SEYAHATNAMELERDE BİTLİS
İ.Ü.
Edebiyat Fak.Öğr.Üyesi-Eski Milletvekili ve Senatör
Şarkiyatçı
araştırmacılar seyahatnamelere büyük değer verirler, bunları dikkatle
incelerler. Bu kabil eserler arasında
tarihe ışık tutanlar, edebi kıymete sahip bulunanlar vardır. Hem edebi
değerleri olan, hem de kıymetli birer vesika sayılan seyahatnameler de
mevcuttur. Zevkle okunan, sürükleyici bir üsluba sahip olup ta menkibemsi
rivayetlere yer veren türleri de vardır. Bitlis’e sahifeler ayıran Evliya
Çelebi Seyahatnamesi bu son sınıfa dahildir. Arapça, Farsça ve Türkçe yazılan
ve Bitlis’e yer veren bu eserler arasında Avrupalıların kitapları da yer alır.
Bu eserlerin bir listesini Prof.Besim Darkot’un İslam Ansiklopedisi’nin Bitlis
maddesinde bulabilirsiniz. Bu kitaplar arasında iki seyahatname var ki gerçekçi bir üslup ile Farsça kaleme
alınmıştır. Ancak bu eserler üzerinde memleketimizde layıkiyle durulmamıştır.
Birincisi
İran Şairi, Batıni Kelamcı Nasır-i Hüsrev-i Kubadyani (öl. 481 h.) nin Sefername’sidir.
İkincisi
de hemen hemen hiç bahsi geçmeyen Riyaz-üs Siyaha’dır. Hacı Zeynül Abidin-i
Şirvani (öl. 1253 h.) nin eseridir.
Her
iki yazar da Bitlis’e gelmişler, bu şehre ve civarına seyahatnamelerinde yer vermişlerdir.
Nasır-ı
Hüsrev, Horasan’dan Mısır’a gitmiş, Fatimi Halifesi El-Mustansır-Billah
(saltanatı h.427-487) tarafından kendisine Horasan Hücceti unvanı verilerek memleketine gönderilmiştir.
Bu uzun seyahatinde geçtiği yerleri ve görüştüğü kimseleri tasvir eder. Yazarın
Sefername’sinde şu satırlar yer alıyor.
“Rebiülevvelin
(h.438) ondördünde Tebriz’den hareket edip Merend yoluyla ve Emir Vehsudan’ın
askeriyle Hoy’a vardık, oradan Berkiri’ye (Bugünkü Muradiye) bir elçi ile
gittim. Hoy’dan Berkiri’ye otuz fersahlık yoldur. Cemaziyelevvelin on ikinci
günü oraya vardık. Oradan da Van’a ve Vestan’a ulaştık.”
“Oradan
kalktım Cemaziyelevvelin on sekizinde Ahlat Şehrine vardım. Bu Şehir
Müslümanlarla Ermenilerin sınırıdır. Berkiri’den buraya kadar on dokuz fersahtır.
Oranın bir emiri vardı. Ona Nasrüd-Devle derlerdi. Yaşı yüz’ü geçkindi. Bir çok
oğulları vardı. Her birine bir il vermişti. Orada akça ile alış-veriş
ediliyordu. Okkaları üç yüz dirhemdi.”
“Cemaziyelevvelin
yirminci günü oradan kalkıp bir kervansaraya vardım. Kış pek müthişti. Dehşetli
kar vardı. Halk karda, tipide anayolu bulsunlar da şehre varsınlar diye şehrin
önündeki ovaya yol boyunca bir miktar kazık çakmışlardı. Oradan Bitlis şehrine
vardım.”
“Bu
şehir bir dere içinde kurulmuştur. Oradan bal aldık. Bize sattıkları hesaba
göre batmanı bir dinar tutuyordu. Bu şehirde adam vardır ki dediler, bir yılda
üç yüz-dört yüz tulum balı olur.”
“Oradan
bir kaleye vardık. Oraya Kıf-Unzur yani (Dur da bak) diyorlardı. Oradan da
geçtik bir yere vardık ki orada orada bir mescit vardı. Üveys-i Karani –Tanrı
ruhunu kutlasın- yaptırmıştır diye rivayet ettiler. Oralarda dağlarda dolaşan
ve selvi ağacı gibi uzun dalları kesen adamlar gördüm. Bunları ne yapıyorsunuz
dedim. Bu sopanın bir ucunu ateşe sokarız, öbür ucundan katran damlar. Bütün
katranı bir kuyuya toplarız, sonra o kuyudan çıkarır kablara doldurur, her
tarafa götürürüz dediler. Ahlat’tan sonra anılan ve burada kısaca anlatılan bu
memleketler hep Mayyafarkın iline tabi memleketlerdir.”*
Riyaz-üs-Siyaha yazarı Hacı Zeynül-Abidin Şirvanı, Caferi mezhebi bilginlerinden, şair mutasavvuf bir şahsiyettir. H.1211’de İran’dan hareketle, Afganistan, Hind, Sind, Irak, Hicaz, Suriye, Filistin ve Mısır’ı dolaşarak İstanbul’a uğrar, oradan memleketine döner. 18 sene süren seyahatinin notlarını Farsça olarak üç kitapta toplar. Bizi burada Riyaz’daki yazıları ilgilendiriyor. Yazar Bitlis ve civarının Osmanlı Ülkesine iltihakının tarihçesine dair bilgi verdikten sonra diyor ki: “Ahlat gönülde yer eden güzelliğe sahip bir şehirdir. Dördüncü iklimdedir. Göl kenarındadır. Geniş bir araziye sahiptir. Şimal tarafı, yarım fersah kadar dağlıktır. Civarında mamur köyler vardır.
Tadımı hoş suyu, sert havası vardır. Güzel bahçelere, cennet misali bostanlara sahiptir. Meyveler içinde zerdalisi çok güzeldir. Buğdayı pek rağbettedir. Osman b. Allan zamanında fethedilmiştir. Uzun zaman sonra saldırılara maruz kalmış ve harap olmağa başlamıştır. Cengiz soyundan gelen hanların ve Çapani hükümdarların zamanında haraplığı son dereceye varmıştır. Bir taraftan harap edilip, diğer taraftan yapılagelen şehir, bu günkü haline ulaşmıştır.” “Şimdiki zamanda şehrin narin bir kalesi var. Şenlenmiştir. Kale dışında beş yüz kadar biçimsiz, perişan ev göze çarpar. Halkı Türkçe konuşur, Hanefi mezheptir.”
“Hükümdarı Şeyh Ahmet adında, ihtişam sahibi, gayretli, cömert bir zattır. Güler yüzlü, temiz ahlaklı, fukara dostu, yabancılar hamisidir. Adil bir kişiliğe sahiptir. Bu sıfatları ile o havali hükümdarlarından ayrılır.”
“Adilcevaz küçük bir kasabadır. Cenup tarafı göldür. Üç tarafı dağlara dayanır. On iki pare köyü vardır. Hepsi de mamurdur. Bostanları, tatlı suları, otlakları vardır. Halkı Türkçe konuşur, hanefi mezheptir. Fakirlere, gezginlere kucak açarlar. Müeddep kişilerdir. Kasaba içinde beş yüz ev vardır. Hisarı dağ başındadır. Çok yüksektir. Adeta feleğin burcu ile boy ölçüşmek sevdasındadır.”
Riyaz-üs-Siyaha yazarı Hacı Zeynül-Abidin Şirvanı, Caferi mezhebi bilginlerinden, şair mutasavvuf bir şahsiyettir. H.1211’de İran’dan hareketle, Afganistan, Hind, Sind, Irak, Hicaz, Suriye, Filistin ve Mısır’ı dolaşarak İstanbul’a uğrar, oradan memleketine döner. 18 sene süren seyahatinin notlarını Farsça olarak üç kitapta toplar. Bizi burada Riyaz’daki yazıları ilgilendiriyor. Yazar Bitlis ve civarının Osmanlı Ülkesine iltihakının tarihçesine dair bilgi verdikten sonra diyor ki: “Ahlat gönülde yer eden güzelliğe sahip bir şehirdir. Dördüncü iklimdedir. Göl kenarındadır. Geniş bir araziye sahiptir. Şimal tarafı, yarım fersah kadar dağlıktır. Civarında mamur köyler vardır.
Tadımı hoş suyu, sert havası vardır. Güzel bahçelere, cennet misali bostanlara sahiptir. Meyveler içinde zerdalisi çok güzeldir. Buğdayı pek rağbettedir. Osman b. Allan zamanında fethedilmiştir. Uzun zaman sonra saldırılara maruz kalmış ve harap olmağa başlamıştır. Cengiz soyundan gelen hanların ve Çapani hükümdarların zamanında haraplığı son dereceye varmıştır. Bir taraftan harap edilip, diğer taraftan yapılagelen şehir, bu günkü haline ulaşmıştır.” “Şimdiki zamanda şehrin narin bir kalesi var. Şenlenmiştir. Kale dışında beş yüz kadar biçimsiz, perişan ev göze çarpar. Halkı Türkçe konuşur, Hanefi mezheptir.”
“Hükümdarı Şeyh Ahmet adında, ihtişam sahibi, gayretli, cömert bir zattır. Güler yüzlü, temiz ahlaklı, fukara dostu, yabancılar hamisidir. Adil bir kişiliğe sahiptir. Bu sıfatları ile o havali hükümdarlarından ayrılır.”
“Adilcevaz küçük bir kasabadır. Cenup tarafı göldür. Üç tarafı dağlara dayanır. On iki pare köyü vardır. Hepsi de mamurdur. Bostanları, tatlı suları, otlakları vardır. Halkı Türkçe konuşur, hanefi mezheptir. Fakirlere, gezginlere kucak açarlar. Müeddep kişilerdir. Kasaba içinde beş yüz ev vardır. Hisarı dağ başındadır. Çok yüksektir. Adeta feleğin burcu ile boy ölçüşmek sevdasındadır.”
“Bitlis
mutlu, revnaklı bir şehirdir. Ahlat’ın altı fersah garbına düşer. Yirmi pare
mamur köye sahiptir. Şehri, dere içinde uzanıp gider bir biçimde bina etmişler.
Tepeler ve dağları dolayısiyle evleri yükseklerde ve alçak yerlerde bulunur.
Şehrin ortası bir mahrut şeklini andırır. Burada son derece sağlam bir kale
yapılmıştır. Yontma taştan yapılmış beş bin ev göze gayet güzel ve çekici
görünür. Büyük bir nehir şehrin ortasından geçer ve her ev bu sudan nasibini
alır. Her evin bahçesi, cennet misali bostanı vardır. Suyu lezzetli, havası hoş, toprağı coşturucu,
halkı edep sahibidir. Hepsi de Türkçe konuşurlar. Hanefi mezheptirler. Şafi
olanları da vardır. Elli ev kadar ehli sülük bu şehirde makam tutmuştur. Halkı
beyaz yüzlü olup hüsnü metaından berhudardır.”
“Bu şehirde Fazl-ü Kemal ve Veed-ü hal sahibi zatlar yetişmiştir. Bir kaçını sayalım: Sırların Kaşifi Şeyh Ammar: Bu büyük zat zamanın şeyhlerinin üstünü, bütün ariflerin fevkinde bir ulu kişi idi. Necmüd-din-i Kübra bu zata mülazemet etmiş ve yanında sülüka başlamıştır. Onun işareti üzerine Mısır’a Ruzbehan-ı Kebir’e gitmiş böylece bu iki zatın hikmeti ile yüksek derecelere ulaşmıştır. Şeyh Ammar, Ebun-necib-i Suhreverdi’nin mürididir.”**
Şirvani’nin bahsettiği Ammar-ı Yasır-ı Bedlisi (ölm.606 h.), Ebun-ne-cip Abdülkahir-i Suhverdi (ölm.563 h.) nin halifesidir. Helvacı Başı Zade Mahmut Hulvi; (ölm.1064 h.) “Bedlis’te neşrü nema buldu. Sukreverd’e gidüp Ehunnecib’e mülazemet etti. Necmüddin-i Kübra bunun halifesidir. Zaviye-i Amaran el’an Bedlis’te meşhur ve maruftur.” diyor.
“Bu şehirde Fazl-ü Kemal ve Veed-ü hal sahibi zatlar yetişmiştir. Bir kaçını sayalım: Sırların Kaşifi Şeyh Ammar: Bu büyük zat zamanın şeyhlerinin üstünü, bütün ariflerin fevkinde bir ulu kişi idi. Necmüd-din-i Kübra bu zata mülazemet etmiş ve yanında sülüka başlamıştır. Onun işareti üzerine Mısır’a Ruzbehan-ı Kebir’e gitmiş böylece bu iki zatın hikmeti ile yüksek derecelere ulaşmıştır. Şeyh Ammar, Ebun-necib-i Suhreverdi’nin mürididir.”**
Şirvani’nin bahsettiği Ammar-ı Yasır-ı Bedlisi (ölm.606 h.), Ebun-ne-cip Abdülkahir-i Suhverdi (ölm.563 h.) nin halifesidir. Helvacı Başı Zade Mahmut Hulvi; (ölm.1064 h.) “Bedlis’te neşrü nema buldu. Sukreverd’e gidüp Ehunnecib’e mülazemet etti. Necmüddin-i Kübra bunun halifesidir. Zaviye-i Amaran el’an Bedlis’te meşhur ve maruftur.” diyor.
***
(Lamezat varak 145-146, bentteki yazma)
*Setername,
Çeviren Abdülvehhap Tarzi, s.10-11, İstanbul 1950. M .E.B. Şark İslam
Klasikler.
*Riya-üs
Siyaha s. 100-102, 111-112, Tahran 1339
**Lemazat
varak 145-146, bendeki yazma
***Cami,
Nefahat-ül-üns. S. 398,399, 400 Taşkend 1915. Türkçe tercümesi Lamii. S.
473-480 İstanbul 1289.
Bitlis’te
bulunan Şeyh Muhammed KÜFREVİ Hazretleri’nin Türbesi, İnönü Mahallesinde
bulunmaktadır. Türbenin giriş kapısı üzerinde bulunan kitabeye göre, Osmanlı
Padişahı Sultan Abdülhamit’in emriyle, 1898 yılında inşa edilmiştir.
KÜFREVİ TÜRBESİ
Padişah’ın
özel olarak görevlendirdiği İtalyan Mimar Alberto tarafından yapımı gerçekleştirilmiştir. Bu
nedenle mimari tarzı bakımından bölgede bir benzerine rastlanmamaktadır. İlk
bakışta Bizans eserlerindeki sütun yapısı ve aydınlatmada kullanılan vitraylar
dikkati çekmektedir.
Türbenin
iki kanatlı giriş kapısı sedef kakmalarla, altın ve gümüş süslemelerle
bezenmiştir. Çok daha değerli kısımları Bitlis’in Rus işgali sırasında ortadan
kaybolduğuna dair rivayetler bulunmaktadır.
Türbenin
iç kısmında giriş kapısının hemen üstünde Küfrevi Hazretlerinin yaşlılık
dönemlerinde Cuma namazları için hemen karşıda bulunan Kızıl Mescit Camisine
götürülüp getirilmesinde kullanılan “Tahtırevan” orijinal biçimiyle
korunmaktadır.
Yapı, asıl
türbe mekanı ile bunun doğusunda kuzey-güney doğrultusunda uzanan
dört kubbeli bir revaktan oluşmaktadır. Bu kubbeler içten dairesel,
dıştan sekizgen bir tarzda planlanmıştır. Kubbe ile örtülen ana yapının
doğusunda kare planlı ve kubbeli giriş mekanı yer almaktadır. Dikdörtgen kapı
açıklığı, yuvarlak kemerli, derin olmayan bir niş içerisinde bulunmaktadır.
Kapının bulunduğu Doğu cephesinin tamamı, boyama tekniği ile basit motiflerden
oluşan bir bezeme ile süslenmiştir.
Türbenin
giriş bölümündeki orijinal süslemeler Rus işgali sırasında tahrip edildiği
için, sonraki dönemlerde gelişigüzel renklerle boyanarak yeniden
şekillendirilmiştir.
Türbenin
teknik özelliği bakımından, süsleme taş üzerine boyama ve oyma-kabartma tekniği
ile işlenmiştir.
Cephede
dikkat çeken motifler, yarım daireler, testere dişi biçiminde düzenlenen küçük
boyutlu üçgenler, basit yamuk şekiller ile bitki motiflerinden oluşmaktadır.
Taş üzerine oyma-kabartma tekniği ile yuvarlak kemerin son bulduğu iki yan
tarafa sivri kemer formunda saç örgüsü işlenmiştir. Tek yivli üç şeritle
oluşturulan motif tıpkı giriş kapısındaki motifler gibi siyah boya ile
gelişigüzel boyanmıştır.
Sekizgen
gövdeli türbede her yüz, hafif bir dışbükey biçimlenme göstermektedir. Doğu yüz
dışındaki köşelere dar başlıklı, silindirik birer sütünçe yerleştirilmiştir.
Sütünçelerin taşıdığı kuşak bütün gövdeyi dolanmaktadır.Kubbe eteğindeki saçak
kornişi ve pencerelerdeki silme vitray düzenlemeleri ile hareketli bir görünüm
oluşturmaktadır.
Küfrevi
Türbesinde, Şeyh Muhammed KÜFREVİ Hazretleri ve Fatma Hanım’ın yanı sıra, Şeyh
Abdülhadi Efendi, Şeyh Abdülbaki Efendi,
Şeyh Abdurrahman Efendi, Şeyh Nesim
Efendi, Şeyh Cesim Efendi ve eşi Naciye Hanım ile Şeyh Vesim’in kabirleri yer almaktadır.
Şeyh
Muhammed KÜFREVİ Hazretlerinin eşi Fatma Hanım’ın kardeşi olan ve dönemin en büyük din adamlarından biri olan
Şeyh Emin Efendi, eniştesine olan büyük saygısından dolayı şöyle bir vasiyette
bulunmuştur. “Ben öldüğümde mezarımı Şey Muhammed KÜFREVİ Hazretlerini ziyarete
gelenlerin benim üstüne basarak
geçecekleri yere koyacaksınız” demiş, vasiyet yerine getirilmiştir.
Atatürk,
1916 yılında Bitlis’e geldiğinde Küfrevi Türbesini ziyaret etmiştir. Bu
ziyaretten memnun kalan Şeyh Muhammet Küfrevi’nin eşi Fatma Hanım, Atatürk’e;
“Allah seni Padişah yapsın.” diyerek dua etmiştir. Atatürk Küfrevi Ailesi ile
ilişkisini kesmemiş, sürekli iletişim halinde olmuştur. Cumhuriyetin kuruluş aşamasında Şeyh
Abdülbaki Efendiye 8 adet mektup yazmış,
bölge ile ilgili görüşlerine başvurmuş, bilgi edinmiştir.
Küfrevi Ailesi, Osmanlı döneminde devletle olan yakın ve sıcak ilişkisini, Cumhuriyet döneminde de aynı sıkılıkta devam ettiregelmektedir.
Küfrevi Ailesi, Osmanlı döneminde devletle olan yakın ve sıcak ilişkisini, Cumhuriyet döneminde de aynı sıkılıkta devam ettiregelmektedir.
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSilBen o güzel şirin rabbime yalvariyorum benim murşidim şeyh muhammed küfre ve tüm soyunda olan evliya mürşitlerim. Ellah zülcelal u zül cemalda mürşitlerime rehmet ihsan diliyorum.
YanıtlaSiltüm muhammed ümmetinde evliyalari. rebbim de rehmet ihsan diliyorum. ecmein. amin.
bu yazının orjinali var mı acaba? nerde yayımlandı ilk olarak ?
YanıtlaSilMaşallah maşallah
YanıtlaSil