29 Ekim 2018 Pazartesi

MUSTAFA KEMAL GÜMBOS DAĞI'NDA, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU


MUSTAFA KEMAL GAMBOS DAĞI’NDA     
Bitlis’in Ruslar tarafından işgal edildiğinde takvimler 3 Mart 1916’yı gösteriyordu.
Mustafa Kemal Paşa ve Beraberindekiler Gambos Dağı'nda
      Yıkılmaya yüz tutmuş İmparatorluğun bu mecalsiz halini fırsat bilen ve sıcak denizlere ulaşma hayali ile yanıp tutuşan Çarlık Rusyası,  emeline ulaşmak için, Rus Kafkas Ordusu ile   1 Kasım 1914 tarihinde sınırlarımıza saldırarak Kars, Erzurum, Ağrı, Muş derken  3 Mart 1916’da gelip Bitlis’in kapısına dayanmıştı.
      Bitlis’le yetinmemiş, Deliklitaş’a kadar da ilerlemişti. Hedefi Akdeniz’e kadar uzanmaktı. Geride, yağma, talan, zulüm, ölüm bırakaraktan.
      Bu tarihte İkinci Orduya bağlı 16’ncı Kolordunun 5’inci Tümeni Rus Kafkas Ordusuna karşı Gambos Dağı hattına çekilmişti.
      Rus kuvvetleri, bir gecede “Bitlis’in Bin Çocuğu”nun körpe bedenlerini kara kışın derin dondurucusuna bırakıp, dünyada  benzeri olmayan bir kara tabloyu da  hunharlık tarihine işlemekten geri kalmamıştı.
      İmparatorluk zor bir dönem geçiriyordu.  Ordularımız Irak Cephesi, Filistin Cephesi, Çanakkale Cephesi, Avrupa Cephesi, Yemen Cephesi, İran Cephesi gibi birçok yerde savaşıyordu. Bunlar yetmiyormuş gibi  şimdi de Doğu Cephesi ile mücadele ediyordu.
      Batı’daki düşmanların temizlenmesi için büyük kahramanlıklar sergileyen Mustafa Kemal 1 Nisan 1916 tarihinde 16’ncı Kolordu Komutanı olarak bölgeye gönderildi.
      Mustafa Kemal’in bu cepheye atanması, askerin ve bölge halkının moralini çok yükseltmişti. Çünkü O, “Anafartalar Kahramanı” olarak isim yapmış, ünü bütün orduya ve Anadolu’ya yayılmıştı. Bilgili ve deneyimliydi.
      27 Mart 1916’da Diyarbakır’a gelen Mustafa Kemal Paşa, 16’ncı Kolordunun emir ve komutasını ele aldı.
      Mustafa Kemal Paşa’nın amacı 16’ncı Kolorduya bağlı 5.Tümenin   Bitlis’i düşmandan geri almak için taarruz hazırlıklarını tamamlayıncaya kadar Rus Ordusunun Deliklitaş’tan daha ileriye gitmesini engellemekti.
      Mustafa Kemal Paşa, ayağının tozuyla mevcut durumu yerinde tespit etmek amacıyla düşmanın cephedeki durumunu bizzat görmek istiyordu. Önündeki haritadan bunun için en uygun yerin Gambos Dağı olduğunu tespit etti.
      Yanına aldığı birkaç asker ve komutanla Gambos Dağı’na tırmanmaya başladılar. Haridan Köyü’ne gelmişlerdi, burada zirveye en kestirme olarak nereden çıkılabileceğini etrafını saran  köylülere sordu. Köylülerden biri çok heyecanlıydı,  Mustafa Kemal Paşa’nın dikkatini çekmişti.
     -Adın nedir senin?
     -Tahsin Paşam
      -Dağın zirvesine en kestirme nereden çıkabiliriz?
      -Paşam emriniz olursa biz size rehberlik ederiz.
     -Düşün önümüze bakalım.
      Köylüler önde, Paşa ve arkadaşları arkada zirveye tırmandılar. Rus Kafkas Ordusu’nun araziye yerleşik halini askeri ve stratejik tabloyu uzun uzun inceledi Mustafa Kemal Paşa.
      İleride turkuaz renkli bir muhteşem bir kristal parçası girdi dürbününün görüş alanı içine, dikkat kesildi, iyice inceledi, dürbününü gözünden indirdi, arkadaşlarına dönerek: “İleride Türkiye’nin ikinci üniversitesini Van Gölü’nün en güzel kıyılarında kurmalıyız.” dedi. O dönemde ülkenin tek üniversitesi “İstanbul Üniversitesi"ydi.
      Mustafa Kemal Paşa’nın,  bu anlamlı sözlerinde; ülkeyi düşmanlardan temizlemekten en ufak bir kaygısının olmadığını, hedeflediği Cumhuriyeti kesinlikle kuracağını, gelişme ve kalkınmanın olmazsa olmazının eğitimden geçtiğini, bunun için öncelikle bilim kurumlarının kurulmasının gerektiği şeklindekini kararlılığını görüyoruz.
      Van Gölü Üniversitesi fikrini iki kez TBMM gündemine taşımasına karşın çeşitli etkenlerle gerçekleşememesi dikkat çekicidir.
      Kadere bakın ki, tarih bu hunharlığı Rusların  yanına bırakmadı, ülkelerinde çıkan bir karışıklık sonucu,  vahşetlerini, kinlerini, düşmanlıklarını, acımasızlıklarını da peşlerine katarak  “Mustafa Kemal Geliyor”  korkusu ve endişesiyle 08 Ağustos 1916 tarihi itibariyle başta Bitlis olmak üzere aşama aşama terk ediyorlardı Anadolu’yu.
      Bitlis’te topu topu 155 gün, yani beş ay beş gün kalabilmişlerdi.
      Mustafa Kemal Paşa’nın Gambos Dağı incelemelerine bir de olayın tanığı Haridanlı Köylüler cephesinden bakalım.
      Bitlis, her alanda cesur, atak, zeki çalışkan, yetenekli ve değerli insanlar çıkaran bir yer olarak ün yapmıştır. Bunlardan biri de Dr. Cemil Kazancı’dır.
     
Dr. Cemil KAZANCI
Dr. Cemil Kazancı,  1930 yılında Bitlis’te doğdu, ilk ve orta öğreniminden sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdi. Mesleğinin ilk yıllarında Bitlis’e olan vefa borcunu yerine getirmek için burada görev yapmayı tercih etti.
      Dr. Kazancı, Bitlis, Sağlık Müdür Vekilliği, Merkez Hükümet Tabipliği, Belediye Tabipliği, Mutki Hükümet Tabipliği, Hizan Hükümet Tabipliği görevlerinde bulundu. Daha sonra Almanya’da mesleği ile ilgili  ihtisas yaptı. Yurda döndüğünde İstanbul’a yerleşti ticaretle ilgilendi.
      Dr. Cemil Kazancı, kıvrak zekası, güçlü hafızası,  çalışkanlığı ve kurnazlığı ile karakteristik Bitlis insanının tipik bir rol modeli olarak dikkati çekmektedir.
      Yarım yüzyılı aşkın bir süre önce yaşadığı olayları, gün, tarih ve saat olarak tüm detayları ile o günü yaşıyormuş gibi anlatabilen canlı bir kütüphane görüntüsü veriyor.
      Mustafa Kemal Paşa ve Gambos Dağı ile ilgili bir anısına kulak verelim:
      “60’lı yılların başıydı, Türkiye bir askeri darbeyi geride bırakmıştı. Asker kökenli olan Vefa Poyraz Bitlis Valisi olarak görev yapıyordu. Daha sonraları İstanbul Valisi olarak ünlenecekti.
      Dönemin koşulları gereği Vefa Poyraz aynı zamanda Bitlis Belediye Başkanlığı görevini de yürütüyordu.
      Ben Tıp Fakültesini yeni bitirmiş, Bitlis sevgisi nedeniyle insanlarıma hizmet etmek amacıyla burada görev yapmayı tercih etmiştim. Belediye Tabibi olarak görev yapıyordum.
      Vali Vefa Poyraz, bir sabah beni telefonla arayarak:
       -Doktor Bey, size birisini gönderiyorum, muayene edip, ne gerekiyorsa yapın. dedi.
       -Emredersiniz Sayın Valim. diyerek, telefonu kapatıp,  gelecek olan hastayı beklemeye başladım.
      Biraz sonra, kılık kıyafetinden Bitlisli olduğu anlaşılan bir vatandaşımız geldi. Vali Bey’in Bitlisli bir hasta için telefon etmesi dikkatimi çekmişti.
      -Gel hemşerim, neyin var, geçmiş olsun, geç paravanın arkasında elbiselerini çıkar. dedim.
      Adamcağız soyunurken tedirgindi, bana bir şeyler söylemek istiyor gibiydi.
      -Doktor Bey, kıymetli bir saatim var ona zarar gelmesin diye baktım.
      Elinde köstekli bir saatle bana doğru geldi.
      -Nedir bu?
      -Doktor Bey, Atatürk’ün bana hediye ettiği saattir bu, başına bir iş gelmesin diye söyledim.
      Vali Vefa Poyraz’ın telefonla özel ilgi istemesinin nedenini anlamıştım böylece. Atatürk’ün neden saat armağan ettiği bu kez aklıma takılmıştı.
      Bir yandan muayene ediyor, bir yandan da sorular soruyordum.
      -Sen hangi köylüsün?
      -Haridan
      -Adın nedir?
      -Tahsin
      -Bu köstekli saati sana Atatürk mü hediye etti.
      -Evet
      Ceketinin cebinden iyice örselenmiş bir kağıt parçası çıkarıp bana uzattı.  Lime lime olmuş kağıdı yırtılmasın diye usulca açıp okumaya başladım.
      “Bu kağıdı getiren kişiye her türlü kolaylığı gösteriniz.” ibaresi yer alıyordu. Altında da: “Mustafa Kemal Atatürk” yazısı, tarih ve imza vardı. Usulca katlayıp kendisine uzattım. Şimdi de Atatürk bu  saati ve belgeyi niye versin diye bir merak sarmıştı içimi.
      Dayanamayıp sordum, anlattı:
       Doktor Bey, bizim köy Gambos Dağı’na çıkan en kestirme yolun üzerindedir. Bir gün birkaç asker bizim köye geldiler. Askerlerden biri önde yürüyordu. Diğerleri arkadan geliyorlardı. Arkadaki askerlerden biri öndekinin Atatürk olduğunu söyledi. Biz Atatürk’ü görmemiştik ama adını duymuştuk. Biz iki kişiydik askerler Atatürk’ün bizimle konuşmak istediğini söylediler.  Atatürk bize, Gambos Dağı’na çıkmak istediğini, yolu bizim göstermemizi söyledi. Biz iki arkadaş düştük öne, onlar da arkamızdan geldiler. Saatlerce tırmanarak Dağın tepesine çıktık. Atatürk’ün elinde kocaman bir dürbün vardı. Oradan çevreyi gözetledi. Bir süre sonra geri döndük, bizim köye kadar birlikte geldik, sonra bizden ayrılırken Atatürk bize; Bir gün yolunuz Ankara’ya düşerse bana uğrarsanız memnun olurum dedi.
      Yıllar sonra bir gün Ankara’ya yolumuz düşmüştü.  Atatürk Cumhurbaşkanı olmuştu, Acaba bizi kabul eder mi diye çekine çekine Çankaya Köşkü’ne gittik. Görevlilere durumu anlattık, biraz bekledikten sonra Atatürk’ün bizi görmek istediğini söylediler. Biz iki arkadaş Atatürk’ün huzuruna çıktık.  Atatürk bize  memleketle ilgili sorular sordu birer köstekli saat ve bu yazıyı verdi. Bu yazı ile  gittiğimiz bazı bankalar  bize maddi yardımda da bulundular. Bu saati onun için gözüm gibi koruyorum, başına bir iş gelmesin.
      Öykü bittiğinde Haridanlı Tahsin’in muayenesini de bitirmiştim, önemli bir şeyi yoktu, ilaçlarını  verip uğurladım.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ilaminal71@gmail.com