26 Aralık 2019 Perşembe

SEKSEN DARBESİ, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU

SEKSEN DARBESİ
Orgeneral Kenan EVREN
Bir Cuma günüydü, takvimler 12 Eylül 1980’i gösteriyordu. Ankara sonbaharının güzel ve güneşli bir gününe uyanmıştık.  Her zaman olduğu gibi o gün de erkenden kalkıp, işe gitmek için hazırlanıyordum.
      Sabahları hazırlanırken televizyonu açıp haberleri izlemek gibi bir alışkanlığım yoktu. Ancak o gün komşularımız televizyonlarının sesini o kadar çok açmışlardı ki sesleri her taraftan duyuluyordu.  Acaba ne olmuş ki böyle yüksek sesle hiç durmadan konuşan kişinin ne anlattığını merak ettiğim için televizyonun açma düğmesine bastım.
      Ekranda askeri üniformalı bir general heyecanla bir şeyler anlatıyordu.  Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren’in  “ Türk Silahlı Kuvvetleri gece yarısı saat 03.00’ten itibaren yönetime el koymuştur.” şeklindeki konuşmasını duyunca donup kalakaldım.
      Hazırlık yapmayı bir kenara bırakıp, önce eşime haber verdim, sonra da televizyonun içine girecek kadar yakınından olanı biteni anlamaya çalışıyordum.
      General Evren, sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini, kimsenin sokağa çıkmamasını, halkın evinden çıkmadan Silahlı Kuvvetlerin uyarıları doğrultusunda hareket etmesi gerektiğini belirtiyordu.
      General Evren’in ifadelerine göre, bu askeri müdahale ile Süleyman Demirel'in Başbakan olduğu hükümet görevden alınıyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi lağvediliyor, 1961 Anayasası uygulamadan kaldırılıyordu.
      Böylece Türkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı bir askerî dönem başlıyordu,  ne acıdır ki bu yeni  sürecin ne kadar süreceği belli değildi.
      12 Eylül 1980 darbesinin ardından siyasi partiler lağvedildi, parti liderleri önce askerî üslerde gözetim altında tutuldu, ardından yargılandı.
     
Başbakan Bülend ULUSU
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'dan oluşan Milli Güvenlik Konseyi, radyodan okunan ilk bildiriye göre:
      İç Hizmet Kanununun verdiği Türkiye Cumhuriyeti'ni kollama ve koruma görevini yüce Türk Milleti adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine bütünüyle el koymuşlardı. Bu 1 Numaralı bildiriydi.
       Aynı günün  2 numaralı bildirisiyle ülke genelinde 13 sıkıyönetim bölgesine 13 general sıkıyönetim komutanı olarak atanıyordu.. 7 numaralı bildiriyle de siyasi partilerin faaliyetlerinin yasaklanmış olduğu ve Türk Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay  dışındaki  tüm derneklerin faaliyetlerinin de durdurulmuş olduğu duyuruluyordu. Aynı bildiriyle, Emniyet Genel Müdürlüğü başta olmak üzere polis teşkilatı Jandarma Genel Komutanlığının emrine veriliyordu.
      Darbenin yapıldığı  gün Emniyet ve MİT üst düzey yöneticileri Genelkurmay Başkanlığına davet edilmiş ve TRT ile PTT Genel Müdürleriyle beraber tecrit ediliyorlardı.
      Cumhuriyetimizin kurulmasının  sonrasında  27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi yapılıyor, daha bunun tahribatı ve yaraları sarılmadan  12 Mart 1971 muhtırası veriliyordu.
      Bu muhtıra ile dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, sonradan Türk siyasi literatürüne girecek olan ünlü şapkasını alıp gidiyordu.
      Bu demokrasi kesintisi daha rayına oturmadan bu kez  Türk Silahlı Kuvvetleri, 12 Eylül 1980 tarihinde   hiç gözünü kırpmadan üçüncü  kez, Demokrasimizin kesintiye uğratılmasını marifetmiş gibi gururla açıklıyordu. Böylece Türk siyasetinin yeniden tasarlandığı bir askeri dönem başlıyordu.
     Televizyonun başında bunları dinlerken, bir yandan da devletin işlerinin aksatılamayacağını, bazı önemli işleri kim olursa olsun, kim göreve gelirse gelsin yapılmasının zorunlu olduğunu düşünüyordum. Bir Başbakanlık çalışanı olarak benim de bir sorumluluğum olacağını düşünüyordum.
 Sokağa çıkma yasağı vardı, buna karşın hiç tereddüt etmeden işe gitmeye karar verdim.      Çankaya Hoşdere Caddesindeki evden çıkıp arka sokaklardan yürüyerek Başbakanlık Merkez Binasına geldim.
      Binanın önünde bir tank, namlusunu giriş kapısına çevirmiş öylece duruyordu. Çevrede askerler vardı, içeride ise müracaat memurları askerlere bazı şeyler anlatıyorlardı. Askerler beni görünce tedirgin oldular, müracaat memurları personel olduğumu belirtince içeri girmeme izin verdiler. Giriş katında bulunan Müsteşar Yardımcısı Hasan Celal Güzel’in odasına kendimi zor attım.
      Hasan Celal Güzel, al yanakları iyice kızarmış bir biçimde makamında üniformalı askerlere Başbakanlığın işleyişi ile ilgili bilgi veriyordu.
      Askerler, bürokrasiyi bilmedikleri için çalışan görevlilerin bilgilerine gereksinim duyduklarını,  kilit noktalarda çalışan personelle yardımlaşma içinde olmaya mecbur olduklarını biliyorlardı.
      Bu yüzden oldukça kibar davranıyorlardı. İçlerinde iyi eğitim almış, bilgili, donanımlı olanları vardı. Bunların bir kısmı Başbakanlık Merkez Teşkilatı’nın idari makamlarında yıllarca görev yaptılar.
      Hasan Celal Güzel’in makamında sadece sekreteri Timsal Hanım vardı.  Timsal Hanım, gece yarısı evlerinden alınarak buraya getirildiklerini anlattı. O saatten beri aç susuz çalıştıklarından söz etti. Timsal Hanım’ın odasında benden önce buraya gelen  İhsan Memiş adlı arkadaşımız vardı. O da benim gibi kendi inisiyatifi ile gelmeyi becermişti.
      Sekreterin odasında akşamın ilerleyen saatlerine kadar bekledik. Hasan Celal Güzel, görevi ile ilgili hassas bilgileri  aktardıktan sonra  o günün akşamında görevinden ayrılacaktı. Geç saatlere kadar orada bekledikten sonra, bize birer görev kağıdı çıkarıldı ve  Başbakanlığın araçlarıyla evlerimize döndük.
      Ertesi gün Cumartesiydi, göreve gelmemizi istediler, bizden aldıkları bilgilerle diğer arkadaşlarımızın da gelmesini sağladılar. Yoğun bir tanışma faslı sürüyordu. Subaylar bize oldukça kibar davranıyorlardı.
      Birkaç gün sonra Hasan Celal Güzel’in tayininin Ticaret Bakanlığına çıktığını, oradan da geçici görevle Diyarbakır’a gönderildiğini duymuştuk. Tereddüt etmeden istifasını vermiş, lojmandan çıkmak için kiralık ev arayışına girmişti.
      İlk günlerin heyecanını geride bırakan askerler takip eden günlerde her birimin başına geçip kontrolü ellerine alıyorlardı. Bir tek Kanunlar ve Kararlar Tetkik Dairesine dokunmamışlardı.
      20 Eylül'de eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülend Ulusu Başbakan olarak görevlendirildi,  21 Eylül'de Ulusu’nun sunduğu Bakanlar Kurulu listesi Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylandı.
Turgut Özal
      Oramiral Bülent Ulusu Başkanlığında  kurulan yeni hükümet görevine başlamıştı. 24 Ocak Kararları ile köklü değişiklik yapan Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal, bu başarılı faaliyetleri sekteye uğramasın diye yeni kurulan hükümette Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcılığına getirilmişti.
      Başbakanlık Müsteşarlığına da siyasi partiler arasındaki dengenin sağlanması için Necdet Calp atanmıştı. Ne var ki Müsteşarın yerine tüm yetkileri bünyesinde toplayan  Müsteşar Yardımcısı Amiral Erdoğan Yazıcı her alanda tam yetkili kılınmıştı.
      Erdoğan Yazıcı,  pratik zekalı iş disiplini yüksek birisiydi. Ailesini İstanbul’da bırakmış, Ankara’da Karayolları misafirhanesinde  kalıyordu. Arada bir hafta sonu ailesini ziyarete gidiyordu.
      Aysen Güney adlı bir Başbakanlık çalışanını kendisine  sekreter yapmıştı. Askerlerden değişik rütbelerde birkaç danışmanı vardı. İş akışı ve bürokratik işlemlerde herhangi bir değişiklik yapılmadan aynen devam ediliyordu.
       Ben de doğal olarak önceki dönemde yaptığım ekonomik işlerle ilgili görevime devam ediyordum. Önceki dönemlerde olduğu gibi Müsteşar Yardımcısı Amiral Erdoğan Yazıcı ile direkt temas kurabilen az sayıda bürokrattan biriydim.
      Amiral Erdoğan Yazıcı, sosyal yönü olmayan, işinden başka şeylerle ilgilenmeyen birisi idi. Sabahları her gün aynı saatte gelip, işinin başına geçen ve her gün aynı saatte işten çıkıp Karayolları konukevine dönen birisiydi.
      Ordudan emekli olduktan sonra İstanbul Kadıköy’de yaşamını sürdürüyordu. Yaşamının en önemli unsurları eşi, iki kızı ve Wolswagen arabasıydı.
      Emeklilik yaşamına devam ederken Başbakanlık görevine atanan Oramiral Bülent Ulusu’nun önerisini geri çeviremediği için bu görevi kabul ettiğini zaman zaman dile getirirdi.
      Çalıştığı sürenin sonuna kadar iyi ve sağlıklı bir amir-memur ilişkimiz oldu. Görevi yeni kurulan Özal Hükümeti’nin kurulmasıyla sona ermişti. Yakın çalışma arkadaşları olarak onu İstanbul’a uğurlarken o soğuk ve sert görünümlü insanın gözlerinin buğulanmasına buğulu gözlerimizle eşlik ediyorduk.
      Bir gün İstanbul’da Kadıköy’ün dar sokaklarında gezinirken bir anda karşı karşıya geldik. Her ikimiz de şaşkındık, ummadık bir karşılaşma olmuştu. Şaşkınlığımızı atınca selamlaşıp sohbet ettik.
      Spor kıyafetleri ile görünmekten memnun kalmadığını belli eder gibiydi. Daha sonra görüşmemiz konusunda ısrar ediyordu. Kendisini kıramayacağımı, ne var ki birkaç saat sonra Ankara’ya döneceğimi belirtince, karşılaşmış olmaktan duyduğu memnuniyeti belirtiyordu.
      12 Eylül’ü gerçekleştiren askerler, yavaş yavaş görevi sivil idareye bırakıyordu. Yapılan seçimler sonrasında Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Turgut Özal, kurduğu siyasi parti ile seçimleri kazanınca, dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından Hükümeti kurmakla görevlendirildi.
     13 Aralık 1983 tarihinde Özal Hükümeti kuruldu, hemen ardından geçmiş dönemin Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Hasan Celal Güzel, ertesi gün Başbakanlık Müsteşarlığına atandı.
      Geçmiş dönemin acı yaşanmışlıkları nedeniyle bu görevi kabul etmiyordu, ne var ki Özal’ın baskısına dayanacak bir durumda değildi.
      Göreve başladığı gün, eski  çalışma arkadaşları tarafından  büyük bir coşkuyla karşılandı.
      12 Eylül 1980 tarihinde Demokrasimize vurulan darbe,  13 Aralık 1983 tarihinde Özal Hükümeti’nin kurulmasıyla yeniden yoluna devam etmeye başlıyordu