9 Ekim 2020 Cuma

KARAÇİ, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU

KARAÇİ

Karaçi den Genel Görünüm
Ekim 2005  tarihinde Pakistan’ın Hindistan ile sorunlu bölgesi Keşmir’deki  Muzaffarabad kenti merkez olmak üzere  meydana gelen 7.6  büyüklüğündeki deprem, büyük can kaybı ve hasara neden olmuştu.   Resmi kayıtlarda  ölen insan sayısı 73 bin  olarak gösteriliyordu.  Muzaffarabad kenti ise yerle bir olmuş, harabeye dönüşmüştü.

      Kurtuluş Savaşı sırasında Türkiye’nin yanında yer alan dost ve kardeş ülke Pakistan’ın bu acısını ülke olarak en iyi bir biçimde paylaşmak gerekiyordu.

      Türkiye, ekonomik koşullarının iyileşmesi sonucunda, dünya ülkeleri arasında yardım alan ülkeler sınıfından çıkarak yardım yapan ülkeler arasına katılmıştı. Bu depremde de Pakistan’a en çok yardım yapan ülkeler arasında en üst sıraya yükselmişti.

      Türkiye’nin Pakistan’a yaptığı yardımların ne ölçüde yerine ulaştığını incelemek üzere bir heyetle Pakistan’a gittik. Gittiğimiz günün akşamı Türkiye’nin Pakistan Büyükelçisi Engin Soysal’ın konuğu olduk.

      Engin Soysal, Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli  akademisyen ve politikacılarından biri olan Mümtaz Soysal’ın yeğeniydi. Genç yaşına karşın zarafeti ve bilgi birikimi ile Heyet üyelerini derinden etkilemişti. Konuğu olduğumuz akşam yemeğinde Büyükelçilik aşçısının Türk mutfağına özgü seçkin ve kaliteli lezzetleri Türk Sanat Müziği eşliğinde sunması, Büyükelçimiz Engin Soysal’ın Türkiye’nin tanıtımı için gösterdiği duyarlılığın göstergesiydi.

Cinnah'ın Anıt Mezarı
      Birkaç gün süren çalışmalarımızın sona ermesi üzerine artık Ülkemize dönme zamanı gelmişti. Bizi karşılarken büyük bir zarafet örneği sergileyen değerli Büyükelçimize  Sayın Soysal’a Heyet olarak veda ziyaretinde bulunmak üzere  Büyükelçilik Makamına gittik.

      Sohbet sırasında Sayın Büyükelçi uçak bileti konusunda bir sorun yaşayıp yaşamadığımızı sorunca, biz de İslamabad’dan bilet bulamadığımız için Karaçi’den  aktarmalı olarak hareket edeceğimizi belirttik. Bunun üzerine Büyükelçi; “Madem Karaçi’den aktarmalı hareket edeceksiniz, bizim  Karaçi Konsolosluğumuzda bazı evraklarımız var, zahmet olmazsa  onları  Dışişleri Bakanlığımıza götürmeniz mümkün olabilir mi?”

      -Ne demek Sayın Büyükelçi, lafı mı olur büyük bir zevkle…

     -Karaçi Konsolosumuz Sedat Erden Bey, sizi Karaçi Hava alanında karşılar, hareket saatine kadar sizi Konsoloslukta ağırlar, evrakları   size teslim ettikten sonra da Hava alanına götürerek uğurlar.”  oldu, Büyükelçinin yanıtı.

      Karaçi hava alanına indiğimizde, Konsolos Sedat Erden Bey, elinde benim adımın kayıtlı olduğu bir  yazı ile bizi karşıladı, doğruca Karaçi Konsolosluğu’na gittik. Bir süre dinlendikten ve bize ikramlarda bulunduktan  sonra, uçak saatine daha çok zaman olduğunu, bu süreyi bize Karaçi’yi gezdirmekle  değerlendirmemizi önerdi.

      Önce yaya olarak Konsolosluk çevresini gezdik. Cadde ve sokaklardaki boğucu kalabalık, kaldırımlarda, parklarda, boş alanlarda, yerlerde yatan  üstü başı dökük,  işsiz, güçsüz, perişan kılıklı insanları görünce şaşkınlığımızı gideremedik.

      Daha sonra  Konsolos Sedat Erden Bey,  bizi Pakistan’ın önemli şahsiyetlerinden olan Muhammed Ali Cinnah’ın anıt mezarına götürmeyi önerdi. Memnuniyetle kabul edip yola koyulduk, bir süre sonra  anıtın önündeydik. Kirli havası ve üstüne çökmüş toz bulutu ortamında, bir yıldız gibi parıldayan anıt mezarın aydınlatılmasına gösterilen özen, Muhammed Ali Cinnah’a verilen değerin çarpıcı bir göstergesi olarak gözlerimizi kamaştırdı.

      Ankara’nın en önemli Caddelerinden birine verilen Cinnah ismi, bu zatın Türkiye Cumhuriyeti tarafından da ne derece önemsendiğini de böylece anlamış oluyorduk. Burada birkaç hatıra fotoğrafı çektirmeyi ihmal etmedik.

      Sedat Erden Bey, bu kez Karaçi’nin önemli alış-veriş merkezlerini gezmemizi önerdi, memnuniyetle karşılayıp yürümeye başladık. Cadde ve sokaklardaki aşırı kalabalık, korkunç bir trafik keşmekeşi karşısında şaşkınlığımız giderek artıyordu. Kırmızı ışıkta duran araçların ve motosikletlerin saniyeler içinde çığ gibi büyümesi karşısında küçük dilimizi yutacaktık nerdeyse. Yeşil ışığın yanmasıyla yüzlerce motosikletin gök gürültüsü gibi bir sesle hepsi birden birbirlerini ezercesine ileriye fırlaması, dünyanın başka hiçbir yerinde görülmesi mümkün olmayan bir enstantane olarak belleklerimizde sabitlendi.

      Alış-veriş merkezinde tıkış tıkış her türlü yerli yabancı ürünle dolup taşan mağazaların arasından geçerek yol bulabilmenin ya da bir ürün almaya kalkmanın akıl karı  bir iş olmayacağı kanısına vardık. Hal böyle olunca, zorunlu olarak Karaçi hakkında  kafamıza takılan soruları gidermek için Sedat Erden  Bey’in bilgisine başvurmak zorunda kaldık.

      Sedat Erden Bey,  biz meraklı gözlerle çevreyi izlerken  Karaçi hakkında bilgiler vermeye başladı..

Sedat Erden Bey
      Karaçi, 17. yüzyılın ortalarında Hint Okyanusu kıyılarında İndus Nehri'nin denize döküldüğü yerde küçük bir balıkçı köyü olarak kurulmuş.

      Çok güvenli bir bölgede  ve çölün arkasında kurulmuş olduğu için korunaklıymış.

      Bu özellikleri gören İngilizler 19. yüzyılın ortalarında köye bir liman yapıp, çevredeki bereketli ovanın tarım ürünlerini bu limana yönlendirmeyi düşünmüşler.

      1947'de Pakistan bağımsızlığını kazanınca, Karaçi başkent yapılmış.  Hindistan'dan gelen Müslüman göçmenler buraya yerleşmişler.

      İngilizler, Karaçi'nin askeri önemini ve İndus havzasından elde edilen ürünlerin ihracında önemli bir liman olduğunu fark etmişiler. Ardından limanı balıkçılık yapmak için geliştirmişler. Böylece, yeni iş yerleri açılmış ve nüfus hızlı bir şekilde artmaya başlamış. Karaçi büyük bir şehir haline gelmiş.

      1878'de, Karaçi diğer İngiliz sömürgesi altındaki Hint kentleriyle tren yoluyla bağlandı. 1914'te, Karaçi tüm Britanya İmparatorluğu'nun en büyük tahıl üreten limanı haline geldi. 1924'te, bir havaalanı inşa edildi ve böylelikle Hindistan'ın temel giriş kapısı oldu.

      Karaçi, hâlâ ülkenin en önemli ekonomi ve sanayi merkezidir. Pakistan'ın denizaşırı ve Orta Asya ülkeleriyle yaptığı ticareti idare eder. Pakistan'ın gelirlerinin  büyük bir miktarını ve ofis çalışanını elinde bulundurur. Karaçi'nin nüfusu büyümeye devam ediyor. Pakistan'da son zamanlarda yaşanan ekonomik büyüme, Karaçi'de yaşanan ekonomik dirilmenin sonucudur.

      Erol Bey, Pakistan için önemli bir şahsiyet olan Muhammed Ali Cinnah hakkında da çok değerli bilgiler verdi.

  


Muhammed Ali Cinnah,  25 Aralık 1876 tarihinde Karaçi'de Dünya'ya gelmiş. İlk ve orta öğrenimini 
Karaçi ve Bombay'da tamamlamış.

      Babası işletmecilik okuması için onu İngiltere’ye göndermiş.  Ama Cinnah, Londra’da işletmecilik yerine hukuk okumaya karar vermiş. Parlak bir hukukçu olarak dikkatleri üzerine çekmiş.  

      Muhammed Ali Cinnah, etkin siyasi yaşama 1906 yılında adımını atar.  O yıl Hindistan’da İngilizlere karşı bağımsızlık mücadelesi veren Kongre Partisi'ne katılır.

İlhami Nalbantoğlu
      20.  yüzyılın önemli bir hukukçusu ve devlet adamı olan Muhammed Ali Cinnah, tük Hindistan Müslüman Birliği ve  Pakistan’ın bağımsızlık mücadelesinin önderi olarak Pakistan’ın kurucusu ve ilk devlet Başkanı sıfatıyla, Pakistan halkı tarafından “Ulu Önder” ve “Milletin Babası” olarak anılmaya başlar.

      Pakistan halkı yaptığı  muhteşem bir  anıt-mezar ile de Cinnah’a olan minnettarlığını ölümsüzleştirir. Türkiye Cumhuriyeti ise   Ankara’nın en gözde caddesinin “Vali Doktor Reşit Caddesi” olan adını “Muhammed Ali Cinnah”  olarak değiştirerek konuya olan duyarlılığını gösterir.

      Uçağımızın hareket  saati yaklaşınca Sedat Bey’den Ankara’ya gidecek evrakları teslim alıp,  Karaçi hava alınanı gitmek üzere  yola çıktık. Uçağımız Ankara’ya iner inmez, hemen bir taksiye atlayıp doğru Dışişleri Bakanlığı’nın yolunu tuttuk, evrakları ilgili birime teslim eder etmez derin bir nefes aldık. Devletimiz için kutsal bir görevi  yerine getirmiş olmanın kıvancı ile evlerimize gitmek üzere ayrıldık.

      Aradan yıllar geçti, Ankara’da “Uluslararası Öykü Günleri” adıyla bir edebiyat etkinliğine katılmak üzere toplantının yapıldığı salonunda kalabalığın arasında oturuyordum. Verilen arada  antreye çıkıp, ikinci oturumun başlamasını bekliyordum. Yanıma bir bey yaklaştı.  Konuşacak birini arıyor gibiydi. “Siz de mi öykücüsünüz?”  diye sorunca, evet diyerek, yeni çıkan “Kısa Kıssa Öyküler I” adlı kitabımı uzattım.


      Kitabımı inceledi, teşekkür etti, edebiyat ağırlıklı sohbetimiz devam ederken soru sırası bana gelmişti;

      -“Siz de mi öykücüsünüz?

      “Evet ben de emekli olduktan sonra yazmaya başladım, ilk kitabım yeni çıktı, ama yanımda yok. Ben de size vermek isterdim.” diye yanıtladı.

      -“Yeni mi emekli oldunuz?

      -Evet, bir yıl kadar oluyor, boş zamanları değerlendirmek için yazmaya başladım.” 

      -“Çok affedersiniz nereden emekli oldunuz acaba?”

      -“Dışişleri Bakanlığından, en son Karaçi Konsolosu olarak görev yapıyordum.”  

      Bir an durakladım, ben Karaçi Konsolosu ile hem de Karaçi’de tanışmıştım acaba Konsolos Sedat Erden Bey olmasın?  Şaşırdım, göz hafızamın kuvvetli olduğunu sanırdım, nasıl oldu da anımsayamadım. Hafızamı zorlayınca simayı hatırladım, bozuntuya vermeden  anlatmaya başladım.

      “Yıllar önce heyet olarak Karaçi’ye gelmiştik, sizin konuğunuz olmuştuk, siz bize Karaçi’yi gezdirmiştiniz. Hatta Dışişleri Bakanlığına teslim edilmek üzere bize bir koli evrak teslim etmiştiniz!”

      Bu kez şaşırma sırası ondaydı, o da nasıl oldu da hatırlayamadım diye şaşkınlığını belirtiyordu. Dona kaldı, hafızasını yokladı, hatırlamaya çalıştı,  daha da detaylara girince yavaş yavaş hatırlamaya başladı.

      Böylece yıllar evvel Karaçi’de kısa da olsa bir ortamı paylaşmış olmamız, “Öykü” konusundaki ortak noktamızla çakıştı. “Ankara Öykü Günleri” etkinliğinin geriye kalan tüm programlarını  Sedat Erden Bey’le birlikte izledik, birlikte geldik, birlikte çıktık. Daha sonraları Ankara’da yapılan bütün etkinlikleri, kitap fuarlarını, resim sergilerini, konferansları birbirimizi arayarak birlikte izledik,  iki öykücü olarak iyi arkadaş iyi birer dost olduk…

      Öyküleri ve makaleleri Ahlat Gazetesi’nde yayımlandı…