31 Temmuz 2017 Pazartesi

ACİL GÜNDEM "ÇEVRE"!.. İstanbul ve Anadolu'da üst üste yaşanan afetler, felâketler; "SÜPER HÜCRE" Olayı ve Türkiye Çevre Mühendisleri Odası'ndan "ÇOK ACİL VE ÖNEMLİ" Uyarı!..

İSTANBUL'DAKİ BÜYÜK FELAKETİN NEDENİ SÜPER HÜCRE Mİ? 
SÜPER 
HÜCRE 
NEDİR?
İstanbul'daki felaketin nedeni Süper hücre mi? Süper hücre nedir İstanbullu vatandaşlar 9 günde 2 kez facia atlattı. Hava durumunun ani değişimi ve temmuz ayında dolu yağması insanları şaşırttı. Meteoroloji uzmanları ise bunun süper hücre olduğunu ve ara sıra Anadolu'da da yaşandığını söylüyor. Süper Hücre'nin en önemli özelliği 'mezosiklon' özelliği. Genişliği 3 ila 8 kilometre civarında olan siklondur. Bunu bir bulut oluşumunda dönen bir bulut gibi gözlemleyebilirsiniz. İstanbul dün çok şiddetli dolu ve yağmurun etkisi altındaydı. 9 gün önce de aynı durumun yaşanmasının nedeni süper hücre. Peki süper hücre nedir hava durumunu nasıl etkiliyor?  19 Mayıs Üniversitesi Meteoroloji Mühendisliği Bölümü'nden Yrd. Abdullah Kahraman İstanbul'da yaşanan felaketle ilgili açıklamalarda bulundu. Abdullah Kahraman dün akşam yaşananlarla ilgili olarak şu açıklamalarda bulundu: Bu süper hücreli fırtınaydı. Bu sistem bizim birkaç gündür takip ettiğimiz bir sistemdi. Bir önceki seldeki durum bir süper hücre değildi teknik olarak. O orta ölçekli konvektif sistemdi.Süper hücreli fırtına genişliği yaklaşık 10 km mertebesinde olan fırtınadır. Orta ölçekli konvektif fırtına çok daha geniş bir alanda olur. Bugünü karmaşık yapan şu. Orta ölçeklif konvektif sistem söz konusuydu Trakya'dan. Bir de güneybatıdan gelen bir orta ölçekli konvektif sistem vardı.
SÜPER HÜCRE NEDİR?
Süper Hücre'nin en önemli özelliği 'mezosiklon' özelliği. Genişliği 3 ila 8 kilometre civarında olan siklondur. Bunu bir bulut oluşumunda dönen bir bulut gibi gözlemleyebilirsiniz. Kenarları, çeperleri çok belirlidir. Geçen haftaki selde böyle bir durum yoktu. Dün süper hücre karakterini işaret eden çok sayıda emare gördük. Yüzde 99 'süper hücre'ydi.
EKSTREM BİR OLAY
Gökgürültülü fırtınanın belki de yüzde 1'i süper hücredir. Çok çok az görülür. Bir keresinde 15 Ağustos 2004'te İstanbul üzerinden geçmişti. Yalova'da hortum yapmıştı. Ekstrem bir olay. İstanbul'a denk gelmesi talihsizlik.
ANADOLU'DA OLUYOR
Türkiye'de uzun yıllardır kayıtlarda olan bir hadise. Anadolu'nun pek çok yerinde seyrek olarak görülüyor. Bugünün önemi İstanbul'a denk gelmesi. Çok büyük zararı olmuştur. Dolu dışında hasar yapan şey de şiddetli rüzgardı. Soğuk havanın aşağı doğru boşalması gibi bir mekanizma var. Normalde gök gürültülü fırtınalar aşağıdan yukarıya doğru bir hareketle başlarlar, yerin çok fazla ısınmasıyla ilgili bir durumdur. Hava ne kadar nemliyse o kadar hafiftir. Isınan hava yükselir.
FIRTINA NEDENİ SICAKLIK FARKI
Dünkü durumda yer sıcaktı, yukarı seviyede soğuk hava vardı. Dolayısıyla sıcaklık farkı çok fazlaydı. Bu durumda çok fazla fırtına enerjisi meydana geliyor.
TAM İSTANBUL ÜZERİNDE DENK GELDİ
Çevre koşulları o şekilde gelişti ki, yukarıdaki hava aşağıdaki havaya göre çok ağır ve soğuk kaldı. Olduğu gibi aşağıya çöktü. Dolayısıyla hem bir dolu hem bir fırtına etkisi var. Bu fırtına tam İstanbul üzerinde denk geldi. Yani bu açıdan ilginç bir olaydı. 2014'te de bir hortum yaşamıştık. İstanbul bu tip hadiselere çok uzak değil. 1914'teki hortumda Büyükçekmece'de 2 kişi hayatını kaybetmişti.
TÜRKİYE ÇEVRE MÜHENDİSLERİ ODASI; 
"ACİL TEDBİRLER ÖNERDİ VE UYARDI!.."
ÇOK ÖNEMLİ VE ACİL TEDBİR GEREKTİREN BİR KONU: ‘EN ÇOK TÜRKİYE'Yİ VURACAK’
Küresel iklim değişikliğine ilişkin tartışmaların Türkiye için yeniden gündeme geldiğini söyleyen Çevre Mühendisleri Odası Genel Başkanı Bozoğlu, ‘İç Anadolu’da kuraklık, Ege ve Akdeniz’de ise sel riski var’ dedi. Dünya üzerinde iklim değişikliğinden en çok etkilenecek ülkenin Türkiye olduğunu belirten Baran Bozoğlu, “Çünkü üç tarafı denizlerle çevrili ve Akdeniz Havzası’nda. Bilimsel modelleme çalışmalarında sel felaketleri, bazı bölgelerde kuraklık ve tarımsal üretimin düşüşü özelinde en büyük etkinin Türkiye’de olacağı görülüyor. En çok etkilenecek şehirlerin başında ise İstanbul ve İzmir’in geldiğine dair bir akademik çalışma yeni yayınlandı” ifadelerini kullandı.
[29 Temmuz 2017, Çevre Mühendisleri Odası Başkanlığı  / Ankara]
İstanbul’da yaz ortasında yaşanan sel ve fırtına, tüm dünyanın üzerinde durduğu küresel iklim değişikliğine ilişkin tartışmaların, Türkiye özelinde yeniden gündeme gelmesine neden oldu. Çevre Mühendisleri Odası Genel Başkanı Baran Bozoğlu, dünyanın hızlı bir iklim değişikliği problemi ile karşı karşıya bulunduğunu belirterek, “Bu durum zaman zaman doğrudan bazen de hissettirmeden hayatımızı etkiliyor. İklim değişikliği dendiğinde genelde ilk aklımıza gelen şey küçük bir buzun üzerindeki kutup ayısıdır. Yapayalnız kalmış, buz eriyor ve ölme tehlikesiyle karşı karşıya gibi bir imaj kafamızda canlanıyor. Ancak iklim değişikliği aynı zamanda sel felaketi karşısında İstanbul’da arabaların tepesinde mahsur kalan insanlar da demek. Yani sadece kutup ayıları değil hepimiz tehlikedeyiz” ifadelerini kullandı.
KURAKLIK TAHDİDİ VE SEL RİSKİ
Bozoğlu, şu değerlendirmelerde bulundu: “Sanayi Devrimi’nden sonra dünya yüzeyinde yaklaşık 1.1 santigrat derece sıcaklık artışı olduğunu görüyoruz. İklim değişikliğinin anlamı; buzulların erimesi, sel felaketlerinin artması, kuraklığın çesitli bölgelerde yoğunlaşması, biyoçeşitlilik dediğimiz türlerin risk altına girmesi, ekolojik dengenin bozulması ve gıdaya erişimde sorun yaşanması demektir. Vücudumuzdaki 2-3 derecelik bir artış bizi nasıl hasta ediyorsa dünyada da sıcaklık dengesi bozulduğu anda bütün sistem alt üst oluyor. Dünyanın ısınma potansiyeline bakınca çok daha büyük felaketlerle karşı karşıya kalacağımızı görmek gerekiyor. Türkiye özelinde ise İç Anadol’da ciddi kuraklık, temiz içme suyuna erişimde sıkıntı, Ege ve Akdeniz’de ise sel ve taşkın riskiyle karşı karşıyayız.”
‘YAĞMUR KANALLARI AYRILMALI’
Bozoğlu, İstanbul’daki yapılaşmaya da dikkat çekerek, “İstanbul’da her taraf betonlaşmış. Mevcut park ve bahçeler daraltılıyor. İşte kent merkezindeki yeşil alan azaldığı zaman yüzeyden akan suyun yer altı suyuna karışması engelleniyor. Betonun üzerine yağacak yağmuru tutacak kanalları da yeterince inşa etmiyoruz. Şehirde kanalizasyon sistemi ile yağmur toplama kanallarının ayrılması gerekiyor. Herkesin vicdanını ortaya koyması lazım... Koca kentte 50-150 santimetreçapındaki borularla kanalizasyonu yönetmeye çalışırsak, mazgalları temizlemezsek sel felaketi kaçınılmaz olur” dedi.
TOPLU TAŞIMA ÖNERİSİ
Bozoğlu, söyle devam etti: “İklim değişikliğinin temel sebeplerinden birisi de araç kullanımı. Raporlar Ankara’nın hava kirliliğinin yüzde 33’ten fazlasının araçlardan kaynaklı olduğunu gösteriyor. İstanbul, Ankara ve İzmir’de temiz hava solumuyoruz. Araba kullanımı azaltılıp toplu taşıma geliştirilmeli. Küresel ısınma ile birlikte orman yangınlarında artış olduğu bilimsel raporlara yansımış durumda. Yaz aylarında etrafa atılan sigara izmaritleri, cam parçaları, hafriyat kamyonlarının orman alanlarına izinsiz bir şekilde hafriyat dökmeleri büyük sorun. Çevresel suç işleyenlerin mutlaka kanun önünde yargılanması gerekiyor. Sorumlu bürokrat ve siyasilerde bu konuda hesap verebilir nitelikte olmalı.”
‘EN ÇOK TÜRKİYE ETKİLENECEK’
Dünya üzerinde iklim değişikliğinden en çok etkilenecek ülkenin Türkiye olduğunu belirten Baran Bozoğlu, “Çünkü üç tarafı denizlerle çevrili ve Akdeniz Havzası’nda. Bilimsel modelleme çalışmalarında sel felaketleri, bazı bölgelerde kuraklık ve tarımsal üretimin düşüşü özelinde en büyük etkinin Türkiye’de olacağı görülüyor. En çok etkilenecek şehirlerin başında ise İstanbul ve İzmir’in geldiğine dair bir akademik çalışma yeni yayınlandı” ifadelerini kullandı.
HAYDARPAŞA LİMANI SAVAŞ MEYDANI GİBİ
Kötü hava koşullarının en fazla zarar verdiği Haydarpaşa Limanı’nda ortaya çıkan zarar gün ışığıyla birlikte ortaya çıktı. Devrilen vinçler ve ardından başlayan yangın nedeniyle dün limanda yükleme ve boşaltma yapılamadı. Liman sahasında zarar tespit çalışmalarının sürdüğü, tamamlanmasının ardından enkazların kaldırılma işlemlerine geçileceği öğrenildi.
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANLIĞI: 
METEOROLOJİ’NİN İKAZLARINI DİKKATE ALIN
Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nca, önceki gün İstanbul’da meydana gelen sağanak yağışın ardından, Meteoroloji’nin yapmış olduğu uyarının tam anlamıyla gerçekleştiğinin görüldüğü belirtilerek, “Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün tahmin ve uyarıları dikkate alınırsa bu tip hadiseler daha az zararla atlatılabilir” ifadesi kullanıldı. Bakanlıktan yapılan yazılı açıklamada, Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün perşembe günü 10.45’te yayımladığı 168 numaralı uyarıda söz konusu dolu yağışı, yıldırım hadisesi, ani sel, su baskını ve yağış öncesi kısa süreli fırtına konusunda gerekli ikazların yapıldığı, yapılan ikazların da anında ilgili mercilere iletildiği kaydedildi. Açıklamada, şu ifadelere yer verildi: “İstanbul’da meydana gelen hadiseler dikkate alındığında Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün uyarısının tam anlamıyla gerçekleştiği görülüyor. Ayrıca basında bir bilgi kirliliği yaşanıyor ve herkes bir tahminde bulunuyor. Bu yüzden bütün ilgili birimler, basın ve vatandaşlar Meteoroloji’nin uyarılarını dikkate alırsa bu tip hadiseler daha az zararla atlatılabilir.

29 Temmuz 2017 Cumartesi

"BİTLİS PLATFORMU" Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı Ankara’da "Bitlis Platformu" Toplantısı Düzenledi.

BİTLİS PLATFORMU
Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı’nın Ankara’da düzenlediği “Bitlis Platformu’na hemşehrilerimizce gösterilen büyük ilgi ve katılım yanında konuşmacıların Bitlis’in ve Bitlislilerin sorunlarına yaklaşımları, çözüm önerileri her kesimi memnun ettiği gibi takdir topladı.
Vakfın bu başarılı çalışmalarından dolayı Yönetim Kurulu Başkanı Sayın İlhami Nalbantoğlu’nu tebrik ediyor, teşekkürlerimle birlikte bu tür çalışmalarının devamını diliyorum.
Bitlis Platformu’na katılımlarıyla onur veren ve yaptığı açıklamalarla Bitlis’in ve Bitlislilerin sorunlarını çok iyi bildiğini gördüğümüz Bayındırlık ve İskan Bakanı Sayın Zeki Ergezen’e önce teşekkür ediyor ve başarı dileklerimizi sunuyorum. Bitlis’in sorunlarına yaklaşımındaki samimiyetiyle de bizlere moral verdiğini “Ben Ahlatlıyım, Ben Hizanlıyım, ben Tatvanlıyım demek yerine Ben Bitlisliyim, Ben Türkiyeliyim” şeklindeki konuşmasıyla da halkımızın takdirlerine mazhar olduğunu açıklamak istiyorum.
Bitlis’in il içi ve köy yolları, Tatvan-Ahlat-İran demiryolu, Bitlis Havaalanı, Göl ulaşımı ve deniz otobüsleri, ilköğretim ve lisilerimizdeki öğretmen, ders araç-gereç ihtiyacı, Bitlis Üniversitesi, özelleştirme kapsamına alınan Bitlis Sigara Fabrikası, sit alanı içinde kalan evlerimiz, halkımızın konut ihtiyacı ve toplu konut projesi, bürokratlarımızın yükselme ve atanmaları, halkımıza aş ve iş gibi sorunların gündeme getirildiği, çözüm ve önerilerle çare arandığı bu toplantıda, görüş öneri ve deneyimlerinden yararlanmak üzere konuşmalarını iszediğimiz bir kısım hemşehrilerimiz, Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı’nın tutanaklarını kitap olarak yayınladığı zaman bunları hepimiz tanıyacağız.
Bu tür toplantılarda Bitlis ve Bitlisliyi seviyorsanız lütfen konuşmalarınızı orada konuşma yapanlar düzeyine çıkarınız.
Mesela; Türkiye Vergi Rekortmeni BETAV’ın Yönetim Kurulu Başkanı, Türkiye’nin büyük işadamlarından değerli hemşehrimiz Sayın Cemil ÖZGÜR Bey’in Bitlis Milletvekili Sayın Abdurrahim AKSOY Bey’in, Bitlis milletvekili Sayın Vahit KİLER Bey’in, Bitlis’in yetiştirdiği Türkiye ve Avrupa düzeyinde çok değerli işadamı, BETAV’ın İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı kıymetli hemşehrimiz Sayın Ahmet EREN Bey’in daha söyleyebileceğimiz onlarca hemşehrimizin konuşmalarını örnek alınız. Zamanın elvermemesi nedeniyle toplantıda tartışalamayan birkaç konu hakkında kısaca görüşlerimizi açıklayalım.
Hidroelektrik santralı Bitli dere ve çay sularının birleştiği Ağaçköprü-Avavakfe, Sarıkonak-Narlıdere yerleşim merkezlerinin uygun görülecek merkezlerinden uygun görülecek bir yere yapılacak bir barajla suların enerji üretimine dönüştürülmesi yolları araştırılmalı, yapılacak baraj ve hidroelektrik santralının karlılığı, kısaca fizıbıl olup olmadığı incelenmeli ve projenin karlılığı halinde bu yatırımın finansmanı için Dünya bankası veya diğer uluslararası finans kuruluşları kaynaklarından yararlanma yolları aranmalıdır.
Sayın Valimizin bu önerimize sıcak bakacağını en azından bu konuda bir fizibilite raporu yaptıracağına inanmaktayız.
Oldukça zengin madensuyu, içme ve kaplıca kaynaklarına sahip olmamıza rağmen modern anlamda bir tesis bulunmadığından bu değerli Varlıklarımızdan istenilen ölçüde verim elde edilememektedir. İş adamı ve girişimcilerimizin dikkatlerini bu kaynaklarımıza çekmek istiyoruz. Herhangi bir pazar sorunu olmayan bu kaynaklarımızın yerlerini, özelliklerini, debilerini ve her türlü teknik verileri sunabilecek yetişmiş elemanlarımız bulunmaktadır.
Kamuya hizmet sunan bürokratlarımızın sorunlarına da değinmek istiyoruz. Çok çalışkan, değerli, bilgi birikimi ve deneyimleri yüksek dürüst hemşehrilerimiz kamudaki çeşitli kurum ve kuruluşlardaki görevlerde ülkemize hizmet etmektedirler. Bireysel beceri ve yetenekleriyle belirli bir düzeye gelebilmeyi başaran bu hemşehrilerimizin daha üst görevlere çıkabilmeleri için mutlaka desteklenmkelidirler.
Bilinmelidir ki ülkemizde veya dünyada üst düzey yönetici olabilmek için bazı lobilerin desteğini almak gerekiyor. Ayrıca bir bilgiye, beceriye gerek yoktur.
Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı, 5 Nisan 2003 tarihinde, her kesimin katılımıyla gerçekleşen  “Bitlis Platformu” adındaki toplantıyı yapmakla bir ilke imzasını atmıştır. Tüm sorunlar masaya yatırılmış, çözümler dile getirilmiştir. Toplantıya katılım sağlayan ve en samimi duygularını, görüşlerini sergileyen konuşmacıların, dile getirdikleri, söz verdikleri, taahhüt ettikleri hususlara uyacakları konusunda en küçük bir kuşkumuzun olmadığını belirtiyor. Emeği geçen, destek veren herkesi yürekten kutluyoruz…

"ATATÜRK’ÜN BİTLİS MEKTUPLARI &BÜYÜK ZAFERİN KARARGAHI: AHLAT", Ahlat, Büyük Zafer’e ev sahipliği yapan, Anadolu’nun kapılarının Türklere açılmasının kilidini kıran bir coğrafyanın adıdır.

ATATÜRK’ÜN BİTLİS MEKTUPLARI 
VE "BÜYÜK ZAFERİN KARARGÂHI" AHLAT
Atatürk’ün Bitlisli Küfrevizade Şeyh Abdülbaki Efendiye yazdığı mektuplardan ikisini geçen sayımızda yayımlamıştık. Bu sayımızda ise diğer iki mektubu yayınlıyoruz. 13.08.1919
Bitlis Küfrevizade Şeyh Abdülbaki Efendi Hazretlerine,
Faziletlü Efendim.
Zat-ı fazilanelerinin Bitlis’te olduğunuzu tahmin ediyorum.
Bu defa aldığım malumat üzerine bu husus tevsik edildi.
Makam-ı mualla-yı hilafet ve saltanatın, vatan ve milletimizin içinde bulunduğu müşkül vaziyet malum-u arifaneleridir.
Senaverleri milletimizin bugünkü felaketin içinden çıkacağı güne kadar milletle beraber ve milletin içinde çalışmaya hasr-ı vücut etmekten başka şiar-ı hamiyet olamayacağı kanaatiyle derhal askerlikten istifa ettim.
Çünkü, resmi makam ve sıfatım buna mani oluyordu.
Bugün için yegane çare-i halas, milletin vahdetini bütün cihana göstermek ve hukuk-u mukaddesatımızı milletin ibraz edeceği kudret ile tahsis etmektir.
Erzurum Kongresi’nce takarrür ettirilen esasatı takdim ediyorum. O havalice icabına tevessül buyrularak düşmanlarımızın her türlü muzır telkinatına sed çekmeleri müsellem olan hamiyet ve vatanperverliklerinden intizar olunur.
Arz-ı hürmet ve muhabbet eylerim.
Efendim Hazretleri.
Sabık Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Kemal
Atatürk’ün mektuplarında kullandığı üslup ve saygı ifade eden cümleler, O’nun bu alandaki üstünlüğünü kanıtlar niteliktedir.
Ankara, 24.08.1920
Bitlis’te Küfrevi Şeyhi Abdülbaki Efendi Hazretlerine,
Efendim;
Bu mektubumu bu kere Van Vilayet-i aliyesine tayin edilen atufetlu Kadri Beyefendiye tevdian gönderiyorum.
Mir-i mumaileyh ahval-i hazıra-i umumiye hakkında zatialilerine tarafımdan malumat vereceklerdir.
Zatialileri gibi vatanperver dindaşlarımızın vatani ve fedekarane olan muavenet ve hizmetleriyle vatanımızın ve makam-ı hilafetimizin tahlisine matuf mesai-i meşruamızda ergeç nail-i muvaffakiyet olacağımız hakkındaki kat-i kanaatim layetezeldir.
An karip ümmet-i İslamiyenin Avrupalı müstevlilerden tahlisi hususundaki muvaffakiyet haberlerini zatialilerinize inşallah tebliğ ederim.
Ahval-i mahalliye hakkında beni sık sık tenvir ve öteden beri devam edegelen hidemat-ı vataniyede ve bilhassa ahalimizin irşadı hususunda kemal-i azm-ü sebat ile devam buyurmanızı rica eder, gözlerinizden öperim.
Efendim.
Büyük Millet Meclisi Reisi
Mustafa Kemal
Şeyh Abdülbaki Efendi’nin torunu Şeyh Cesim Küfrevi, Dedesinin Atatürk ile olan bu yakın ilişkisini çok önemsemiş, her ortamda bundan övgüyle söz etmiştir. Demokratik, laik Cumhuriyetin saygın bir savunucusu olmuş, çocuklarını en iyi okullarda okutmuş, vatana ve millete yararlı birer vatandaş olmaları için büyük çaba harcamıştır.
Giyimi, kuşamı, yaşam tarzı ile modern ve çağdaş Türkiye’nin bir bireyi olarak aydın ve ilerici bir profil sergilemiştir.
Çocukları iyi eğitim almış, alanlarında çok başarılı olmuşlar, modern ve çağdaş evlatlar yetiştirmişlerdir.
BÜYÜK ZAFERİN KARARGÂHI: 
AHLAT
Ahlat, Büyük Zafer’e ev sahipliği yapan, Anadolu’nun kapılarının Türklere açılmasının kilidini kıran bir coğrafyanın adıdır. Aynı zamanda da büyük kumandan Sultan Alparslan’ın çağın koşullarına göre büyük savaş karargahıdır.
Zafer öncesi yıllarda, Bizans Doğu Orduları Komutanı Domesticos, büyük bir ordu ile gelerek Ahlat’ı işgal etmişti. Kenti ele geçiren Domesticos’un ilk işi, kalıntıları 70’li yıllarda ortaya çıkarılan dönemin en büyük camilerinden olan Ulu Cami’nin minberini söküp yerine büyük bir haç dikmek olmuştu. Bitlis’te de aynı şeyi yapan Domesticos, yöreye büyük bir korku ve şiddet salmıştı.
Bu şiddet ve zorbalık karşısında Kenti terk eden halk, ileri gelenlerini Halifeden yardım istemek üzere Bağdat’a gönderdiler. Ancak umdukları desteği alamamışlardı. Bunun üzerine işgal güçleri ile bölgede bulunan Ermeniler arasında nüfuz mücadelesi başladı. İsyan üzerine isyan eden Ermeniler, ne halka ne de Bizanslılara huzur vermiyorlardı. Bunun üzerine bölgeye gelen Bizans İmparatoru, çevrede büyük tahribata başladı. Bunun ardından baş gösteren isyanlar bölgedeki Bizans hakimiyetini çökertiyordu.
Sultan Alparslan, karargahını Ahlat’ta kuran ve önemli yararlıklar gösteren Emir Sanduk’a Ahlat’ı bırakmıştı. Türkistan’da kitleler halinde gelen Oğuz Beyleri çevrede yoğunlaşıyorlardı. Kendilerine yurt edinme, hayvancılık ve diğer işlerle meşgul olmanın yanında kendilerinden sonra gelecek Oğuz Taifeleri’ne yer hazırlıyorlardı.
  1. Yüzyıl başlarından itibaren Doğu’dan gelip, Batı’ya doğru kitleler halinde Anadolu’ya doğru ilerleyen Türkmenler, Bizans İmparatorunu oldukça rahatsız ediyordu. Yıllarca süren Selçukluların bu hareketlerine bir son vermek ve onların kesin olarak bu topraklardan çıkarılmasını sağlamak amacıyla büyük bir sefer hazırlıklarına başlanmıştı. İmparator bu sefer için muazzam bir ordu kurmak için çaba sarfediyordu.
Kurulacak bu orduda; Peçenek, Uz, Kıpçak, Hazar Türkleri, Slav, Alman, Bulgar, Ermeni ve Gürcülerden oluşan kuvvetler yer alıyordu. Hazırlıklarını tamamlayan İmparator, İstanbul’dan hareket etti. Bunların dışında da bazı kuvvetlerin gelip kendisine katılacağını umduğu için Sakarya ırmağı kıyısında konakladı.
Bu sırada Sultan Alparslan Halep önlerinde bulunuyordu. Ahlat halkının önde gelenlerinden bir grup Sultan Alparslan’a giderek, Bizans İmparatoru’nun üzerlerine gelmekte olduğunu haber vermişlerdi. Bu haber üzerine süratle geri dönen Sultan Alparslan, beraberindeki askeri birlikleri ile Ahlat’a gelerek burada karargahını kurdu. Bu sırada Bizans İmparatoru da, Selçuklu kuvvetlerinin savunduğu Malazgirt’i alarak, hamlı kılıçtan geçirip buraya yerleşti. Böylece her iki tarafa ait güçler biri Malazgirt, diğeri Ahlat olmak üzere 25 kilometrelik bir mesafede karşı karşıya gelmiş son hazırlıklarını yapıyorlardı.
Sultan Alparslan, Ahlat’a geldiğinde Bizans askerlerinin Ahlat ve çevresinde faaliyet halinde olduklarını gördü. Bunun üzerine hemen harekete geçerek Sanduk Bey’i hassa askelerinden bir bölüğün başına getirerek öncü kuvvet olarak Malazgirt’e doğru gönderdi. Bu öncü kuvvet Ahlat’ın hemen yanındaki Bizans ordusuna uğur getirdiğine inanılan haçı taşıyan birlikle karşılaştı. Bu birlik on bir askerden oluşuyordu. Her iki güç arasında şiddetli bir çatışma oldu. Sanduk Bey, bu birliği yenmiş, üstüne de Bizans’ın Rus komutanı Basilakes’i esir almıştı. Bizans ordusuna uğur getirdiğine inanılan haçı da ele geçirmişti.
Sanduk Bey, esin aldığı Rus kumandan ve
uğurlu olduğu söylenen haç ile Sultan Alparslan’ın huzuruna çıktı. Sultan Alparslan burnu kesik bu kumandan ile haçı Bağdat’ta bulunan Halife’ye gönderdi.
Uzun bir süreden beri Ahlat’ta bulunan ve tüm hazırlıklarını tamamlayan Sultan Alparslan, 24 Ağustos 1071 de Ahlat ile Malazgirt arasında bulunan Zahve mevkiine gelerek burada konuçlandı. Savaş öncesi Bizans İmparatoru’na son bir kez daha savaştan vazgeçip memleketine dönmesi için elçi gönderdi. Sultan Aparslan’ın elçilerini sert ve kaba bir biçimde geri gönderen İmparator, savaşı kazanacağından emin olduğunu   belirterek şöyle diyordu: “Ben bu üstün ve kudretli duruma pek çok para ve çaba sarf ederek kavuştum. Barış ancak ve ancak Selçuklu Başkenti Rey’de yapılacaktır. Ben İslam ülkelerine kendi ülkem gibi hakim olmadıkça asla geri dönmeyeceğim.”
Ardında da “İsfehan mı güzelder, yoksa Hamedan mı?” diye sormuştur. Elçinin “İsfehan” yanıtı üzerine, “Öyleyse İsfehan’da kışlayacağım. Hayvanlarımız ise Hamedan’da kışlayacaktır.” şeklindeki sözleri ile alaylı bir üslup sergilemiştir. Bu alaycı tavır karşısında Sultan Alparslan’ın elçisi “Hayvanlarınız Hamedan’da kışlayabilirler, ama sizin nerede kışlayabileceğinizi bilemem.” Diyerek çok anlamlı bir tarz kullanmıştır.
26 Ağustos 1071 Cuma günü, tüm İslam ülkelerindeki camilerde Sultan Alparslan’ın komutasındaki ordunun muzafferiyeti için dualar edildi. Bağdat’ta bulunan Halife de bizzat minbere çıkarak Sultan Alparslan’ın ordusu için dua etti.
O gün büyük kumandan tüm komutan ve askerleri ile önce Cuma namazı kılındı, ardından tarihi konuşmasını yaptı ve cepheye atıldı.
Çetin geçen savaş, Sultan Alparslan’ın zaferi ile ve Bizans İmparatoru Romen Diyojen’in esir alınmasıyla sonuçlandı. Sultan Alparslan büyük bir erdemlik göstererek esir İmparatoru hiç beklemediği bir şekilde ağırladı ve çok nazik davrandı.
Bu büyük zaferin ardından Anadolu’nun kapıları ardına kadar Türklere açılmıştı. Anadolu’nun ilelebet bir Türk yurdu olması sağlanmıştı.
Bu durum karşısında Ahlat’ın önemi ve üstlendiği misyon unutulacak ya da görmezden gelinecek bir noktada değildir. Her yıl Malazgirt Zaferi’nin kutlamaları yapılırken Ahlat’a da gereken özen ve ihtimamın gösterilmesi gerekmektedir.
Biz Ahlat Kültür Haftasını başlatırken özenle 25 Ağustos tarihini tercih ettik ki 26 Ağustos’ta Malazgirt’te yapılan törenlerle bir ilinti kurularak ortak programlar uygulanabilsin. Ne var ki bu ince ve hassas dengeyi anlayan çıkmadı.
Devletimizden bunu beklemek en doğal hakkımızdır.

27 Temmuz 2017 Perşembe

ZİYA GÖKALP LİSESİ'NDEN AYRILIŞ VE BİTLİS LİSESİ YILLARI (AHLAT GAZETESİ, SAYI: 201)

BİTLİS LİSESİ (*)
Ziya Gökalp Lisesi’ndeki eğitim dönemi hüsranla sonuçlanınca babam oturup düşünmüş ve daha temkinli hareket etmenin gerektiğini anlamıştı. Bunun en kolay ve en ekonomik olanı ise tartışmasız Bitlis Lisesi’nde eğitime devam etmekti. O da öyle yaptı ve beni Bitlis Lisesi’ne kaydettirdi.
Artık bazı görevleri benim sorumluluğuma bırakmış, kendi inisiyatifimi kullanmam için bana fırsat tanımıştı. Ben de okulun açılmasına 2-3 gün kala birkaç arkadaşımla, Bitlis’e gidip birlikte kalacağımız bir ev aramaya başladım.
Tatvan tarafından Bitlis’e girişte, yolun tam kenarında, Bitlis Deresi’nin kıyısında Kazım Paşa İlkokulu’na yaklaşık 500-600 metre uzaklıkta bir evin bodrum katında tek odalı, tuvaleti dışarıda bir yer bulmuştuk.
Tahsin Yaşar Öztürk ve Mustafa Doğan ile birlikte burada kalacaktık. Ahlat’a gidip, çamaşırlarımızı, giysilerimizi ve bir yatak, bir yorgan, bir yastıkla Bitlis’e dönüp evimize yerleştik.
Tahsin Yaşar Öztürk, çocukluk arkadaşımdı, zaman zaman takıştığımız noktalar olmasına karşın genelde iyi anlaşıyorduk. O da lisenin ilk yılını İstanbul’da Dursun Abisi’nin yanında okumuş, bazı nedenlerden ötürü Bitlis’e dönme durumunda kalmıştı. Mustafa Doğan ise ilk kez Bitlis’te başlıyordu. Bizim bir önceki yıl büyük kentlerde yaşamış olduğumuz uyum sıkıntılarını şimdi o Bitlis’te yaşıyordu. Yanında bizim gibi deneyimli ağabeyleri olmasına karşın o da bu konuda başarılı olamamış, eğitimini yarıda bırakmak durumunda kalmıştı. Mustafa Doğan zeki ve donanımlı birisiydi, o dönemlerde babasını kaybetmişti. Bu travma onun eğitimini sürdürmesini engellemişti.
Okul, yeni öğretim yılına Bitlis Lisesi’nin eski taş binasında başlamıştı. Ufak tefek olduğum için sınıfın en ön sırasına oturmuştum. Yanımda ise benim gibi ufak tefek olan Takiyettin Ötücü oturmuştu. İlk gün tanıştık, bana yakın ve sıcak davranıyordu. Birkaç gün sonra kaynaşmış iyi arkadaş olmuştuk. Boş zamanlarımızda bana Bitlisi gezdiriyordu. Takiyettin, kısa boylu, toplu ve çok hareketli, zeki ve çalışkan bir öğrenciydi. Bana çok yardımı dokunuyordu.
Günler geçtikçe okuldaki diğer öğrencileri de tanıma fırsatı buluyordum. Değişik sınıflarda okuyan Ahlatlı öğrencilerin sayısı bir hayli fazlaydı. Bu yüzden Ahlatlı öğrencilerin Bitlis halkı ve esnafı üzerinde pozitif bir etkisinin olduğu gözden kaçmıyordu. İstediğimiz her lokantada yemek yiyor, her esnaftan alış-veriş yapabiliyorduk. Borçlanıyor, paramız geldiğinde aksatmadan ödüyorduk. Bitlis halkının bu anlayışlı yaklaşımı bizi çok rahatlatıyordu, güvenilir olmak moralimizi yüksek tutmamıza olanak sağlıyordu.
Bitlis Lisesi’nde eğitim gören Ahlatlı öğrenciler, Mensur Tunç, Naci Yılmaz, Hüseyin Albayrak, Tuna Öktem, İsmet Gülbahar, Nevzat Deveci, Kadir Ayber,, Zafer Aydoğan, Necmettin Aydoğan, Tuncer Aydoğan, Cengiz Çiroğlu, Sait Kurban, Tahsin Yaşar Öztürk, Eşref Bubani, Mustafa Doğan, Turan Güvener, Necdet Tekin, Nahit Köse, Metin Sümer, Fikri Polat, Abdurahman Aydın en büyük çoğunluğu oluşturuyordu. Bu durum Ahlatlı gençlerin okumaya olan ilgilerinin bir göstergesiydi. Ahlatlıların yanı sıra;
Adilcevaz’dan, Ziya Koçak, Zeki Pesen, Ercişten, Nihat ve Hayati Alkan kardeşler,
Tatvan’dan, Suphi Özmen,  Ali Galip Karakan, Salih Binici, Fevzi Dede, Yılmaz Kılıç, Fevzi Karaman,
Bulanık’tan, Kemal Kemaloğlu, Yakup Dalkıran  eğitim için Bitlis’i tercih eden öğrencilerdi. Hatırı sayılır bir dayanışma ve yardımlaşma içerisinde ve  olanaklar ölçüsünde eğitimimizi tamamlamaya çalışıyorduk.
Eski taş binadaki eğitimimiz sürerken, öte yandan lisenin yeni binası tamamlanmıştı. Uygun bir tarihte yeni binaya taşınılacaktı, hazırlıklara başlandı. Bir tatil aralığında yeni binaya taşındık, biz öğrenciler de bazı alanlarda yardımcı oluyorduk. Yeni bina inanılmaz derecede modern ve güzeldi. Eski binada olmayan spor ve konser salonu, laboratuarlar, resim atölyeleri,  voleybol sahası, geniş ve ferah derslikler, öğretmenlerimizin kalacağı tek kişilik lojman niteliğindeki mekanlar, okulun önündeki geniş tören alanı  tarifsiz bir moral desteği olmuştu. Bu bina o tarihte Bitlis’te yapılan binaların belki de en moderni ve en güzeliydi.
Bu yeni ve modern okuldu çoğunluğun ilgisini çeken öğretmenler şunlardı;  Okul Müdürü Vecihi Timuroğlu, Tarihçi Necati Kotan, Edebiyatçı Veysel Sönmez, Resim öğretmeni Kazım Şentürk, Fransızca öğretmeni Ayla Akbal, Beden Eğitimi Öğretmeni Eşref Bey, Coğrafya Öğretmeni Ayşen Topkaya, Fizik öğretmeni Ülgüt Topkaya, Matematik öğretmeni Cengiz Çivi, Cebir öğretmeni Kaplan Kemaloğlu, Sanat Tarihi, İngilizce ve Beden Eğitim Öğretmeni Nihat Boydaş’tı.
Bunlardan Veysel Sönmez ile Nihat Boydaş sonradan eğitimin en yüksek kademesi olan Profesörlük makamına yükseldiler. Biri Ankara Hacettepe Üniversitesi’nde diğeri Ankara Gazi Üniversitesi’nde  uzun yıllar sayısız öğrenci yetiştirdiler, sonunda bileklerinin hakkı ile öğrencileri tarafından “Hocaların Hocası” olarak onurlandırıldılar.
Prof. Dr. Nihat Boydaş, aynı zamanda benim yazı, grafik, hat ve kaligrafiye olan yeteneğimi keşfeden  kişi olarak benim yaşamımda önemli bir yeri işgal etti.
Kaldığımız ev oldukça ilkel bir yerdi, soba kuramamıştık, Bitlis’in ağış kış koşullarında sobasız bir evde yaşayabilmek kolay bir iş değildi. Soğuk günlerde genellikle arkadaşlarımızın evlerine sığınıyorduk. Bu durum ev arkadaşımız Mustafa Doğan’ı çok yıpratmıştı. Bir gün eşyalarını toplayıp Ahlat’a döndü. Artık okumayacağını söylüyordu.
Bu evde barınamayacağımızı anlayınca ben Tuna Öktem ile ayrı bir eve taşındım, Tahsin Yaşar Öztürk de Tütün Fabrikası yolunun üzerindeki öğrencilerin kaldığı bir otel odasına taşındı.
Tuna Öktem ile kaldığımız yeni evimizde artık sobamız vardı, ev işlerini ortaklaşa yapıyorduk. Tuna, tertipli düzgün, giyimine, kuşamına özen gösteren bir arkadaştı, iyi anlaşıyorduk. Yaz  tatilinde 4 ay kira vermemek için bu evi boşalttık.
Ertesi yıl okullar açılacağı günlere az kala, bir gün yolda Bitlis‘in önemli ailelerinden birinin mensubu olan Cesim Küfrevi karşılaştım. Benimle ilgilendi, durumumu, kaldığım yeri sordu. Ben de olduğu gibi anlatınca .bana hemen eşyalarımı toplayıp bana vereceği eve taşınmamı istedi. Ben arkadaşımın olduğunu söyleyince, onu da getirmemi sıkıca tembihledi. Tahsin Yaşar Öztürk ile eşyalarımızı alıp, İnönü Mahallesi’ndeki Küfrevi Dergahı’nın içindeki boş bir eve taşındık.
Giriş katında olan eski, kemerli tarihi bir Bitlis eviydi burası, büyük bir kemeri vardı.  Gaz lambası ile aydınlatılıyordu. Küfrevi Dergahı’nın hizmetçileri her gün yakacağımız miktarda evin önüne  odun koyuyorlardı. Her gün olmasa da sıklıkla burada pişen yemeklerden de gönderiyorlardı. Çok mutlu bir şekilde okula gidiyorduk.
Öğretim yılı ortalarına doğru,  Vakflar Genel Müdürlüğü’nün  Bitlis Erkek Öğrenci Yurdu açıldı, artık lise son sınıfındaydık,eğitimimizin kalan kısmını burada tamamladık.
İlk yıl, ikinci sınıfa bir desten borçlu geçmiştim. Çalışıp Eylülde bu dersi verdikten sonra artık ikinci sınıftaydım. Kendime olan güvenim de artmıştı. Yavaş yavaş farklı yeteneklerimle dikkatleri çekmeye başlamıştım. Gerekli olmadığı halde sürekli renkli gözlük kullanıyor, saatimi sağ koluma takıyor,  kadranını içi ya da dışa gelmeyecek şekilde ayarlıyordum. pardösümün kemerini farklı biçimlerde bağlıyordum, kravatımı herkesin bağladığından farklı bir biçimde bağlıyordum. Yazımı değiştirmiş kendime özgü köşeli bir yazı stili geliştirmiştim.. Bu yolla içerik olarak pek başarılı olamasam da estetik olarak kompozisyon öğretmenimin dikkatini çekmiş, yazdığım yazının  öğretmen tarafından sınıf arkadaşlarıma gösterilmesini sağlayarak bir farkındalık yarattığımı kanıtlamıştım.
Lise ikinci sınıftayken, arkadaşlarım arasında kızlara şiir yazma modası başlamıştı. Herkes birbirine şiirler yazıyor, bir şiir furyasıdır almış başını gidiyordu. Bu moda akımından ben de etkilendim ve  başladım şiir yazmaya. Günlerce uğraştım ama hiçbiri benim istediğim gibi olmuyordu. Sonunda pes ettim ve anladım ki, benim hayatta asla yapamayacağım işlerden biriymiş şiir yazmak. Yaşamım boyunca bir daha böyle boyumu aşan bir işe bulaşmadım.
Lise üçüncü sınıfa geçtiğimde, artık okulun jokeri olmuştum. Nerde bir etkinlik yapılacak, nerde bir angarya iş var, öğretmenler bizzat sınıfa gelip, beni göstererek ders öğretmeninden izin alıp götürüyorlardı. Bu durum hoşuma gidiyordu, hem aranan, önemsenen bir öğrenci olduğumu hissediyor, hem de dersten kaytarmış oluyordum.
O yıllarda lise bitirmelerinde yılsonunda tüm derslerden sınava girilip başarılı olunca mezun olunuyordu. Sırayla tüm son sınıf derslerinden birer ikişer gün arayla sınavlara giriyorduk. Sınavlar okulun spor salonunda yapılıyordu. Sıra resim dersi sınavına gelmişti. Resim Öğretmenimiz Nihat Boydaştı. Sınav başladı, konu olarak bir reklam afişi yapmamız isteniyordu. Ben, Bitlis’in çok ünlü tütününü için bir reklâm afişi yapmayı seçtim ve başladım yapmaya. Zaman ilerliyor, sınav denetmeni öğretmenler arada dolaşarak kimin ne yaptığını kontrol ediyorlardı. Bir süre sonra benim yanıma sıkça gelmeye başladılar. Resim dersi kopya çekilecek bir ders olmadığı için neden geldiklerini anlayamıyordum. Sınav bitti resimlerimizi teslim ettik, tam çıkarken Resim Öğretmenimiz Nihat Boşdaş beni yanına çağırdı ve ayrılmamamı söyledi.
Bir süre bekledim, Nihat Boydaş, yanında diğer öğretmenler, elinde sınav kâğıtları ile benim koluma girerek öğretmenler odasına götürdü. Herkes yerini aldıktan sonra benim yaptığım resmi çıkararak üzerine 10 yazdı, imzaladı, diğer öğretmenlere uzattı, onlar da imzaladılar.
Bana, diğer resimler için benim de not vermemi istediğini söyledi, dediklerini aynen yaptım. Tüm öğrenciler arasında tek 10 alan öğrenci bendim. Böylece benim resme karşı olan ilgim ve yeteneğim, liseden mezun olacağım son gün ortaya çıkmış oldu. Çok başarılı bir öğrenci olarak değil ama yetenekli biri olarak Bitlis Lisesi’nden mezun olmuştum.
Hep merak ederim, acaba önceden bilinseydi sonuç nasıl olurdu?
Lise bitti, Bitlis’ten ayrıldım, ancak Nihat Boydaş’tan ayrılmadım. Yakın arkadaş olduk, dost olduk. Bana çok şey öğretti, ona çok şey borçluyum.  Bana sıklıkla söylediği; “Ya İlhami, ben mi senin öğretmeninim, yoksa sen mi benim öğretmenimsin anlamakta güçlük çekiyorum.”  Sözleri ise benim ödülüm… (*) İlhami NALBANTOĞLU, "AHLAT GAZETESİ" YIL: 24, SAYI: 201, AĞUSTOS-2017

21 Temmuz 2017 Cuma

"ANADOLU’NUN KAPISI, TÜRKİYE’NİN TAPUSU: AHLAT, İlhami NALBANTOĞLU

ANADOLU’NUN KAPISI, TÜRKİYE’NİN TAPUSU: AHLAT

İlhami NALBANTOĞLU
Tarihçiler tarafından “Oğuz Taifesi Şehri” diye adlandırılan ve Ortaçağ Türk İslam dünyasının en önemli kültür ve sanat merkezlerinden biri olan Ahlat, bu özelliğinden dolayı “”Kubbe-tül İslam adı ile de anılmıştır.
Bugün ise geçmişteki bu parlak döneminden dolayı Türkiye’nin “Tapu Senedi” olarak tanımlanan Ahlat, dünü günümüze bağlayan bir köprü görevi görmektedir.
Ahlat, Doğu Anadolu’da Van Gölü’nün kuzeybatı kıyısında Bitlis İli’ne bağlı 25.000 nüfuslu tarihi bir kenttir. Yüzölçümü 1044 km. karedir. Eski adı Hilat olan Ahlat’ın  eski kent merkezi, 4,5 km. eninde, 11 km. boyunda, yaklaşık 49,5 km. karelik bir alan üzerinde kurulmuş 9 mahalleden oluşmaktadır.
Roma, Med, Pers, Bizans gibi devletlerin hakimiyetinin yaşandığı, İslamiyet’in doğuşunu takip eden yıllarda bu dini yaymak için at koşturan Müslümanların fethetmek için kan döktüğü Ahlat, 1071 yılında büyük kumandan Alparslan’ın Bizanslıları bozguna uğratmasıyla, Türklerin Anadolu’yu yurt edinmelerinde çok önemli rol oynamıştır.
Alparslan, Anadolu kapılarını Türklere açarken savaşa Ahlat’ta hazırlanmış, Bizans kuvvetleri ile ilk çarpışmalar Ahlat’ın kuzey sırtlarındaki  Sütey Yaylası mevkiinde başlamıştır. Büyük kumandan Alparslan, burada Cuma namazını kılmış, atının kuyruğunu bağlanmış, ordusunun moral ve motivasyonunun sağladığı etkili konuşmasını yapıp düşman üzerine yürümüştür.
Türklerin Anadolu’ya ilk geldikleri yıllardan itibaren sürekli yurt edindikleri bu merkezde
Roma ve Bizans dönemleri de dahil olmak üzere her dönemden kalma değişik tarihi kalıntılara rastlanmaktadır. Bu kalıntılardan en önemlileri kuşkusuz Müslüman Türklere ait olanlarıdır. Ahlat’ta değişik zamanlarda üç ayrı kale inşa edilmiştir. Birinci ve ikinci kalelerin kalıntıları dururken, üçüncü ve sonuncu kale, bütün ihtişamıyla günümüze dek ayakta kalmayı başarmıştır. Van Gölü’nün hemen kıyısında yapılmış olan bu kalenin  yapımına Kanuni Sultan Süleyman zamanında başlanmış olup II. Selim zamanında bitirilmiştir.(1568) Kalenin yapımında büyük sanatkar Mimar Sinan ve Zal Paşa’nın görevlendirildikleri belirtilmektedir. Kale, iç ve dış kale olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Kalenin içinde İskender Paşa ve Kadı Mahmut adlarında iki büyük cami vardır. İskender Paşa Camii (1564-1565) yıllarında, Kadı Mahmut Camii ise (1584-1597)  yılları arasında tamamen Osmanlı mimarisi tarzında inşa edilmişlerdir.
Ahlat’taki kümbetlerin en büyüğü Usta Şakirt Kümbeti’dir. Kare biçimli bir kaide üzerinde yükselen bu kümbetin tezyini, işleme ve dekorasyonu son derece göz alıcıdır. 1275 tarihinde yapılan Mahmut oğlu Hasan Aka Kümbeti şekil bakımından aynı özelliği taşımaktadır. Bunlardan başka Boğatay Aka Kümbeti 1281, Hüseyin Timur Kümbeti 1279, Mimar Kasım tarafından yapılan ve mevcut kümbetler içinde en zengin bezemeleriyle dikkatleri çeken Erzen Hatun Kümbeti 1377, Türk türbe  mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan ve gövdesindeki kısa sütunlarıyla hareketli bir görünüme sahip olan Emir Bayındır Kümbeti 1481, özel şekliyle diğerlerinden farklı bir yapıya sahip olan kümbet mimarisinin çeşitlemesi konusunda iyi bir örnek teşkil eden Emir Ali Kümbeti en önemli örneklerdendir. Bunlardan başka değişik adlar verilen, bazılarının adı ve yapıldığı tarih bilinmeyen 15’den fazla kümbet daha vardır Ahlat’ta.
Çevreye mistik bir görünüm ve eşsiz bir manzara veren bu kümbetlerin dışında, üzerlerinde ejder kabartmaları, geometrik ve bitkisel bezemeler bulunan, ait olduğu kişinin şahsiyeti ile ilgili bilgiler içeren, boyları 4 metreyi aşan binlerce mezar taşının bulunduğu mezarlıklar da vardır Ahlat’ta.
Bu mezarlıklardan en önemlisi ve en büyüğü Meydanlık Mezarlığı’dır. Bu mezarlıkta mezar taşlarından başka, mezar yapıları olduğu anlaşılan ve halk tarafından “akıt” adı verilen mezar odaları mevcuttur. Kümbetlerin mumyalık kısımlarını anımsatan ve çoğu toprak altında olan bu yapılar “Tümülüs” mezarlarını andırmaktadırlar. Mezar taşlarının çoğunun üzerinde “Bütün nefisler ölümü tadıcıdır.” ibaresi yer almaktadır. Bazılarında ise büyük ozan Yunus Emre’den deyişler bulunmaktadır.

          “Yeryüzünde geze idim
            Uğradım mirkatlar yatur
            Kimi ulu kimi kiçi
            Kimi yiğit kimi koca
            Kimi vezir kimi hoca
            Ançılayın çoklar yatur.”

Bu dizelerden Koca Yunus’un Ahlat’ta da bulunduğu anlaşılmaktadır.
Bunların dışında Bayındır Köprüsü ve darphane olduğu anlaşılan yapının kalıntıları, 13. yy da dünyanın en büyük camilerinden biri olduğu anlaşılan “Ulu Camii”nin kalıntıları, “Taşdirek” olarak adlandırılan “Bayındır Padişah”ın yazlık köşkü olduğu belirlenen yapının kalıntıları, “çifte hamam” Ahlat’ta bulunan eserlerden bazılarıdır.
Ahlat’taki tarihi dokunun bu derece tahribata uğramasının bir başka nedeni de burasının deprem kuşağı üzerinde bulunmasıdır. Çeşitli zamanlarda meydana gelen şiddetli depremler, bu eserlerin büyük bir kısmını yerle bir etmiştir. Hatta bir keresinde meydana gelen büyük bir deprem sonrası binlerce kişi yaşamını yitirmiş, birçok eser yıkılmış bunun üzerine depremlerden bunalan 12.000 ailenin Kahire’ye göç ettiği, halen burada “Ahlat Mahallesi” olarak bilinen bir semtin olduğu bilinmektedir. Buradan hareketle Ahlat’ın nüfusunun 300.000 civarında olduğu, dönem itibariyle dünyanın en büyük kentleri arasında yer aldığı anlaşılmaktadır.
Ahlat, günümüzde tarihi geçmişi ile geleceğe ışık tutan, doğal ve turistik güzelliğiyle özellikle son yıllarda “Doğu’nun Bodrum’u” olarak tanımlanan bir kent haline gelmiştir.
Bu özellikleriyle geçmişte başta “Kubbet-ül İslam” olmak üzere  “Ata Yadigarı Şehir”, “Oğuz Taifesi Şehri”, “Kadim Şehir”, “Tapu Senedimiz”, “Anadolu’da Türk Mührü” “Doğu’nun Bodrum’u” gibi isimlerle taltif edilen Ahlat, “Anadolu’nun Kapısı, Türkiye’nin Tapusu” tanımlamasını da yukarıda sayılan diğer unvanları gibi fazlasıyla hak etmektedir.
Bu sebeple bu değerleri bünyesinde barındıran Ahlat’ın daha fazla yıpranmaması için onu daha iyi bir biçimde korumanın en başta gelen görevlerimizden biri olduğunu asla unutmamamız gerekmektedir.

BİTLİS’İN ÜÇ VAKFININ DA KURUCUSU OLAN TEK İSİM: İLHAMİ NALBANTOĞLU Prof. Dr. İla MİNA

İLHAMİ NALBANTOĞLU
BİTLİS’İN ÜÇ VAKFININ DA KURUCUSU OLAN TEK İSİM: İLHAMİ NALBANTOĞLU
Prof. Dr. İla MİNA
Bir tesadüf sonucu tanıma şansına sahip olduğum çok değerli bir insan Sayın İlhami Nalbantoğlu’nu, Bitlis gibi küçük bir ilimizde üç ayrı vakfın kurucuları arasında olduğunu gördüğümde şaşırıp kalmıştım.
Sayın İlhami Nalbantoğlu;
1.Bitlis Eğitim ve Tanıtma Vakfı’nın kurucuları arasında 19. sırada yer almaktadır. Ayrıca Bitlis Eğitim ve Tanıtma Vakfı’nın 7 kişiden oluşan Kurucular Kurulu’nun üyesi ve Yayın Kurulu Üyesi olarak çıkarılan 18 adet“Betav Dergisi”nin
Editörü olma onurunu taşıyan bir isim.
2.Ahlat Kültür Vakfı’nın kurucusu ve Kurucu Başkanı. Tek başına bu vakfın kuruculuğunu gerçekleştirmiş. Ancak kendine yol arkadaşı olarak seçtiği arkadaşlarının ihanetine maruz kalmış olduğu için ayrılmayı tercih etmiştir.
İlhami Nalbantoğlu, 7 yıl süreyle bu Vakfın başkanlığını yürüttüğü süre içerisinde 7 adet kitabın yayımlanmasını gerçekleştirmiş, yedi yıl süre ile Ahlat’ta çok zor koşullarda “Ahlat Kültür Haftası”nın gerçekleştirilmesini sağlamıştır.
Ne acıdır ki, büyük bir idealle gerçekleştirilen “Ahlat Kültür Haftası”politik tercihlere kurban edilmiş ve değişik adlarla tekrarlanmaya çalışılmış, ancak bünye bu girişimleri kabul etmemiştir.
3.Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı’nın kurucu Başkanı olan İlhami Nalbantoğlu, 24 yılı aşkın bir süreyle pek çok başarıya imza atmış, kültürel ve sanatsal etkinlikleri, yayınları, çıkarmakta olduğu “Ahlat Gazetesi” ile bölgenin tanıtımı için büyük emek ve çaba göstererek bir misyonu yerine getirmiştir.
Koca Bitlis ilinde böylesine üç vakfı kuran ya da kurulmasına katkıda bulanan ikinci bir şahsı görmek mümkün değil.
Sayın İlhami Nalbantoğlu’nun kültürel boyutlu hizmetleri bu kadarla sınırla kalmamış.
Bitlis ve Ahlat içerikli yayınlarının sayısı 17’yi aşıyor. İlhami Nalbantoğlu, 24 yıl süreyle yapımını ve yayınını sürdürdüğü Ahlat Gazetesi’nin 200’e yaklaşan sayısıyla Bitlis İli kapsamında gene başka benzeri olmayan bir rekoru gerçekleştirmiştir.
Ülke genelinde ve uluslararası düzeyde gerçekleştirdiği sanatsal ve kültürel aktivitelerle Ahlat ve Bitlis adlarını evrensel platformlara taşıyarak bir başka örneği olmayan başarılara imzasını atmıştır. Yurt içinde ve yurt dışında açmış olduğu 17 sergi ile kendi ürünü olan eserlerinin yanında Ahlat ve Bitlis’i tanıtan görsel etkinliklere imza attı.
İlhami Nalbantoğlu, ulusal ve uluslararası sempozyum, panel ve konferansları ile gerek Bitlis’in, gerekse Ahlat’ın gizli kalmış, gün yüzüne çıkmamış potansiyel değerlerini gün yüzüne çıkararak ulusal ve uluslararası arenada mensubu olduğu yörenin kültürel ve insani değerlerinin gündeme taşınmasında önemli bir görevi üstlenmiştir.
İlhami Nalbantoğlu, son olarak Atatürk Araştırma Merkezi tarafından 2016 yılı başlarında Bitlis’te gerçekleştirilen “19. Yüzyıldan Günümüze Türk-Ermeni İlişkilerinin Bölgesel Politikalara Etkisi Uluslararası Sempozyumunda” “Dindar Bir Müslüman ile Ahiret Kardeşi Olan Ermeni Asıllı Bir Kadın Özelinde Türk-Ermeni İlişkileri Açısından Yeni Kuşağa Yansıyan Pozitif Kazanımlar” konulu sunumu ile Rusların Bitlis’i işgali sırasında bir gecede şiddetli soğuğa terk edilip buz kesilen “Bitlis’in Bin Çocuğu” konusunu gündeme taşıyarak bir farkındalık yaratılmasını gerçekleştirmiştir.
Sayın İlhami Nalbantoğlu, gerek Ahlat’ın, gerekse Bitlis’in uluslararası arenada yer almasını, adlarının duyurulmasını sağlamak için Başbakanlık Tanıtma Fonu, Avrupa Birliği Projeleri, Milli Güvenlik Kurulu, Kültür ve Turizm Bakanlığı gibi kuruluşlardan elde ettiği finansman desteği ile Ahlat ve Bitlis’in tanıtımına katkı sağlamak suretiyle önemli ve benzeri olmayan bir başarıya imzasını atmıştır.
Sayın İlhami Nalbantoğlu, 2010 yılında yayımladığı “Ahlat Halk Hekimliğinin Efsane İsmi Abdullah Nalbant Usta” adlı eseri ile Bitlis Eren Üniversitesi bünyesinde babası merhum “Abdullah Nalbant Usta”adına bir kütüphane kurulması için ilk partide 5.000 adet, daha sonra 2.000 adet kitabı adı geçen üniversiteye göndermiş, kütüphanenin kurulması süreci beklenmektedir.
Başbakanlık Merkez Teşkilatı’nda 43 yıl hizmet veren İlhami Nalbantoğlu, Başbakanlık Mevzuat Dairesi Başkanlığı görevinden emekli oldu.
Halen, Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı’nın Başkanlığını yürütmekte, Vakfın yayın organı olan “Ahlat Gazetesi”ni yayımlamakta, akademik çevrelerde konferanslar vermekte, sempozyumlara katılmakta, bilgi ve birikimlerini toplumun yararı için kullanmaktadır.