9 Ocak 2019 Çarşamba

BAŞKENT'E AHLAT MAHALLESİ, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU

BAŞKENT'E AHLAT MAHALLESİMALAZGİRT MAHALLESİ VAR DA
 AHLAT MAHALLESİ NEDEN OLMASIN?..
Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı, 
Ahlat'tan Genel Bir Görünüm 
Ahlat adının  Ankara'da uygun bir mahalle  ve bir caddeye verilmesi için   Büyükşehir Belediyesine   başvuruda bulundu.
Bundan yaklaşık yirmi yıl kadar önce dönemin Büyükşehir Belediye Başkanı, Ahlat’ta bulunan “Anıt Mezar Taşları’nın birebir örneklerinin yapılarak kentin çeşitli yerlerine, özellikle bulvarların girişine konulacağını açıklamıştı.
Aradan geçen bunca zamana karşın bu taahhüt bir türlü gerçekleştirilemedi.
Konu yeniden gündeme taşınarak, bu kez Başkent Ankara’da Ahlat adının yaşatılması amacıyla bir mahalleye ve bir caddeye verilmesi talep edilmektedir.
Ahlat’ın UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınması konusu
Bu talebin desteklenmesi amacıyla konu Cumhurbaşkanlığı Makamına da arz edilmiş bulunmaktadır.
Gerek Ahlat’ın fazlasıyla hak ettiği bu durumun gerçekleştirilmesi, gerekse Ahlat’ın UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınması konusu için topyekün hareket edilerek takip edilmesinin gerektiği kaçınılmazdır.
gun bir mahalleye ve bir caddeye verilmesi maksadıyla Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na konunun Belediye Meclisi’nde görüşülerek gerekli kararın alınması için başvuruda bulundu.

DURUM OCAK-2019 AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU


        Değerli Okuyucularımız,
      Bir önceki sayımızda manşete taşıdığımız “Ahlat’ın Doğasına Kıymayın” başlıklı yazı, tahmin etmediğimiz bir ilgi ile karşılandı. Ahlatlı olsun olmasın pek çok okuyucumuz, Ahlat’ın içinde bulunduğu bu durum için üzüntülerini, kaygılarını ve anılması gereken önlemler konularındaki görüşlerini bizimle paylaştılar.     
      Büyük bir bölümü koruma kapsamı altında olan Ahlat’ın maruz kaldığı bu plansız yapılaşmanın neden olduğu çirkin görünüme kimsenin görmezden gelmeye hakkı olmadığı dile getirildi.
     Ahlat’ın tarihi misyonunun korunması, gelecek kuşaklara aktarılması gibi bir sorumluluğumuzun olduğuna dikkat çekildi.
     Van Gölü’nün altın kumlu kıyılarının yağmacıların, talancıların işgaline maruz bırakılması, doğaya, tarihe  ve o kutsal topraklar için canlarını veren atalarımıza yapılan çok büyük saygısızlık olacağı dile getirildi.Buna hakkımız var mı?
      Saygılarımızla…

KÜFREVİZADELER II AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU


KÜFREVİZADELER-II
   Italyan Mimar Alberto, Küfrevi Türbesi’nin içini on kabrin sığabileceği bir büyüklükte planlamıştı. Halen türbede Muhammed Küfrevi ile birlikte 9 kabir bulunmaktadır. Bir adet boş kabir yeri vardır. Bunun kime nasip olacağının Allah’tan başka bileni bulunmamaktadır.
Küfrevi Türbesi
      Türbenin içindeki 9 kabrin  yanında yani türbenin dış cephesinin hemen bitişiğinde Muhammed Küfrevi’nin gelinlerinin kabirleri bulunmaktadır. Bunlar ise, Abdülhadi Efendinin Hanımı Cemile Hanım (1914 yılında vefat etmiştir.), Abdülbari Efendinin  Hanımı Aliye Hanım, Abdülhalik Efendinin Hanımı Ayşe Hanım ve Abdülbaki Efendinin Hanımı Meryem Hanım’ın kabirleridir. Bunların dışında Küfrevi Ailesinden olmayan, Muhammed Kürevi’nin Muhterem Hanımı Fatima Hanım’ın ağabeyi olan Şeyh Emin Efendi’nin kabri de buradadır.
      Muhammed Küfrevi, Bitlis ve çevre il ve ilçelerde büyük ilgi ve saygı görmesine karşın sayıları çok olmayan bazı kimseler tarafından kıskanılmaktadır. Bunlardan birisi de  aynı mahallede ikamet eden  ve dönemin idari yapılanması içerisinde Bölge Müftüsü olarak görev yapan Emin Efendi’dir. Emin Efendi, kız kardeşi Fatima’yı istemeye talip olan Muhammed Küfrevi’ye mesafeli durmaktadır. Bu  evliliğe sıcak bakmaz, fakat çevrenin baskısı karşısında fazla direnemez ve bir akşam yemekler hazırlattırarak Muhammed Küfrevi ve etrafındaki kişileri bizzat gidip davet eder. Bu yemeği nikah yemeği olarak kabul ederler ve bu yemekte nikah kıyılır. Bir süre sonra da  düğün merasimi gerçekleştirilir.
      Muhammed Küfrevi’ye böylesine mesafeli duran Emin Efendi, zaman içinde öylesine değişir ve öylesine büyük bir saygı duyar ki, ömrünün son yıllarında evlatlarına söyle bir vasiyette bulunur. “Benim mezarımı Muhammed Küfrevi’nin kabrinin giriş basamağının altına  defnedin ki, onu ziyarete gelenler benim mezarımın üstüne basarak ziyaretlerini yapsınlar.”
      Büyük bir saygı ve bağlılık gösteren bu vasiyet tam olarak uygulanmasa da Küfrevi Türbesi’nin dış bölümünde, giriş kapısının yanındaki, Küfrevi Ailesi’nin gelinlerinin mezarlarının bulunduğu alana defnedilerek gerçekleştirilmiştir.
      Muhammed Küfrevi’nin Bağiza Hanımdan olan Abdullah, çok küçük yaşta amansız bir hastalığa yakalanarak ebedi aleme intikal etmiştir.  İkinci oğlu Abdurrahman Efendi ise   Bitlis’te  evlenmiş, bir erkek çocuğu olmuştur. Bir süre sonra eşini kaybetmiş, yetim kalan oğlunun bakımını Muhammed Küfrevi ve eşi Fatima Hanım üstlenirler. Daha sonra Bitlis’te vefat etmiş ve buraya  defnedilmiştir.
      Fatima Hanım’dan olan  büyük oğlu Abdülhadi Efendi,  Muhammed Küfrevi’den sonra gelen ikinci kişi olması nedeniyle,  Türk dünyasının devlet geleneğinde  olan Devlet Başkanı ve Padişahtan sonra gelen ikinci kişilere  verilen “Şah” unvanı ile tanımlanan kişi olarak dikkati üzerine çekmiştir.
      Muhammed Küfrevi’nin Küfrevi tarikatinin kurucusu olarak “Pir’i Küfrevi” olarak tanımlanmasının ardından Abdülhadi Efendi de “Hazreti Şah” olarak tanımlanmıştır.
      Abdülhadi Efendi, evlenmiş bir kız çocuğu olmuş, ancak  kızı çok küçük yaşta hastalanarak vefat etmiştir. Daha sonra bir daha çocuğu olmamış ve  1914 yılında vefat etmiş, Küfrevi Türbesi’inde babasının yanına defnedilmiştir.
      Muhammed Küfrevi’nin oğlu Abdulhalik Efendi, babasının yanında eğitimini tamamladıktan sonra babasının yolunda çalışmalarını sürdürür. 3 Mart 1916  tarihinde Ruslar’ın Bitlis’i işgal etmesi üzerine,   Bitlis halkı şiddetli kış koşulları ve tipi içinde Bitlis’i terk etmek üzereyken Bitlis halkı, milis güçleri ve askerlerle bir ölüm kalım mücadelesine girmişirler. Bu vatan savunmasına duyarsız kalmayı içine sindiremeyen Abdulhalik Efendi elinde silahıyla Ruslara karşı verdiği mücadele sırasında şehadet mertebesine yükselir.
      Bitlis’in çıkışında  Delikli Taş’a doğru cereyan eden çarpışmalar sırasında  pek çok kahraman Bitlis insanı da burada şehit düşmüştür.  Aynı nedenle şiddetli kış  koşulları ve tipi nedeniyle yola çıkmak zorunda kalan aileler yanlarındaki çocuklarını taşıyamaz, önlem olarak bir köprünün altında üstlerini yanlarında bulundurdukları halı kilim ve yorganlarla örterek korumaya alırlar. Ne var ki kışın acımasızlığı karşısında, sayıları bin civarında olan çocuklar, ertesi sabah donmuş olarak bulunur.
      Daha sonraları bu dramatik olay, Bitlis’in kurtuluş tarihi literatürüne “Bitlis’in Bin Çocuğu” olarak geçecektir.
      Abdulhalik Efendi’nin  cenazesi,  şehit düştüğü arkadaşlarıyla birlikte şehit olduğu mevkideki  Şeyh-ül Garip mezarlığına defnedilmiştir. Takvimler 1916’yı göstermektedir.
      Vefalı Bitlis insanı, buraya sonradan bir türbe yaptırarak vatan için canlarına veren bu kahramanların isimlerini ölümsüzleştirmiştir.
Abdulbaki Efendi
      Muhammed Küfrevi’nin diğer oğlu Abdülbari Efendi, babasının yanında ilmi eğitimini tamamlamıştır. Babasını temsilen  Ağrı ve çevresinde faaliyetlerini sürdürmüştür. Daha sonra  Aliye Hanım ile evlenmiş bu evlilikten çocuğu olmamıştır.  En verimli çağındayken bir akşam namazını kılarken kalp yetmezliği neticesinde başı secdede kalarak hakkın rahmetine kavuşmuştur. Cenazesi  Ağrı’nın  Fera Köyü mezarlığına defnedilmiştir. Daha sonraları Ağrı halkı bu değerli insanın burada vefat etmesini Tanrı’nın kendilerine bir lütfu olarak değerlendirmiş ve bir türbe yaptırarak  bağlılıklarını ve saygılarını göstermişlerdir.
      Muhammed Küfrevi’nin oğullarından Abdülbaki Efendi, 1872 tarihinde Bitlis’te doğdu, eğitimine babasının tekkesinde başladı. Daha sonra bölgenin önde gelen din bilginlerinden ders almaya başladı.
      Abdulbaki Efendi, gençlik yıllarında şık giyinmeyi, ata binmeyi seven, ava meraklı  genç bir delikanlı iken  köklü bir aileye mensup Meryem Hanım ile evlendi. Bu evlilikte Meryem  Hanım’dan
altısı erkek, yedisi kız olmak üzere tam  on üç çocuğu oldu.. Çocuklardan yedi tanesi küçük yaşta, hastalık ve bazı nedenlerle  vefat ettiler. Geriye, Perzade, Talia, Saliha, ve Barika adında kız çocukları ile Nesim ve Kasım adlarında iki oğlu kalmıştı.
      Abdulbaki Efendi, eğitimi sırasında Arapça ve Farsça öğrendi, daha sonra bölgede halkın aydınlanması için gerekli çalışmalarda bulundu. Bu çalışmaları sonucunda nüfuzu sadece Bitlis ve çevresiyle sınırlı kalmadı.
 1914 Yılında Ağabeyi Abdulhadi Efendinin vefatının ardından Küfrevi Dergahının  sorumluluğunu üstlenen Abdulbaki Efendi’nin ünü, İran ve Rusya’nın bazı bölgelerinde yaşayan Müslümanlar arasında da hızlıca yayıldı.
      Böylece çok geniş bir coğrafyada ilgi ve itibar gören Abdulbaki Efendi, halkı yersiz,  asılsız kışkırtmalara  ve tahriklere karşı uyarmış, daima devletin yanında, birlik ve beraberlik içinde yaşamaları için gerekli telkinlerde bulunmuştu. Bu çaba ve gayretlerinden ötürü gerek Osmanlı döneminde, gerekse Cumhuriyet döneminde başta devlet görevlileri olmak üzere, vatan hizmetinde bulunan askeri ve idari görevliler üzerinde derin izler bırakmıştır.
      Gerek Osmanlı Devleti gerekse  Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri Abdülbaki Efendi ve Ailesinin makul ve mantıklı taleplerinin karşılanmasında gereken duyarlılığı göstermişlerdir.
      Osmanlı Maliye Nezareti, Küfrevi Ailesi’nin gereksinimlerinin karşılanması  amacıyla 6 Ekim 1913 tarihi itibariyle makul bir miktarda maaş tahsis etmişti. Ancak, yakın bir geçmişte vefat eden Muhammed Küfrevi’nin kabrini ziyaret amacıyla Osmanlı Devleti’nin diğer bölgelerinden, Rusya ve İran’dan çok sayıdaki ziyaretçiler burada ağırlandığı için bu tahsisat yetersiz kalmıştı. Küfrevi Ailesi’nin devlet ve memleket işlerinde gösterdiği yararlı faaliyetler, halkın aydınlatılmasındaki yararlılıkları göz ününde bulundurularak  dönemin Bitlis Valisi Mazhar Müfit Bey, 22 Aralık 1913 tarihinde Dahiliye Nezareti’ne bir yazı göndererek  Küfrevi Ailesi’ne ödenen söz konuşu maaşın bir miktar yükseltilmesini talep etmiş ve bu talep uygun görülmüştü.
Nesim Küfrevi Efendi
      Abdulbaki Efendi, gerçek bir vatanperverdi, Devletin birlik ve beraberliği için pek çok din adamı gibi tarafsız kalmayarak tavrını Devletten yana koymuş ve bu alanda eylemleri ve düşünceleri ile her ortamda duruşunu net bir biçimde sergilemişti.
      Abdulbaki Efendi’nin en önemli  hizmetlerinden birisi “Bitlis Hadisesi”  olarak tarihe geçen olaydaki duruşu, tavrı ve davranışıdır.
      Bitlis’teki Rus Konsolosluğunun tahrik ve telkinleriyle Osmanlı Devleti’ne karşı tezgahlanan bir kalkışma hareketinde pek çok Bitlis insanı gibi Devletin yanında yer alarak, isyancılara karşı dik duruşuyla dikkatleri üzerine çeken Abdulbaki Efendi ve arkadaşlarının taltif edilmeleri söz konusu olmuş ve 12 Mayıs 1914 tarihinde çıkarılan bir “İrade-i Seniyye” ile Beşinci Rütbeden “Mecidi Nişanı” ile ödüllendirilmiştir.
      Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin Doğu Cephesi’ndeki askeri harekat, 1 Kasım 1914 tarihinde Rus Ordusu’nun sınırı geçmesiyle başlamıştı. Bunun üzerine Doğu illerimizin tümünde olduğu gibi Bitlis’te de halkın önde gelen ve sorumluluk taşıyan insanları yöre halkının düşmanla mücadeleye girmesi, vatanın savunulması için büyük çaba sarfediyorlardı. 
      Bölgenin saygın kişileri arasında ön sıralarda yer alan Abdulbaki Efendi de bulunuyordu. Tüm bu çabalara karşın,  sıcak denizlere ulaşma hayali ile yola çıkan Çar Ordusu  Bitlis’i işgal edip Delikli Taş’a kadar da ilerlemişti.  Bu işgal sırasında büyük acılar yaşanmış, yağma, talan, yakıp yıkma, vahşet, katliamın ardından binlerce Bitlisli, mülteci durumuna düşerek, çoğunluğu Diyarbakır olmak üzere Güneydoğu illerine sığınarak canlarını kurtarma çabasına girmişlerdi.           devam edecek…