11 Ağustos 2017 Cuma

"Seyahatnamelerde Bitlis", Dr. Kasım KÜFREVİ (İ.Ü. Edebiyat Fak.Öğr.Üyesi-Eski Milletvekili ve Senatör)

SEYAHATNAMELERDE  BİTLİS
Dr. Kasım KÜFREVİ
İ.Ü. Edebiyat Fak.Öğr.Üyesi-Eski Milletvekili ve Senatör
Şarkiyatçı araştırmacılar seyahatnamelere büyük değer verirler, bunları dikkatle incelerler. Bu kabil eserler arasında  tarihe ışık tutanlar, edebi kıymete sahip bulunanlar vardır. Hem edebi değerleri olan, hem de kıymetli birer vesika sayılan seyahatnameler de mevcuttur. Zevkle okunan, sürükleyici bir üsluba sahip olup ta menkibemsi rivayetlere yer veren türleri de vardır. Bitlis’e sahifeler ayıran Evliya Çelebi Seyahatnamesi bu son sınıfa dahildir. Arapça, Farsça ve Türkçe yazılan ve Bitlis’e yer veren bu eserler arasında Avrupalıların kitapları da yer alır. Bu eserlerin bir listesini Prof.Besim Darkot’un İslam Ansiklopedisi’nin Bitlis maddesinde bulabilirsiniz. Bu kitaplar arasında iki seyahatname var ki  gerçekçi bir üslup ile Farsça kaleme alınmıştır. Ancak bu eserler üzerinde memleketimizde layıkiyle durulmamıştır.
Birincisi İran Şairi, Batıni Kelamcı Nasır-i Hüsrev-i Kubadyani (öl. 481 h.) nin Sefername’sidir.
İkincisi de hemen hemen hiç bahsi geçmeyen Riyaz-üs Siyaha’dır. Hacı Zeynül Abidin-i Şirvani (öl. 1253 h.) nin eseridir. 
Her iki yazar da Bitlis’e gelmişler, bu şehre ve civarına seyahatnamelerinde yer vermişlerdir.
Nasır-ı Hüsrev, Horasan’dan Mısır’a gitmiş, Fatimi Halifesi El-Mustansır-Billah (saltanatı h.427-487) tarafından kendisine Horasan Hücceti  unvanı verilerek memleketine gönderilmiştir. Bu uzun seyahatinde geçtiği yerleri ve görüştüğü kimseleri tasvir eder. Yazarın Sefername’sinde şu satırlar yer alıyor.
“Rebiülevvelin (h.438) ondördünde Tebriz’den hareket edip Merend yoluyla ve Emir Vehsudan’ın askeriyle Hoy’a vardık, oradan Berkiri’ye (Bugünkü Muradiye) bir elçi ile gittim. Hoy’dan Berkiri’ye otuz fersahlık yoldur. Cemaziyelevvelin on ikinci günü oraya vardık. Oradan da Van’a ve Vestan’a ulaştık.”
“Oradan kalktım Cemaziyelevvelin on sekizinde Ahlat Şehrine vardım. Bu Şehir Müslümanlarla Ermenilerin sınırıdır. Berkiri’den buraya kadar on dokuz fersahtır. Oranın bir emiri vardı. Ona Nasrüd-Devle derlerdi. Yaşı yüz’ü geçkindi. Bir çok oğulları vardı. Her birine bir il vermişti. Orada akça ile alış-veriş ediliyordu. Okkaları üç yüz dirhemdi.”
“Cemaziyelevvelin yirminci günü oradan kalkıp bir kervansaraya vardım. Kış pek müthişti. Dehşetli kar vardı. Halk karda, tipide anayolu bulsunlar da şehre varsınlar diye şehrin önündeki ovaya yol boyunca bir miktar kazık çakmışlardı. Oradan Bitlis şehrine vardım.”
“Bu şehir bir dere içinde kurulmuştur. Oradan bal aldık. Bize sattıkları hesaba göre batmanı bir dinar tutuyordu. Bu şehirde adam vardır ki dediler, bir yılda üç yüz-dört yüz tulum balı olur.”
“Oradan bir kaleye vardık. Oraya Kıf-Unzur yani (Dur da bak) diyorlardı. Oradan da geçtik bir yere vardık ki orada orada bir mescit vardı. Üveys-i Karani –Tanrı ruhunu kutlasın- yaptırmıştır diye rivayet ettiler. Oralarda dağlarda dolaşan ve selvi ağacı gibi uzun dalları kesen adamlar gördüm. Bunları ne yapıyorsunuz dedim. Bu sopanın bir ucunu ateşe sokarız, öbür ucundan katran damlar. Bütün katranı bir kuyuya toplarız, sonra o kuyudan çıkarır kablara doldurur, her tarafa götürürüz dediler. Ahlat’tan sonra anılan ve burada kısaca anlatılan bu memleketler hep Mayyafarkın iline tabi memleketlerdir.”*
Riyaz-üs-Siyaha yazarı Hacı Zeynül-Abidin Şirvanı, Caferi mezhebi bilginlerinden, şair mutasavvuf bir şahsiyettir. H.1211’de İran’dan hareketle, Afganistan, Hind, Sind, Irak, Hicaz, Suriye, Filistin ve Mısır’ı dolaşarak İstanbul’a uğrar, oradan memleketine döner. 18 sene süren seyahatinin notlarını Farsça olarak üç kitapta toplar. Bizi burada Riyaz’daki yazıları ilgilendiriyor. Yazar Bitlis ve civarının Osmanlı Ülkesine iltihakının tarihçesine dair bilgi verdikten sonra diyor ki: “Ahlat gönülde yer eden güzelliğe sahip bir şehirdir. Dördüncü iklimdedir. Göl kenarındadır. Geniş bir araziye sahiptir. Şimal tarafı, yarım fersah kadar dağlıktır. Civarında mamur köyler vardır.
Tadımı hoş suyu, sert havası vardır. Güzel bahçelere, cennet misali bostanlara sahiptir. Meyveler içinde zerdalisi çok güzeldir. Buğdayı pek rağbettedir.  Osman b. Allan zamanında fethedilmiştir. Uzun zaman sonra saldırılara maruz kalmış ve harap olmağa başlamıştır. Cengiz soyundan gelen hanların ve Çapani hükümdarların zamanında haraplığı son dereceye varmıştır. Bir taraftan harap edilip, diğer taraftan yapılagelen şehir, bu günkü haline ulaşmıştır.” “Şimdiki zamanda şehrin narin bir kalesi var. Şenlenmiştir. Kale dışında beş yüz kadar biçimsiz, perişan ev göze çarpar. Halkı Türkçe konuşur, Hanefi mezheptir.”
“Hükümdarı Şeyh Ahmet adında, ihtişam sahibi, gayretli, cömert bir zattır. Güler yüzlü, temiz ahlaklı, fukara dostu, yabancılar hamisidir. Adil bir kişiliğe sahiptir. Bu sıfatları ile o havali hükümdarlarından ayrılır.”
“Adilcevaz küçük bir kasabadır. Cenup tarafı göldür. Üç tarafı dağlara dayanır. On iki pare köyü vardır. Hepsi de mamurdur. Bostanları, tatlı suları, otlakları vardır. Halkı Türkçe konuşur, hanefi mezheptir. Fakirlere, gezginlere kucak açarlar. Müeddep kişilerdir. Kasaba içinde beş yüz ev vardır. Hisarı dağ başındadır. Çok yüksektir. Adeta feleğin burcu ile boy ölçüşmek sevdasındadır.”
“Bitlis mutlu, revnaklı bir şehirdir. Ahlat’ın altı fersah garbına düşer. Yirmi pare mamur köye sahiptir. Şehri, dere içinde uzanıp gider bir biçimde bina etmişler. Tepeler ve dağları dolayısiyle evleri yükseklerde ve alçak yerlerde bulunur. Şehrin ortası bir mahrut şeklini andırır. Burada son derece sağlam bir kale yapılmıştır. Yontma taştan yapılmış beş bin ev göze gayet güzel ve çekici görünür. Büyük bir nehir şehrin ortasından geçer ve her ev bu sudan nasibini alır. Her evin bahçesi, cennet misali bostanı vardır.  Suyu lezzetli, havası hoş, toprağı coşturucu, halkı edep sahibidir. Hepsi de Türkçe konuşurlar. Hanefi mezheptirler. Şafi olanları da vardır. Elli ev kadar ehli sülük bu şehirde makam tutmuştur. Halkı beyaz yüzlü olup hüsnü metaından berhudardır.”
“Bu şehirde Fazl-ü Kemal ve Veed-ü hal sahibi zatlar yetişmiştir. Bir kaçını sayalım: Sırların Kaşifi Şeyh Ammar: Bu büyük zat zamanın şeyhlerinin üstünü, bütün ariflerin fevkinde bir ulu kişi idi. Necmüd-din-i Kübra bu zata mülazemet etmiş ve yanında sülüka başlamıştır. Onun işareti üzerine Mısır’a Ruzbehan-ı Kebir’e gitmiş böylece bu iki zatın hikmeti ile yüksek derecelere ulaşmıştır. Şeyh Ammar, Ebun-necib-i Suhreverdi’nin mürididir.”**
Şirvani’nin  bahsettiği Ammar-ı Yasır-ı Bedlisi (ölm.606 h.),  Ebun-ne-cip Abdülkahir-i Suhverdi (ölm.563 h.) nin halifesidir. Helvacı Başı Zade Mahmut Hulvi; (ölm.1064 h.) “Bedlis’te neşrü nema buldu. Sukreverd’e gidüp Ehunnecib’e  mülazemet etti. Necmüddin-i Kübra bunun halifesidir. Zaviye-i Amaran el’an Bedlis’te meşhur ve maruftur.” diyor.
            *** (Lamezat varak 145-146, bentteki yazma)
            *Setername, Çeviren Abdülvehhap Tarzi, s.10-11, İstanbul 1950. M.E.B. Şark İslam Klasikler.
            *Riya-üs Siyaha s. 100-102, 111-112, Tahran 1339
            **Lemazat varak 145-146, bendeki yazma
            ***Cami, Nefahat-ül-üns. S. 398,399, 400 Taşkend 1915. Türkçe tercümesi Lamii. S. 473-480 İstanbul 1289.
KÜFREVİ TÜRBESİ
Bitlis’te bulunan Şeyh Muhammed KÜFREVİ Hazretleri’nin Türbesi, İnönü Mahallesinde bulunmaktadır. Türbenin giriş kapısı üzerinde bulunan kitabeye göre, Osmanlı Padişahı Sultan Abdülhamit’in emriyle, 1898 yılında inşa edilmiştir.
Padişah’ın özel olarak görevlendirdiği İtalyan Mimar Alberto  tarafından yapımı gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle mimari tarzı bakımından bölgede bir benzerine rastlanmamaktadır. İlk bakışta Bizans eserlerindeki sütun yapısı ve aydınlatmada kullanılan vitraylar dikkati çekmektedir.
Türbenin iki kanatlı giriş kapısı sedef kakmalarla, altın ve gümüş süslemelerle bezenmiştir. Çok daha değerli kısımları Bitlis’in Rus işgali sırasında ortadan kaybolduğuna dair rivayetler bulunmaktadır.
Türbenin iç kısmında giriş kapısının hemen üstünde Küfrevi Hazretlerinin yaşlılık dönemlerinde Cuma namazları için hemen karşıda bulunan Kızıl Mescit Camisine götürülüp getirilmesinde kullanılan “Tahtırevan” orijinal biçimiyle korunmaktadır.
Yapı, asıl türbe mekanı ile bunun doğusunda kuzey-güney doğrultusunda  uzanan  dört kubbeli bir revaktan oluşmaktadır. Bu kubbeler içten dairesel, dıştan sekizgen bir tarzda planlanmıştır. Kubbe ile örtülen ana yapının doğusunda kare planlı ve kubbeli giriş mekanı yer almaktadır. Dikdörtgen kapı açıklığı, yuvarlak kemerli, derin olmayan bir niş içerisinde bulunmaktadır. Kapının bulunduğu Doğu cephesinin tamamı, boyama tekniği ile basit motiflerden oluşan bir bezeme ile süslenmiştir.
Türbenin giriş bölümündeki orijinal süslemeler Rus işgali sırasında tahrip edildiği için, sonraki dönemlerde gelişigüzel renklerle boyanarak yeniden şekillendirilmiştir.
Türbenin teknik özelliği bakımından, süsleme taş üzerine boyama ve oyma-kabartma tekniği ile işlenmiştir.
Cephede dikkat çeken motifler, yarım daireler, testere dişi biçiminde düzenlenen küçük boyutlu üçgenler, basit yamuk şekiller ile bitki motiflerinden oluşmaktadır. Taş üzerine oyma-kabartma tekniği ile yuvarlak kemerin son bulduğu iki yan tarafa sivri kemer formunda saç örgüsü işlenmiştir. Tek yivli üç şeritle oluşturulan motif tıpkı giriş kapısındaki motifler gibi siyah boya ile gelişigüzel boyanmıştır.
Sekizgen gövdeli türbede her yüz, hafif bir dışbükey biçimlenme göstermektedir. Doğu yüz dışındaki köşelere dar başlıklı, silindirik birer sütünçe yerleştirilmiştir. Sütünçelerin taşıdığı kuşak bütün gövdeyi dolanmaktadır.Kubbe eteğindeki saçak kornişi ve pencerelerdeki silme vitray düzenlemeleri ile hareketli bir görünüm oluşturmaktadır.
Küfrevi Türbesinde, Şeyh Muhammed KÜFREVİ Hazretleri ve Fatma Hanım’ın yanı sıra, Şeyh Abdülhadi Efendi,  Şeyh Abdülbaki Efendi, Şeyh Abdurrahman Efendi,  Şeyh Nesim Efendi, Şeyh Cesim Efendi ve eşi Naciye Hanım ile Şeyh Vesim’in  kabirleri yer almaktadır.
Şeyh Muhammed KÜFREVİ Hazretlerinin eşi Fatma Hanım’ın kardeşi olan  ve dönemin en büyük din adamlarından biri olan Şeyh Emin Efendi, eniştesine olan büyük saygısından dolayı şöyle bir vasiyette bulunmuştur. “Ben öldüğümde mezarımı Şey Muhammed KÜFREVİ Hazretlerini ziyarete gelenlerin benim  üstüne basarak geçecekleri yere koyacaksınız” demiş, vasiyet yerine getirilmiştir.
Atatürk, 1916 yılında Bitlis’e geldiğinde Küfrevi Türbesini ziyaret etmiştir. Bu ziyaretten memnun kalan Şeyh Muhammet Küfrevi’nin eşi Fatma Hanım, Atatürk’e; “Allah seni Padişah yapsın.” diyerek dua etmiştir. Atatürk Küfrevi Ailesi ile ilişkisini kesmemiş, sürekli iletişim halinde olmuştur.  Cumhuriyetin kuruluş aşamasında Şeyh Abdülbaki Efendiye  8 adet mektup yazmış, bölge ile ilgili görüşlerine başvurmuş, bilgi edinmiştir.
Küfrevi Ailesi, Osmanlı döneminde devletle olan yakın ve  sıcak ilişkisini, Cumhuriyet döneminde de aynı sıkılıkta devam ettiregelmektedir.

4 yorum:

  1. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. Ben o güzel şirin rabbime yalvariyorum benim murşidim şeyh muhammed küfre ve tüm soyunda olan evliya mürşitlerim. Ellah zülcelal u zül cemalda mürşitlerime rehmet ihsan diliyorum.
    tüm muhammed ümmetinde evliyalari. rebbim de rehmet ihsan diliyorum. ecmein. amin.

    YanıtlaSil
  3. bu yazının orjinali var mı acaba? nerde yayımlandı ilk olarak ?

    YanıtlaSil

ilaminal71@gmail.com