkıranlar, 12.Derviş Gogoevi, 13.Deli Berholar, 14.Deli Hassolar, 15.Dizdarlar, 16.Durmuşevi, 17.Galoevi, 18.Gegiler, 19.Gellaçlar, 20.Goloşolar, 21.Hacı Davutlar, 22.Hacı Mehmetler, 23.Hacı Şerefler, 24.Haliler, 25.Hersatlılar, 26.Hırsızlar, 27.Hüseyin Ağalar, 28.İbrahimzadeler, 29.İmhaniler, 30.Kakılar, 31.Kaleliler, 32.Kalolar, 33.Karabaşlar,  34.Karasalar, 35.Kara Yakuplar, 36.Kaya Ahmoları, 37.Kazancılar, 38.Keleşolar, 39.Kerküşler, 40.Kirpolar, 41.Kişolar, 42.Laloevi, 43.Malamusalar, 44.Melek Musolar, 45.Mecoevi, 46.Mehterbeşılar, 47.Molla Ali Kazılar, 48.Mollaevi, 49.Molla Numanevi, 50.Muhtarşabolar, 51.Muştakbabalar, 52.Nasırzadeler, 53.Piroevi, 54.Pürmüzler, 55.Portoevi, 56.Sadievi, 57.Sahteler, 58.Seyadoğulları, 59.Sürümlüler, 60.Şahinolar, 61.Şeyh Dursunlar, 62.Şirvanlılar, 63.Tahaevi, 64.Tahinciler, 65.Tamburacılar, 66.Tınarlılar, 67.Topçular, 68.Yaho Babalar, 69.Yusuf Paşalar, 70.Zeydanlılar, 71.Ziyaretliler, 72.Zülfükarlar.
      HERSAN MAHALLESİ:
 1.Abdüselamlar, 2.Acemoğulları, 3.Adolar, 4.Ahenkçiler, 5.Aldanmazlar, 6.Amatlar, 7.Ambaroğulları, 8.Arpetliler, 9.Aşurlar, 10.Aysolar, 11.Balcılar, 12.Bektolar, 13.Bezirganlar, 14.Botanlılar, 15.Bubiler, 16.Cangolar, 17.Çılvıroğulları, 18.Çorseniniler, 19.Evşinevi, 20.Hacı Rüstemler, 21.Hacı Yusuflar, 22.Halialiler, 23.Hatiboğulları, 24.Hersanlılar, 25.Hevintler, 26.Hıvrisliler, 
27.Humaçlılar, 28.Kadiriler, 29.Karaoğulları, 30.Kazakirejler, 31.Kerimoğulları, 32.Kilerciler, 33.Korcanlılar, 34.Koroklular, 35.Lirtililer, 36.Mamikler, 37.Mazranlar, 38.Müezzinler, 39.Orakçılar, 40.Oranıslılar, 41.Ölekliler, 42.Paliler, 43.Polatlar, 44.Saatçılar, 45.Saruhanlar, 46.Sekizkuruşlar, 47.Serkesenler, 48.Sıçanoğulları, 49.Sıhçıoğulları, 50.Şabanolar, 51.Şemsi Bitlisiler, 52.Şerbetçiler, 53.Şerefhanlar, 54.Tosa Oğulları, 55.Uçarlar, 56.Varkanıslılar, 57.Yakolular, 58.Zırkılılar. 

7 Kasım 2017 Salı

CUMHURİYET DÖNEMİ BİTLİS VALİLERİ, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU

CUMHURİYET DÖNEMİ
BİTLİS VALİLERİ
Cumhuriyetimizin Kurucucu
Mustafa Kemal ATATÜRK
Bitlis, kendine özgü karakteristik yapısı, coğrafi ve kültürel değerleri, yetiştirmiş olduğu nitelikli insanları ile Cumhuriyet Tarihimizin kadim illerinden biridir. Cumhuriyetle birlikte getirilen yeni idare şekli gereği Hükümetlerce atanan valiler tarafından yönetilmektedir.
Başlangıçtan günümüze Bitlis’e 54 Vali atanmıştır. Bitlis’e atanan valilerden bazıları başarılı hizmetlere imza atmış, Bitlis’in kaderini etkileyecek girişimlerde bulunmuş, Bitlis insanının gönüllerinde yer edinmişlerdir.
Vefalı Bitlis insanı da, bu valileri unutmamış, büyük saygı göstermiş, arkalarında durmuş, adlarını ömür boyu yaşatmak için gerekli duyarlılığı göstermiştir.  
           İşte size, Cumhuriyet  Dönemi Bitlis Valileri…
BETAV'ın Kurucusu
        Vali Mustafa YILDIRIM

            1.Zihni ORHON, 2.Kazım DİRİK, 3.Bekir Lütfü Bey, 4.Halit Bey, 5.Fahri Bey, 6.Zeynel Abidin ÖZMEN, 7.Süreyya Bey, 8.Hasan Fehmi SÜERDEM, 
9.Rıfat ŞAHİNBAŞ, 10.Sedat Aziz ERİM, 11.Hulusi DEVRİMER, 12.Asım TÜRKELİ, 13.Ali Sakıp BEYGO, 14.Seracettin SARAÇ, 15.Cahit ORTAÇ, 16.İhsan KAHYAOĞLU, 17.Nazım ÜNER, 18.Hıfzı TÜZ, 19.Nadir TÜZÜN, 20.Niyazi TOKER, 21.Necmettin KUTEŞ, 22.Rıfat BİNGÖL, 23.Ruhi ÇALIŞLAR, 24.Muhsin GÖKKAYA,
25.Vefa POYRAZ, 26.Nurettin HAZER, 27.Nusret BUDUNÇ, 28.Abdullah Asım İĞNECİLER, 29.Celal GÜVENÇ, 30.Halil MEMİK, 31.Cemal Orhan MİRKELAM, 32.Mehmet Emin DÜNDAR, 33.Ahmet Fuat ÇAPANOĞLU, 34.Erol Zihni GÜRSOY, 35.Ertan YARAMANOĞLU, 36.Yılmaz ERGUN, 37.Mehmet US, 38.Mustafa YILDIRIM, 39.Şükrü Ergun ÖZAKMAN, 40.Alı SAKALLI, 41.Aydın GÜÇLÜ, 42.Yener RAKICIOĞLU, 43.Fethi TUNÇ, 44.Osman BADRASLI, 45.Kemal ESENSOY, 46.Şükrü KOCATEPE, 47.Kemalettin M.KÖKSAL, 48.Uğur BORAN, 49.M.Asım HACIMUSTAFAOĞLU, 50.Mevlüt ATBAŞ, 51.Nurettin YILMAZ, 52.Veysel YURDAKUL, 53.Orhan ÖZTÜRK, 54.İsmail USTAOĞLU.

3 Kasım 2017 Cuma

TOPLU ULAŞIMDA ÇİFT KATLI OTOBÜS VE TROLEYBÜSTEN TELEFERİĞE, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU

TOPLU ULAŞIMDA ÇİFT KATLI OTOBÜS VE TROLEYBÜS'TEN TELEFERİĞE
Av.Atilla İNAN
           
Av.Atilla İNAN
2007 yılının başlarında şehir içi taşımacılıkta 10 yıllık çalışma süreleri sona eren yeşil ve 
çift katlı otobüs işletmecileri, son günlerde otobüslerinin kaldırılmaması için çeşitli eylemler gerçekleştirerek,  Ankara Belediye Başkanını protesto etmişler, Büyükşehir Belediye Binasına da siyah çelenk koymuşlardı. Böylelikle çift katlı otobüslere Ankara veda etti, ondan sonra da hiç uygulaması olmadı.
            Oysa, çift katlı otobüslerle ben Londra’da tanışmış, onlarla Londra’yı dolaşmış ve tanımıştım. Londra’da orijinal adı indi-bindi otobüsleri ile Buchingam Sarayı, Mancherster Sarayı, Piccadilycircus, London Eye boyunca üzeri açık bölüme oturup geniş bir ufukla etrafı seyredebilirsiniz.
Paris’te de 1 ya da 2 günlük Big Bus hop-on hop-off gezi geçişi ile kendi hızınızda Paris’i keşfedebilirdiniz. Eiffel Kulesi, Louvre Müzesi, Notre-Dame, Champs-Elysees ve çevresini tanıyabilirdiniz.
         Yurt dışından döndüğümde yurdumuzda çift katlı halk otobüslerini görünce, diğer araçlardan pek yararlanmadım. Otobüsün ikinci katına kurulup Çay Yolu’ndan şehir merkezine kadar zevkli bir gezi yapardım.
Londra'nın  İki Katlı Otobüsü
Bu gezilerde otobüs sürücüsü Hikmet Bey ile selamlaşır, kısa süreli hal hatır sorarak sohbetler yapardık. Bir trafik kazasına sebebiyet vermesi nedeniyle halk otobüsü uygulamasına son verildi. Oysa, keyfi bir yana, iki katlı otobüslerle şehir trafiği hafifletilir, iki kat sayıda yolcu aynı araçla taşınırdı. Bir ölçüde de olsa trafik yoğunluğu azaltılırdı.
EGO İşletmesinin verdiği bilgilere göre; 1947 yılında ise, Ankara'da ilk kez Troleybüs Şebekesi kurularak hizmete açıldı. Bu, aynı zamanda Türkiye'de servise açılan ilk troleybüs şebekesiydi. Ankara'da hiçbir zaman kurulmayan tramvay şebekesine karşılık, ilk troleybüs çalıştırma şerefi bu kez Ankara'ya verilmişti (Aynı yıl, İstanbul ve İzmir'de halen tramvay sistemleri aktif ve elektrikli olarak çalışmaktaydı). 1 Haziran 1947'de 10 adet BRILL marka troleybüs; "Ulus-Bakanlıklar" hattında hizmete girdi. Hemen sonraki yıl 1948'de yine 10 adet FBW Troleybüs daha hizmete girdi. 1952'de alınan 13 MAN araçla birlikte, Ankara'da çalışan troleybüs adedi; 33'e ulaştı.
Ankara'nın İki Katlı Otobüsü
Troleybüslerin en yoğun çalıştığı hatlardan biri Dikimevi-Kızılay hattı idi. Hukuk Fakültesi öğrencisiyken, en çok Troleybüslerden yararlanırdım. Kimi zaman elektrik kesildiği için yolda kaldığımız olurdu. Kimi zaman da tellerle otobüsün bağlantısını sağlayan sistem yerinden çıkar, sürücü onu yerleştirdikten sonra devam ederdik.
Her zaman asker traşı ile dolaşan sınıf arkadaşımız Ümit, askeri zabıta görevlilerini görünce kaçar, onlarla en yakın durağa kadar kovalamaca oynarlardı. En yakın otobüs durağına koşup duran Ümit, askeri zabıtaların gelmesini bekler, nefes nefese kalmış askerlere kimliğini gösterip asker olmadığını kanıtlar, asker kaçaklarına yapılan uygulamadan kurtulurdu. Daha sonra bir troleybüse atlar, giderken bize pencereden el sallardı.
İstanbul'un Troleybüsleri
             Şimdi çift katlı halk otobüsleri de troleybüsler de Ankaralılar için mazide kaldı. Ancak bazı il ve ilçelerimizde troleybüsler yeniden gündeme geliyor. Daha az giderle ve egzoz gazı olmaksızın temiz bir ulaşım sağlıyor. Ayrıca güneş enerjisinden sağlanan elektrikle kesintisiz bir yolculuk yapılabilir.Ankara toplu ulaşımının renklerinden bu tür araçları anmakla beraber, koşullara uygun bir şekilde hayal gücümüzü kullanarak yeni renkler bulmalıyız. Belki bu ulaşım sorunu yakında teleferiği gündeme getirecek, ama ne olur yerleşmiş bir düzeni hemen silip atmayalım.