20 Aralık 2018 Perşembe

AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU, Veyis BABACAN

                      VEYİS BABACAN
      60 ‘lı yılların başında Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesi’nde eğitimime devam etmek için
Ayaktakiler Soldan Sağa
Orhan SEVİMLİ, Nahit KÖSE, Maksut ALÇİÇEK,
Mustafa SAYIN, İlhami NALBANTOĞLU, Veyis BABACAN,
Nebi ERTEKİN, Selami SANCAR
Oturanlar Soldan Sağa
 Necmi KOCA, Necati AKBAŞ, Özer YILDIRIM,
Yaşar KÖSE, Nevzat BİLGİÇ

 
Diyarbakır’a geldiğimde, burada okuyan Ahlatlı gençlerin sayısı iki elin parmak sayısını geçmiyordu. Yaş sırasına göre sıralayacak olursak, Azmi Ergezen, Tuncer Aydoğan, Feyzullah Tekin, Ziya Gökalp Lisesi’nde, Mehmet Aksoy ile Veyis Babacan Öğretmen Okulu’nda, isimlerini hatırlayamadığım biri Kırklarlı, diğeri Sorlu iki ağabey de Tekniker Okulu’nda okuyorlardı.  Bunların dışında Ercişli olduğu halde biz Ahlatlılarla çok sıkı fıkı olan Basri Kürüm’de Diyarbakır Koleji’nde okuyordu.

      Veyis Babacan’ı o dönemde tanımıştım. Öğretmen Okulu’nun basket sahası olmadığı için Ziya Gökalp Lisesi’nin basket sahasına antrenman yapmak için gelirdi. Ben basketten hiç anlamazdım, bana ısrarla ona eşlik etmemi isterdi, benim alanım barfiks olduğu için hiç yaklaşmazdım. Ama büyük bir zevkle onun tek başına basket antrenmanını sonuna kadar zevkle izlerdim.
      Geç yaşta baskete başlamış olmasına karşın bu spora karşı büyük bir sevgisi ve bedensel bir uyumu olduğunu o yaşlarda ben bile anlayabiliyordum. Basket sporuna çok yatkındı hareketlerinde bir incelik, bir zarafet ve bir naiflik olduğunu görüyordum. Onun ileride iyi bir sporcu olabileceğini düşünüyordum. Ne var ki koşulların buna izin vermediğine tanık oldum. Tatil için Ahlat’a gittiğimizde de zaman zaman onun Ahlat Ortaokulu’nun basket sahasında tek başına antrenman yaptığına tanık oluyordum.
      Sömestri tatili yaklaşıyordu, Ahlat’a gidecektik, o sıralarda minibüsünü tamir için Diyarbakır’a gelen İrfan Akın, birkaç gün bizi bekledi, tatil başlayınca hep birlikte minibüsle Diyarbakır’dan yola çıktık. Basri Kürüm ve Adana Ziraat Meslek Okulu’nda okuyan Zeki Çınar da bize katılmışlardı.
      Tadına doyulmayacak eğlenceli bir yolculukla Ahlata doğru yol alıyorduk. Tatvan’a geldiğimizde yollar tipiden kapanmıştı. Bizim minibüsümüz de dahil olmak üzere tüm araçlar oldukları yere sabitlenmişti. Akşam karanlığı basmıştı, gece araçta kalmamız mümkün değildi. Başta minibüsçü İrfan Akın olmak üzere büyüklerimiz bir çıkar yol bulabilmek için çırpınıyorlardı.
      Tatvan’ın girişindeki benzincinin önünde mahsur kalan minibüsten inerek, yaklaşık bir kilometre mesafede bulunan Osman Ayber’in  sahibi olduğu “Ayber Palas” oteline gitmek üzere çantalarımızı da alarak boyumuzu aşan karların içinde düşe kalka yola koyulduk. Otele geldiğimizde beklemediğimiz bir kalabalıkla karşılaştık, çeşitli yerlerde mahsur kalan insanlar da bizim gibi oraya sığınmışlardı. Her yer tıklım tıklımdı, adım atacak bir karışlık bile yer yoktu. Ortada kalmıştık,  uykusuz, yorgun, bitkin ve açtık.
      Tatvan’da yaşayan Ahlatlı hemşehrilerimiz bu zor durumun farkındaydılar, Ayber Palas Oteli’ne gelmiş, burada mahsur kalan insanları evlerine konuk etmek için bekliyorlardı. Bizim sayımız fazla olduğu için tek bir yere gitmemiz uygun değildi. Bu sırada Veyis Babacan,  yakın bir akrabasının evinin burada olduğunu, kendisi ile birlikte üç kişiyi buraya götürebileceğini söyledi ve  seçimi kendisi yaptı.
      Ben, Zeki Çınar, Basri Kürüm ve Veyis Babacan çantalarımızı yüklenip Ayber Palas’tan çıkarak karlara düşe kalka İskele Mahallesi’ne doğru yola çıktık. Veyis Babacan’ın akrabası olan bir eve gelmiştik. İçeriye girdiğimizde,  bizi sobası gürül gürül yanan bir odaya aldılar. bizim için hayal bile edemeyeceğimiz bir ortamdaydık. Her birimiz kendimizi bir köşeye atmıştık, gerisini hatırlamıyorum. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum, yaşlıca bir teyze beni uyandırıyordu. Gözlerimi açtığımda, arkadaşlarımda gözlerini ovuşturuyorlardı, teyze onları da uyandırmıştı. Teyzenin ifadesine göre, dördümüz birden sayıklıyormuşuz, ama en çok benim sesim çıkıyormuş ve ne dediğim anlaşılamıyormuş.
      Aç susuz yattığımız için gönülleri razı olmamış, teyzenin yaptığı sıcak çorbayı içmek için bizi uyandırdıklarını söylediler. Uyandığımızda dışarısı kapkaranlıktı, saatin kaç olduğunu sormak aklımın ucundan dahi geçmiyordu, içtiğimiz sıcak çorba uyku ilacı etkisi yaratmıştı ve yeniden derin bir uykuya dalmıştık.
      Sabah uyandığımızda güzel bir kahvaltı sofrası bizi bekliyordu, otlu peynir ve sıcak çay, yumuşak pideyle dünyanın en lezzetli yiyeceğiymiş gibi geliyordu bize. İsimlerini dahi bilmediğim bu insanların bu davranışları karşısında bir teşekkürden başka bir şey gelmiyordu elimizden. Bu borcu buradan bir kez daha  teşekkür ederek  belki ödeyebiliriz diye düşünüyorum.
      Öğlene doğru haber geldi, yol açılmış, İrfan Akın bizi bekliyormuş, yeniden çantalarımızı yüklenip yola koyulduk. Başka evlerde konaklayan diğer arkadaşlarımızda gelmişlerdi, hep birlikte minibüse binerek Ahlat’a doğru yola koyulduk.
     Ahlat’a doğru gelirken, Ahlat-Tatvan yolunun farklı olduğunu görünce şoförümüz İrfan Akın yeni açılan yoldan bizi götürdüğünü anlattı. İlk kez gördüğümüz için merakla izliyorduk. Van Gölü’nün kıyısını takip ediyordu bu yeni yol. Bir koy’un önünden geçerken, bu muhteşem doğa güzelliği karşısında düşüncelerimi belirtmiştim, Veyis  Babacan’ın benim görüşümü onaylaması,  bende estetik duyguların gelecek vaat ettiğini belirtmesi bana iyi gelmişti.
      Ahlat’a vardığımızda ailelerimiz bizleri bekliyordu. Yaşamımızın ilk yıllarında böyle coşkuyla karşılanmak hoşumuza gidiyordu. Bu karşılama benim karnemdeki 10 zayıfı  babama izah edebilmem için de ortamı yumuşatıyordu, bunun gündemde olması diğerinin önünü kısmen de olsa kapatıyordu.
      O yıllarda Ahlat’ta bir gelenek vardı, üniversite öğrencileri her yıl bir müsamere verirlerdi. Bunun konusu genellikle kahramanlık üzerine olurdu. Gerçi ben üniversite’de değildim ama, o yıllarda Ahlat’ta lise olmaması ve benim de  Ahlat dışında eğitim görmem o kategoriye girmeme neden oluyordu.
      Müsamerenin hangi tarihte,  hangi saatte, nerede yapılacağı ve konusunun ne olduğuna dair Feyzullah Tekin tarafından hazırlanan afişler Ahlat Çarşısı’nın belirli yerlerine asılmıştı. Feyzullah Tekin’in usta ellerinden çıkan bu seçkin afişler benim yazı sanatına olan ilgimi su yüzüne çıkarıyordu. Bu afişlerden çok etkilenmiştim, adeta ruhumu okşamıştı. Açıkçası çok etkilenmiş ve çok şey öğrenmiştim. Acaba ben de bir gün böyle şeyler yapabilir miyim diye kafa yormuştum. Yıllar sonra Ahlat Kültür Haftası’nı gerçekleştirirken çok daha iyilerini yaparak içimdeki uhdeyi gerçekleştirmenin onurunu yaşamıştım.
      Hazırlanan oyun Türk-Yunan savaşında şanlı ordumuzun kahramanlıklarını anlatıyordu. Oyunun iki kahramanı vardı, Türk ve Yunan kumandalarıydı bunlar. Türk Kumandan Tuncer Aydoğan, Yunan kumandan Azmi Ergezen. Veyis Babacan Yunan askeri, ben ise Türk askeriydim. Azmi Ergezen’in krepon kağıtlarından yaptığı üniforması ve bireysel performansı tiyatral yeteneğini bir adım öne çıkarıyordu. Tuncer Aydoğan, ciddi ve vakur bir Türk kumandanıydı.
      Oyun gereği Yunan askerlerini esir almıştık, ben ve diğer Türk askeri Hayati Yar, Yunan askeri rolündeki Veyis Babacan’ı esir almış karakola götürürken hırpalıyorduk. Hayati Yar, oyunda aksesuvar olarak kullandığımız mantar tabancasını Veyis Babacan’a sıkacağı yerde benim gözümün tam ortasına sıkmıştı. Gözümden akan suları silmem rol gereği mümkün değildi. Gözümün acısıyla esir aldığımız düşman askerinin karnına can havliyle nasıl yumruklar vurduğumun farkında değildim.
      Sahne bittikten, soyunma odasına geldikten sonra,  Veyis Babacan’ın acılar içinde kıvrandığını gördüm,  diğer arkadaşlarda ona acısını dindirmek için yardımcı olmaya çalışıyorlardı, ne olduğumu sorduğumda bana hiç kimse yanıt vermedi. Ben de  gözümden akan yaştan dolayı fazla üstelemedim. Sonradan öğrendim ki benim can havliyle Veyis  Babacan’ın karnına rol yapmak yerine ciddi olarak attığım yumruklardan dolayı fenalık geçiriyormuş.
      Yaptığımdan çok utandım, esas bu yumrukları yiyen, bu acıyı çeken ve beni üzmemek için tek bir kelime dahi söylemeyen Veyis Babacan’ın  gösterdiği bu asil duruşundan utandım.
      Program gereği, oyun arasındaki boşluğu doldurmak için bir kahramanlık şiiri okuyacaktım. Sorumluluk gereği, gözümden yaşlar akıyor diyerek bir mazeret uydurmadan, gözümden yaşlar akarken şiirimi okuyup, soyunma odasına döndüm.
      Okullar tatil olmuş, Ahlat’a dönmüştük, benim Ziya Gökalp maceram hüsranla sonuçlanmıştı. Ne var ki okul dışı yeteneklerim yavaş yavaş ortaya çıkıyordu.
      Bir gün babamın dükkanının önünde morali yerle bir olmuş bir vaziyette otururken Belediye hoperlöründen benim adım anons edildi ve belediyeye gelmem istendi. O moral bozukluğu içinde, aranılan biri olmam, hem de herkesin duyacağı bir biçimde aranmam moralimi  düzeltmişti. Yerimden kalktım hemen yakındaki belediye binasına gittim. Dönemin Belediye Başkanı Sıktı Sayın odasında beni bekliyordu. “Ahlat Şenlikleri” etkinliklerinin yapılacağını, bunun için bir ekip kurulacağını ve bu ekipte benim de olmam gerektiğini söyledi. Ekipte kimlerin olduğunu sorduğumda,  Selami Sancar, Coşkun Önder, Sebahattin Öktem ve Veyis Babacan.
      Böylece Veyis Babacan ile bir kez daha yollarımız kesişiyordu. Yetenekli birisiydi, o dönemin öğretmen okulları öğrencilerini yaşamın her türlü gereksinimine yetecek bir donanımla yetiştiriyordu. Veyis Babacan’da iyi bir sporculuğunun yanında iyi bir folklorcuydu, daha da ötesi yüreği insan sevgisiyle dolu zarif ve naif insani özelliği ile dikkati çekiyordu.
      Veyis Babacan ve ekip arkadaşlarımızla “Ahlat Şenlikleri”nin gerçekleşmesinde önemli başarılara imza attık. “Ahlat Şenlikleri” dönemin Kaymakamı Hüseyin Avni Uzun’un başlattığı bir kültürel etkinlikti. Yapıldığı dönemde Ahlat’ın popüleritesine tavan yaptırmıştı. Bölgede tek olan bu kültürel etkinlik  uzunca bir aradan sonra “Ahlat Kültür Haftası”  olarak yeniden başlatıldı ve bilimsel etkinlikleriyle, yayımladığı kitaplar ile  Ahlat’ın evrensel platformlarda ünlenmesine katkı sağladı. Veyis Babacan, mesleğinde iyi  ve başarılı bir öğretmen olarak uzun yıllar eğitim ordumuzun hizmetinde oldu. Pek çok başarılı öğrenci yetiştirdi.
      Veyis Babacan, tüm bu başarılarının arasına şiirle ilgilenmek gibi bir yeteneğini de ekledi. Yazdığı şiirleri zaman zaman Ahlat Gazetesi’nde yayımlanmak üzere bana gönderdi.
      Veyis Babacan’ı saygıyla anıyor, sağlıklı bir yaşam ve mutlu bir ömür diliyoruz…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ilaminal71@gmail.com