7 Mart 2020 Cumartesi

TİRAN, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU


TİRAN
Arnavutluğun başkenti olan   Tiran 1614 yılında Osmanlı Devleti’nin hakimiyeti altında olan İşkodra Valisi Süleyman Paşa tarafından kuruldu. Kentte ilk olarak  cami ve külliyeler inşa edildi.
      Türk egemenliği sırasında İşkodra Vilayeti Dıraç Sancağı'nda küçük bir kaza merkezi olan Tiran,  1700'lü yıllarda  gelişerek önemli bir ticaret merkezi haline geldi. 
      Tiran, Balkan Savaşları sırasında 1912 yılında Osmanlının elinden çıktı. 1919 yılında da bağımsız Arnavutluk'un başkenti ilan edildi.
      Kent merkezinde çok sayıda Osmanlı eseri bulunmaktadır. Bunların başında Ethem Bey Camisi kentin en merkezi yerinde bütün ihtişamıyla Osmanlı’nın izlerini yansıtmaktadır.
      Şehirde dört adet yapay göl  bulunmaktadır, bunlar  Tiran  Gölü, Paskuqani Gölü, Farka Gölü ve Tufina Gölü'dür.
      Tiran, Arnavutluk'un en büyük endüstri ve finans merkezidir. 1920'lerden itibaren hızlı bir büyüme yaşamış tarım ürünleri ve makineleri, tekstil, ilaç, metal ürünleri ve hizmetler gibi birçok sanayi kolu kurulmuştur.
      Başbakanlık Mevzuat Dairesi Başkanı olarak görev yaparken hiçbir gerekçe gösterilmeden görevden alınmış, Acil Durum Yönetimi Uluslararası İnsani Yardımlar Daire Başkanlığına atanmıştım.
      Bu görevde iken Pakistan Depremi olmuş, Türkiye  Pakistan halkına ilk müdahaleyi  ve en büyük yardımı yapan ülke olmuştu. Bu görev kapsamında Pakistan’a gitmiş, deprem bölgesinde incelemelerde bulunmuştum.
      Daha sonraları  Arnavutluk’un Başkenti Tiran’da yapılacak olan bir askeri masaüstü tatbikata katılmak üzere, dönemin Acil Durum Yönetimi Genel Müdürü Hasan İpek tarafından görevlendirildim.
      Türk Heyetinde Genelkurmay Başkanlığından üç,  Milli Savunma Bakanlığından bir subay, Dışişleri Bakanlığından bir görevli ile  Ankara Esenboğa Hava Limanında buluşup tanıştık. Birlikte  uçakla Ankara’dan hareket ettik.
     
Türk ve Yunan Heyetleri Karşılıkla Masalarda
İstanbul’da birkaç saat bekledikten sonra Yeşilköy’den havalandık. Uçakta o dönem  Topkapı Sarayı Müdürlüğüne yeni atanmış olmasıyla yıldızı parlayan Prof.Dr. İlber Ortaylı‘da vardı.   Kendi alanında başka  bir akademik toplantıya katılmak üzere Tiran’a gidiyordu.
      Üç saati aşkın süren yol boyunca İlber Ortaylı ile konuşma fırsatım oldu. Tiran’a gidiş nedenimizi sordu, ben de ona yeni atandığı Topkapı Sarayı ile ilgili sorular sordum. Konu Ahlat’a gelmişti, Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı Başkanı olduğumdan söz ettim.
      Ahlat’ta yaptığımız Kültürel etkinlikleri anlattım. Kendisini de  Ahlat Kültür Haftalarında görmek istediğimizi belirttim. Memnuniyetle geleceğini ifade etti, iletişim bilgilerimizi birbirimize verdik.
      Tiran Hava alanına indiğimizde bizi Tiran’da bulunan Askeri Ataşeliğimizdeki görevliler karşılayıp kalacağımız otele götürdüler. Otele yerleştikten birkaç saat sonra topluca Askeri Ataşeliğimizde yapılacak olan toplantıya katıldık.
      Askeri Ataşemizin başkanlığında yaptığımız bu toplantıda Tatbikat öncesi Ülkemizin ulusal politikası konularında bilgilendirildik.
      Toplantı bittikten sonra görevli arkadaşlar bizi topluca Tiran’da bulunan ve yıllarca burada Türk Mutfağının en lezzetli yemeklerini sunan İstanbul Lokantasına götürdüler. Başka bir ülkede kendi yemeklerimizi görmek, insana memleketindeymiş hissi veriyor. Burada güzel bir ziyafet çektikten sonra kentin merkezi yerlerini gezdik.
      Ertesi sabah erkenden kalkıp  birlikte toplantının yapılacağı askeri karargaha gittik.  Karargah kentin içinde birkaç küçük binadan oluşuyordu. İster istemez gurur kaynağımız olan Silahlı Kuvvetlerimiz ile gördüklerimiz arasında kıyaslama yapıyorduk.
      Dünyanın üçüncü büyük ordusu olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin yanında sembolik  bir anlam ifade etmekten öteye geçmiyordu içinde bulunduğumuz ortam.
      Toplantıya çeşitli  ülkelerden pek çok  askeri ve sivil görevi katılıyordu. Herkesin üniforması doğal olarak farklı renk ve biçimden oluşuyordu. Türk askerinin üniforması daha çok Amerikan askerininkine benziyordu. Biz mi onlardan, onlar mı bizden kopya çekmiş pek çıkaramadım.
      O günün akşamında Ulusal Futbol Takımımızın bir maçı vardı. Bu maçı nerede nasıl izleyebiliriz düşüncesi içindeyken Tiran’da görevli subaylarımızdan biri bizi Askeri Ataşeliğimiz konutuna davet etti. Bu daveti sevinçle kabul ettik, Askeri Ataşe Komutanımız da bize eşlik etti. Galip gelmiştik, maç sonrası bizi otelimize bıraktılar.
      Sonraki günlerde Arnavutluk ulusal takımının da bir maçı oldu. Kent merkezindeki orta büyüklükteki stadyumda maç oynanırken biz de maçı yüksek bir tepeden izleme fırsatı bulmuştuk.
      Ertesi sabah tam otelden çıkmak üzereyken, otelin bitişiğindeki binadan bir kişi çıkıp kendisini bekleyen arabaya binip uzaklaştı. Birkaç kişi onu uğurladılar, onlardan biri binanın önünden ayrılmadı. Merak edip sorduğumda, o kişinin
Arnavutluk Başbakanı olduğunu, kapıdaki kişinin de Başbakan’ın koruması olduğunu öğrendim.
      Bu olayı da kendi ülkemle kıyaslayayım diye düşündüm, sonra vazgeçtim, kıyaslama fikri birbirine denk olanlarla yapılmalı. Koca ülkemi
kendisinden kopan bir parçası ile kıyaslamanın doğru bir yaklaşım olmayacağı  kanısına vardım.
      İlk günün heyecanını attıktan sonra kenti gezmeyi, çevreyi tanımayı istiyordum. Sıkça karşılaştığım  adı Türkçe olan birkaç benzin istasyonu dikkatimi çekmişti..
      Araştırıp, soruşturdum  bunların hemşehrimiz Haşmet Kürüm’e ait olduğunu öğrendim. Haşmet Kürüm’ün Arnavutluk’ta  ayrıca demir-çelik üretim tesisleri ve elektrik santrallarının  olması da göğsümü  kabarttı.  Bir hemşehrimizin bu denli büyük başarılara imza atmış olmasından gurur duyduk. Kendisini ziyaret etmek istedik ancak o sıralar Türkiye’de olduğu bilgisini aldık.
     
Yunan Heyeti
Mesai saatleri içinde toplantılara katılıyor, toplantı sonrası kenti tanımaya çalışıyorduk. Tiran çok büyük bir kent değildi, kent merkezini yürüyerek gezebiliyorduk. Bol bol fotoğraf çekiyordum.. Özellikle Osmanlı’dan kalan kültürel mirasımız ilgimi çekiyordu.
      Tiran'ın merkezinde bulunan  beton ve demirden yapılmış bir tarihi yapı ister istemez dikkati üzerine çekiyor. Bu yapı bir korunak, her türlü silah ve bombaya karşı direnebilecek bir beton yığını adeta.
      Mevcut bina ve yapılara hiç uymayan bir anıt görünümündeki yapı, komünist dönemden kalma    ibretlik bir yapı olarak bugün hala varlığını sürdürüyor. Post Blok Anıtı, Tiran'ı ziyaret eden turistler tarafından da oldukça ilgi görüyor.
      Tiranı boydan boya ikiye bölen iki tane oldukça geniş bulvarı var.  Bu bulvarların kenarlarında ise büyük parkları var. Kentin ortasından bir nehir geçmektedir. Nehrin üzerinde karşıdan karşıya geçişleri kolaylaştıracak köprüler ve geçiş yolları yapılmıştır.
      Akşam saatlerine doğru nehrin kenarındaki kafe ve restoranlar masalarını caddelerin ortalarına  kadar kuruyorlar. Bu durum  geç saatlere kadar insanların burada vakit geçireceklerinin bir göstergesi. Biz de ekip olarak herhangi bir yemek sıkıntısı yaşamıyorduk. Türk mutfağı ile Arnavut mutfağı arasında ortak pek çok ortak yemek vardı.
      Arnavutluk’ta etler hem çok ucuz hem de çok lezzetliydi. Sokak aralarında bulunan cızbız köfteciler bize en çok hitap eden yerlerdi. Çeşit çeşit köfte ve kebaplar bizdeki ocakbaşı benzeri yerlerde pişiriliyor ve insanlar ayaküstü yiyebiliyorlardı.
      Arnavutluğa giderken Türkiye’de çok ünlü olan “Arnavut Ciğeri” yemeğinin en kalitelisini yiyebileceğimi sanmıştım. Hangi restoranda sorduysam garsonlar tuhaf tuhaf yüzüme bakıyorlardı. Hemen hiç kimse böyle bin yemeği bilmiyordu. Büyük hayal kırıklığına uğramıştım. Arnavut Ciğeri yerine Arnavutluğun önemli bir yemeği olan “Elbasan Tava” ile yetinmek durumunda kaldım.
      Otelimizin hemen yanı başında  şık ve küçük bir pastane vardı. Burada baklava dedikleri ama bizim baklavaya pek benzemeyen bir tatlı çeşidi yiyorduk arada bir. Bu tatlının üzerine bal döküyorlardı.
      Toplantı sona ermişti, artık herkes ülkesine dönmek için hazırlanıyordu. Son gece eğlenceli bir veda yemeği verileceği duyuruldu.
      Akşama doğru yemeğin verileceği mekana doğru yürümeye başladık. Büyükçe bir salon çeşitli süsleme malzemeleriyle donatılmıştı.
      Masalar ise tıka basa her türlü yiyecekle doldurulmuştu.  Arnavut görevliler biz Türk görevlilere en güzel masayı ayırmışlardı. Tam karşımıza gelecek bir biçimde de Yunanistan görevlilerine yer ayrılmıştı.
     
Türk Heyeti ve Şanlı Bayrağımız
Başlangıçta Türk-Yunan gerginliği hissedilmeye başladı. Eğlence ortamında gerginlik yaşanma olasılığı bizi tedirgin etmişti. Bir eğlence ortamında gerginlik yaşanması bize yakışacak bir davranış olamazdı.  Türk ekibi olarak inisiyatifi ele aldık ve Yunan ekibinin kışkırtıcı tavırlarına “Komşu” sloganıyla karşılık verip bardaklarımızı şerefine diyerek kaldırıp onların saldırgan tavırlarını törpüledik.
      Bizim bu pozitif yaklaşımımız karşısında taşkınlık yapmaya cesaret bulamadılar. Hava iyice yumuşayınca birlikte halay çekmeye başladık.
      Arnavutluğun etlerinin semiz ve ucuz olduğundan söz etmiştik. Bunun en güzel örneğini masalara aralıksız olarak servis yapılan et yemeklerinin çeşitliliğinden görüyorduk.
      Yiyeceğin ve içeceğin sınırsız olduğu bir ziyafet Arnavutluğun ulusal müziği eşliğinde kimi  zaman ulusal, kimi zaman uluslararası dans ve folklorik oyunlarla devam ediyordu.
      Gecenin en akılda kalan yanı ise kafaları iyice bulan Yunan ekibiyle Türk ekiplerince bitmek tükenmek bilmeyen halay ve sirtaki oyunlarının birlikte oynanmasıydı.  Gerilimle başlayan gece, Türk ve Yunanlı görevlilerin birbirleriyle sarmaş dolaş olup, adres ve iletişim bilgileri alış-verişiyle sonuçlanıyordu.
      Gecenin en popüler kişilerinden birisi Türk ekibinde bulunan havacı pilot yüzbaşı arkadaşımızdı. Gece boyunca hemen hiç yerine oturmadı dans etti.
      Arnavutluk görevlileri, yapılan toplantıların bir kısmını ve  veda gecesinin tümünü kamerayla kaydetmiş   bir CD’ye yüklemişlerdi.  Ülkemize dönmek için vedalaşırken elimize birer CD ve  “Katılım Sertifikası” tutuşturdular.
      Böylece başka bir ülkede ülkemizi temsil ederek görevimizi yerine getirmiş ve renkli anılarla salimen yurdumuza dönmüştük.