11 Nisan 2018 Çarşamba

AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU

HASAN CELAL GÜZEL
Hasan Celal Güzel ile Bir Sergide
 Türkiye Cumhuriyeti 1960 ihtilalinden sonra, siyasi alanda bir türlü sağlıklı bir düzene geçemiyordu. İhtilalin üzerinden henüz onbir yıl geçmişti ki 1971 yılında Silahlı Kuvvetler tarafından verilen muhtıra ile demokratik sistemde bir kesinti daha yaşandı. Böylece mevcut hükümet gitti, yerine yenisi geldi. Bu çalkantılı dönemde hükümetler sık sık değişiyordu. Gelişmeler, Başbakanlık Merkez Binasında da yansımasını gösteriyordu. Yeni gelen her hükümetin bakanları odalarını beğenmiyor, yıktırıp yeniden yaptırıyorlardı. Çok geçmeden siyasi gelişmeler nedeniyle bakanlık koltuklaını dolduranlar, yeni yaptırdıkları odalarına doyamadan yerlerini yeni gelene bırakıyorlardı. Yeni gelen bakan da bir önceki gibi odasını beğenmiyor, yeniden yaptırıyordu.
          Yetmişli yılların sonuna doğru “Altı kere gittim, yedi kere geldim.” sözleri ile ünlü Süleyman Demirel Hükümeti göreve gelmişti. İddialı olarak geldiğini dile getiren Demirel, Başbakanlık Müsteşarlığına Turgut Özal’ı getirmişti. Turgut Özal, aynı zamanda Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığını da vekaleten yürütüyordu.
           Turgut Özal, yeni oluşturduğu ekibiyle hareketli ve dinamik bir yapı sergiliyordu. Bürokrasideki hantallığı birer birer ortadan kaldırıyor, köhnemiş kuralları değiştiriyor, dokunulmaz sanılan uygulamaları yerle bir ediyordu.
           Başbakanlık üst düzey kadroları, giden hükümetle birlikte boşalmıştı. Özal buralara birer birer atama yaparak ekibini oluşturuyordu. Başbakanlık Müsteşar Yardımcılığı kadrolarından birine de Hasan Celal Güzel atanmıştı. Kimse tanımıyordu, bir süreliğine Zirai Donatım Kurumu Genel Müdür Yardımcılığı görevinde bulunmuş olduğu söyleniyordu.
           Hasan Celal Güzel, Özal’ın temposuna uygun olarak, fırtına gibi başladı göreve. 30’lu yaşların başında, genç, dinamik, çalışkan, seri, bilgili, donanımlı, zeki bir profil sergiliyordu. Başbakanlık Merkez Binası’nin giriş katındaki Makam odasında tebrik ve kutlama için gelenlerden ötürü inanılmaz bir yoğunluk yaşanıyordu.
            Üst düzey yöneticilerle tanışmıştı, alt kademeden kimse ile görüşmüyordu. Önceden Zirai Donatım Kurumu’nda Özel Kalem Müdürlüğünü yapan Timsal Baysal adlı bayanı da beraberinde getirmişti. Timsal Hanım, esmer, asık suratlı, işini seven biriydi. Hasan Celal Güzel’e ise saygısı ve bağlılığını her halinden belli ediyordu. Ne zaman Hasan Celam Güzel’i tebrik için gitsek binbir bahaneler uyruduyor bizi içeri sokmuyordu. Bir gün gene gidip şansımızı deneyelim dedik, Timsal Hanımın odasında dikilmiş bekliyorduk, tam o sıradan Makam odasının kapısı açıldı, tebrik için gelenler çıkıyorlardı, Hasan Bey de ayakta onları uğurluyordu. Kapı bir süreliğine açık kalınca Hasan Bey ile göz göze geldik, elini kaldırıp “buyurun buyurun” diyerek bizi odasına davet etti. Böylece Timsal Hanım’ın barajını delerek kendimizi içeri attık.
           Ayakta tokalaşıp, tebrik ettikten sonra çıkmak için kapıya yönelince, çok zarif bir biçimde koltukları göstererek “buyurmaz mısınız?” diyerek oturmamızı istedi. Oturduk, ikramlarda bulundu, görevlerimiz ve birimlerimiz ile ilgili bilgiler aldı. Güleryüzlü, sıcak, samimi ve kısa konuşmadan sonra iznini alıp ayrıldık.
           Başbakan Turgut Özal’ın farklı bir özelliği vardı, bürokrasiyi çok seri kullanıyordu. Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı’nda edindiği konuları ve sorunları direk uzmanı ile görüşerek çözme yöntemini tercih ediyordu. Hasan Celal Güzel de aynı taktikle Özal’ın izinden gidiyordu.
           Ben, Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Tetkik Dairesi’nde ekonomik konulardan sorumlu uzman olarak görev yapıyordum. Hasan Bey’de tıpkı Başbakan Özal gibi ekonomik konulara daha çok önem veriyordu. Bu nedenle bürokrasideki hantal hiyerarşik sirkülasyonu bir yana iterek her konuyu doğrudan uzmanı ile görüşerek inanılmaz bir hız kazandırıyordu.
          
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile Bir Toplantıda
Ekonomik konularda kendisine sunulan işlemlerin yasal çerçevede ve hukuki zeminde gerçekleşmesi için aklına yatmayan evrakların üzerine “uzmanı gelsin” diye talimatını yazıyordu. Böyle olunca da ben ekonomik konuların uzmanı olarak sık sık Hasan Celal Güzel’in Makamına giden kişilerden biri oluverdim.
          Önceleri beni denedi, çapraz sorular sordu, konuların öncesi ile ilgili hafızamı sınadı, verdiği görevleri ne kadar süre içinde sonuçlandırdığıma baktı, giyimimi, kuşamımı, hal ve hareketlerimi iyice inceledikten sonra bana güvenini kazandığımı belirtti.
         Aynı yaştaydık, artık arkadaş gibiydik, iş dışında da görüşür konuşur olduk. Ailece görüşmeye başladık. Karşılıklı bayram ziyaretlerinde bulunduk.
         Başbakan Turgut Özal, Başbakanlık Merkez Teşkilatı’nda çalışan memurların, bilgi ve görgülerini artırmak için yurdışına gönderilmeleri talimatı vermişti. Bu uygulamanın gereği olarak Masteşar Hasan Celal Güzel, İsviçre de yapılacak Uluslararası Çalışma Örgütü’nün Genel Kurul Toplantısına gidecek olan Türkiye Resmi Heyeti’ne beni de dahil etti. Bu bir ilk uygulamaydı, yani Başbakanlık Merkez Teşkilatı’ndan ilk olarak ben yurtdışına gönderiliyordum, benim için bir onur vesilesiydi. Aynı zamanda ilk kez yurtdışına çıkışımdı.
          1-30 Haziran 1980 tarihlerini İsviçre’nin Cenevre kentinde geçirdim. Bu arada İtalya, Fransa ve Almanya’nın da bazı bölgelerini görme fırsatı buldum. Türkiyeye döneceğim zaman saatleri ile ünlü İsviçre’den bir kol saati aldım. Göreve başladıktan sonra teşekkür etmek için Hasan Celal Güzel’in makamına çıktım. Teşekkür ettikten sonra hediyemi verdim, açtı, baktı, inceledi, “ben bunu almam” dedi. Nedenini sorunca; “bu çok pahalı bir saat, bunu alamam” dedi. İçimden gelerek ve sammiyetine güvenerek aldığım bu hediyenin pahalı değil ucuz olduğunu söyledim. Tutturdu ne kadar olduğunu sordu, kabul etmesi için ona küçük bir beyaz yalanla ufak bir rakam söyledim, verdiğim yanıtı çok az buldu, aklına yatmadı ama beni refüze etmemek için kabul etti.
           Aradan yıllar geçmişti, bir gün beni aradı ve o saatin fiyatını yeniden sordu, söylemek istemedim, çok ısrar etti, beni zorladı ben gene söylememek için direndim, yenime verdirdi, gene beyaz bir yalanla işin içinden sıyrıldım.
           12 Eylül 1980 darbesi oldu, o gün sokağa çıkma yasağı vardı. Hasan Celal Güzel makamındaydı. Başbakanlık Merkez Binası’nın önündeki tank namlusunu binaya doğru çevirmiş duruyordu. Ben de o gün sokağa çıkma yasağını delerek Hasan Celal Güzel’in makamındaydım. Tüm birimlere birer sorumlu subay yerleşmişti. Subaylar görevlerle ilgili olarak ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Orada bulunan birkaç kişi görevli subaylara yardımcı oluyorduk, ertesi gün sokağa çıkma yasağı kaldırıldı. Başbakanlık Merkez Teşkilatı’nda görevli tüm üst görevlilerin görevlerine son verildi.
           Hasan Celal Güzel’in de tayini Ticaret Bakanlığına çıkmış, oradan da bir taşra ilinde görevlendirilmişti. Küçük bir görevdi, kabul edemezdi, hemen istifa edip ayrıldı. Dolayısıyla Saraçoğlu Mahallesi’ndeki lojmandan da çıkması gerekiyordu.
          Aradan birkaç gün geçmişti, birkaç arkadaş mesai çıkışı Kumrular Sokaktaki pastanelerden birinden bir pasta alarak Hasan Celal Güzel’in lojmanının yolunu tuttuk. Kapıyı eşi Ülker Hanım açtı, üzgündü, Hasan Bey hararetle telefonla konuşuyordu. Bizi sıcak karşıladı, böyle bir sürpriz beklemediğini söyledi, duygulanmıştı.
           Eşyalarını toplamışlardı, Yukarıayrancı’da bir ev tutmuşlar oraya taşınmak üzereydiler. Bir kısım eşyalarını götürmüşler, ertesi gün ise kalanları götüreceklermiş. Biraz sohbet ettikten sonra izin isteyip kalktık. Tam kapıdan çıkıyorduk ki, kapıda Mehmet Keçeciler belirdi. Ayaküstü tokalaştık, ayrılırken Hasan Bey’e bir şeye ihtiyacının olup olmadığını sordum. Bunu Mehmet Keçeciler de duydu. Hasan Bey, “bir şey lazım değil, teşekkür ederim” derken, Mehmet Keçeciler, “Baksanıza ev taşıyor, gönderebiliyorsanız bir kamyon gönderin, madem çok ısrar ediyorsunuz.” diyince, peki diyip ayrıldık.
            Bir yakınım vardı, adı Seyfettin Bora, Karslı, Ankara’da Nakliyatçılık yapıyor, telefon ettim, Hasan Bey’in ev adresini verdim ve sabahleyin erkenden bu adrese bir kamyonla giderek ev eşyalarının yükleyip iştenilen adrese götürülmesini rica ettim. Ertesi gün Seyfettin Bora telefon etti, “Abi tamamdır, Hasan Bey’in ev eşyalarını yükleyip Yukarıayrancıdaki adresine götürüp teslim ettik.” Seyfettin’e teşekkür edip borcumu sordum, Seyfettin “Ne borcu Abi, senin arkadaşın bizim abimiz sayılır. Borç filan yok.” Seyfettin Bora’ya borçlu kalmamak için bir hediye ile gönlünü aldık.
           Ertesi gün Başbakanlıktaki odamın telefonu çaldı, açtım, Hasan Celal Güzel; “ Ya İlhami, o gönderdiğin adam kimdi, sabahın seherinde koca bir TIR’la kapıya dayandı, TIR sokaklara sığmıyor, dönüş yapamıyor, neyimiz varsa hepsini yükledi, bir seferde bizi bu zahmetten kurtardı. Nasıl teşekkür etsem bilmiyorum. Sağolasın. Borcum neyse onu ödemek istiyorum.”
          Sayın Müsteşarım, teşekküre gerek yok borç falan da yok, Seyfettin benim yakınım, rica ettim beni kırmadı. Hasan Bey, ikna olmadı, ısrarla ne kadar ücret verdiğimi, bunu kendisinin ödeyeceğini söyledi. Hiç ücret vermediğimi sadece hatırım için yaptığını anlatarak zor ikna ettim. Ama kafasını karıştıran bir şey vardı, bu devirde kim karşılıksız böyle bir şey yapar diye düşünmüş olmalı. Israrla altını kurcalamaya çalıştı, pek bir şey anlatmadım ama, o bir potansiyelin olduğunu anlamıştı. Gelecekte siyasete girmekten, potansiyallerimizi birleştirmekten sözetti, tekrar görüşmeyi kararlaştırıp telefonu kapattık.
Seksenli Yıllarda
          Hasan Celal Güzel, verilen görevi kabul etmemiş, istifa etmiş, artık işsizdi, canı sıkılıyordu, bir şeylerle uğraşmak istiyordu. Zaman zaman haberler alıyorduk, kebapçı dükkanı açacakmış gibi söylentiler geliyordu.
          1980 Darbesi geride kalmış, Türkiye aşama aşama yeniden Demokratik sisteme dönüş yolunda adımlar atmaya başlanmıştı. Yeni partilerle seçimlere gidilecek ve sonucuna göre yeni hükümetler kurulacaktı. Bir önceki dönemin Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal da bir siyasi parti kurmuş ve seçim hazırlıklarına başlanmıştı. Seçimler yapıldı, üç siyasi parti arasından Turgut Özal’ın partisi başarı kazanarak iktidara geldi.
          Yeni bir dönem başlıyordu, artık Türkiye Cumhuriyeti’nin 45. Hükümeti’nin Başkanı Başbakan Turgut Özal’dı. Özal, bir yandan Hükümetini kuruyor, öte yandan ekibini topluyordu. Ekibin tepe noktasına da Başbakanlık eski Müsteşar Yardımcısı Hasan Celal Güzel’i getirmek istiyordu. Ne var ki Hasan Celal Güzel, geçmiş dönemden kalan bir kırgınlık nedeniyle bu göreve pek sıcak bakmıyor. Ancak Turgut Özal’ın baskıcı ısrarları karşısında da fazla bir direnç gösteremiyordu.
          Hasan Celal Güzel, artık Başbakanlık Müsteşarıydı. Başbakanlığa gelişini coşkuyla karşıladık, eski kadro aynen duruyordu. Önceki Özel Kalem Müdürü Timsal Hanım’ı da beraberinde getirmişti. Hızlı, tempolu, mesai ile sınırlı olmayan, yedi/yirmidört esasına dayalı günler başlıyordu.
          Başbakan Özal, Türk Mevzuat Sistemini masaya yatırmıştı, bütün yasalar tek tek elden geçiriliyor, güncelliğini yitirenler ele alınıyordu. Çalışma Grupları oluşturulmuştu, değiştirilmesi öngörülen yasalar bu gruplara dağıtılmıştı. Her Grup yüklendiği görevi tamamlayınca Hasan Celal Güzel’e brifing vererek görevini yerine getiriyordu. Sonuçlanan konular Başbakan’a arzediliyor, uygun görülenler Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilerek, prosedür gereği güncelleniyordu.
          Hasan Celal Güzel, beni bu gruplara dahil etmemişti. Bir akşam tüm ekibi Atatürk Orman Çiftliğindeki ünlü bir restoranda yemeğe davet etti. Sohbet sırasında kimi arkadaşlar beni niye bir gruba dahil etmediğini sordular. Cevabı ilginç olduğu kadar benim için de bir onur vesilesiydi. “İlhami Joker gibidir, her işe koşar, ekiplerde bir fire olursa o boşlukları da doldurur.”
          Bu grup çalışmaları sırasında ben yaklaşık bir ay süreyle çocuklarımı göremedim, ev ve işin dışında hiçbir yere gidemedim. Gece yarısı eve geliyor, sabah erkenden işe gidiyordum. Bu dönem içinde gece dairede kaldığım günler de oluyordu. İnanılmaz bir tempo içerisinde, gece, gündüz, bayram, tatil demeden, dur durak bilmeden çalışıyor, hep çalışıyorduk.
            Bir gün ilerleyen bir saatte Başbakan Turgut Özal, Müsteşar Hasan Celal Güzel’den Dışışleri Bakanlığı ile ilgili bir bilgi istemişti. Vakit geç olduğu için Dışışleri Bakanlığı’ndan yetkililere ulaşılamıyordu. Dişişleri Bakanlığı Müsteşarı da resmi bir toplantıya katılmak üzere Amerika’daydı. Müsteşarlık Özal Kalem Müdürü Timsal Baysal Hanım ve sekreterler de evlerine gitmişlerdi. İletişim kuracak bir tek Başbakanlık Santralcısı vardı. O günkü nöbetçi santralcı Semra Bozkurt adlı bayandı. Semra Özkurt’u eski müsteşarlardan Ekrem Cuyhun YSE’den getirmişti.                  devam edecek...