9 Ağustos 2017 Çarşamba

"AHLAT’IN TARİHİ ÖNEMİ VE GÜNÜMÜZDEKİ YERİ" - Ahlat (AKSAV) Kültür Sanat ve Çevre Vakfı

AHLAT’IN TARİHİ ÖNEMİ VE GÜNÜMÜZDEKİ YERİ
Ahlat (AKSAV) Kültür Sanat ve Çevre Vakfı
Tarihin her döneminde çeşitli medeniyetlerin yaşanmış olduğu Ahlat, bünyesinde bu medeniyetlerin izlerini taşımaktadır. Tarih süzgecinden geçirdiğimizde karşılaştığımız değerleri şöyle sıralayabiliriz.
1. Askeri ve Stratejik  Açıdan Ahlat.
2. Türklerin Anadolu’yu Yurt Edinmelerinde Ahlat’ın Rolü.
3. İslamiyet’in Anadolu ve Asya’ya Yayılmasında Ahlat’ın Rolü.
4. Tarih ve Turizmin İç İçe Olduğu Ahlat’ın Günümüzdeki Yeri.

            1. ASKERİ VE STRATEJİK AÇIDAN AHLAT
            Van Gölü çevresinde siyah bir kaşı andırırcasına durması Ahlat’a bir çekicilik vermektedir. Bu sebeple tarih süreci içerisinde büyüklü küçüklü bütün devletler bu dilbere sahip olma arzusu içinde olmuşlardır. Güçlü olan almış, zayıf olan alma hayali ile yanıp tutuşmuştur. Ahlat’ın coğrafi konumu stratejik açıdan da çok önemli olduğundan  Ahlat’a hakim olan bölgeye de hakim olmuştur. Dolayısıyla Ahlat pek çok defalar el değiştirmiş ve bu el değiştirmeler şehrin mimari yapısına umulandan çok zarar vermiştir. Bu yüzden çok eski dönemlerden kalan eserlerin sadece izleri ile yetinmekteyiz.

            2. TÜRKLERİN ANADOLU’YU YURT EDİNMELERİNDE AHLAT’IN ROLÜ
            Orta Asya’dan Batı’ya  doğru yönelen Türklerin ilk uğrak yerlerinden birisidir Ahlat. Anadolu torakları üzerinde ilk fethedilen yer olması Ahlat’ın karizmasının temelini teşkil etmektedir. Oğuz akıncıları öylesine benimsemişlerdir ki bir dönem “Oğuz Taifesi Şehri” olarak adlandırılmıştır. Ahlat’ta başlayan bu hareket gün gelmiş Viyana kapılarına dayanmıştır. Bu muhteşem büyümenin ilk ayağının Ahlat olması buranın önemini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Bu büyük serüven içinde bir yer var ki ona değinmeden geçilemez. Bu dünya tarihinin seyrini değiştiren 1071 Malazgirt Zaferi’dir. Ahlat’ta karargahını kuran Alparslan buradan  başlattığı hareketle uzun yıllar hüküm süren büyük bir imparatorluğun hayatiyetine son vererek tarihin akışını değiştirip, bir çağın kapanmasını ve yeni bir çağın başlamasını ilan etmiştir. Alparslan’a bu askeri alt yapıyı Ahlat sunmuştur. Ahlat’tan başlayıp Malazgirt’te çağı değiştiren bu muhteşem güç, Asya kıtasının coğrafi uzantısı olan İstanbul kapılarına dayanmıştır.
            İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet, atası Alparslan’dan aldığı ruhla onu Bizans kültürünün elinden alıp bir Osmanlı şehri haline getirmiştir. Bu zaferin ilk basamağı olan Ahlat, bir kültür, sanat ve uygarlık merkezi olarak işlevini devam ettirmiştir. Bu parlak döneminden günümüze pek çok eser kalmıştır. Bu eserlerde köklü ve düzeyli bir sanat terbiyesinin izlerini bulmak mümkündür. Bu özelliği ile de Ahlat bir sanat laboratuarı olarak görenleri hayran bırakmaktadır.
            Büyük İmparatorluk kurulduktan sonra Osmanlı padişahları Ahlat’ı çok sık olmasa da ihmal etmemişlerdir. Bu dönemde ise Ahlat, “Ata Yadigarı Şehir” olarak gönüllerdeki yerini korumuştur.

            3. İSLAMİYET’İN ANADOLU VE ASYA’YA YAYILMASINDA AHLAT’IN ROLÜ
            Anadolu’daki Bizans hakimiyeti giderildikten sonra kitleler halinde İslamlığı kabul etmiş bulunan Saltuklular, Karamanlar, Selçuklular ve diğer Oğuz boyları İslam adına fetihlerde bulunmuşlardır. Ahlat, İslamiyet’in Asya’ya  açılmasının bir hamle yeri, bir ileri üssü  olarak görev üstlenmiştir. İstanbul’u Bizans kültürünün etkisinden kurtarıp İslamlaştıran da Ahlat olmuştur. Zira Ahlat’tan geçen Türk boylarına iliklerine kadar İslam kültürünü burada aşılanmıştır. İslam Ahlat’ta öylesine yücelmiştir ki, Ahlat bu kez de “Kübbe-t-ül İslam” adı ile onurlandırılmıştır. Bu İslamiyet’in en doruk noktada özümsendiği kente “Ruhaniyatlı Şehir” denmesi bundan kaynaklanmaktadır.
            İslamiyet’i dünyaya yaymayı  kendilerine görev telakki etmiş yüce insanlardan Yemen Valisi Maaz Bir Cebel’in oğlu Abdurrahman Gazi’nin mezarı Ahlat’tadır. Kadirbilir Ahlat halkı 1973 yılında kendi olanakları ile Abdurrahman Gazi Türbesini Ahlat’lı ünlü taş ustası Tahsin Kalender’e inşa ettirmiştir. Bu esen Selçuklu dönemi eserlerinden esinlenilerek yapılan son kuşağın eseridir. Bununla geçmişin muhteşem sanat öğretisinin yeni  kuşağa intikalinin de tipik bir örneği gerçekleştirilmiştir.

            4. TARİH VE TURİZMİN İÇ İÇE OLDUĞU AHLAT’IN GÜNÜMÜZDEKİ YERİ
            Bir misyon kenti olan Ahlat’ın en önemli tarihi zenginlikleri Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden kalanlardır. Bu eserler hem çok hem de yüksek sanat niteliklerine sahip oldukları için Ahlat’a bir “Açık Hava Müzesi” hüviyeti kazandırmaktadır. Bu muhteşem tarihi zenginlik doğa zenginliği ile bütünleşince de ortaya dayanılmaz bir cazibe çıkmaktadır. İşte bu cazibe günümüz değer yargılarına göre kentin refah düzeyini çok kısa bir süre içinde yüksek düzeylere çekme gücünü bünyesinde taşımaktadır.  
            İşte bu gücün çok iyi bir şekilde kullanılması gerekmektedir. Bunun için de kişilerden en üst düzeydeki kurumlara kadar çeşitli görevler düşmektedir. Bu görevleri  yapacak olan kişiler, sivil toplum kuruluşları, idare ve üniversiteler çok sıkı bir şekilde ortak çalışma grupları teşkil edip bin an evvel çalışmaya başlamalıdırlar.
            Bu hususa değinmişken bir sivil toplum örgütü olan Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı’nın Başkanı olarak vakıf çalışmalarımızla ilgili konulara değinmekte yarar olduğu kanısındayız. Bu denli önemli bir fonksiyonu  olan  Ahlat’ın gerek tanıtımı gerekse mevcut eserlerinin korunması gibi temel meselelerinden hareketle Ahlat’ın yetiştirdiği kişiler olarak bazı sorumluluklarımızın olduğunu düşünmekteyiz. Pek çok alternatifin içinde en fazla bir vakıf kurmak suretiyle Ahlat’a gerçek anlamda yararlı olabileceğimiz konusunda görüş birliğine varmış bulunmaktayız. Bunun sonucu olarak 1990 yılında başlatmış olduğumuz çalışmalar 1993 yılında Vakfımızın resmen kurulmuş olmasıyla olumlu bir noktaya gelmiştir.  1990 yılından itibaren  1994 yılına kadar dört yıl üst üste Ahlat’ta birer hafta sürecek şekilde “Kültür Haftaları” düzenledik.  Bu zaman içerisinde 6 adet Ahlat’la ilgili olmak kaydıyla kitap yayınladık. “Ahlat Gazetesi” adıyla  yılda bir kez olmak üzere dört adet gazete yayınladık. Ahlat’ta, Ankara’da ve İstanbul’da olmak üzere,  Ahlat’taki tarihi eserlerden oluşan “Fotoğraf Sergisi” ni sanatseverlerin hizmetine sunduk. Ahlat Belediyesi ile işbirliği yaparak Başbakan, TBMM Başkanı ve Cumhurbaşkanı’na heyetler oluşturarak giderek Ahlat’ın sorunlarının çözümü için girişimlerde bulunduk.
            Ahlat’ın tarihi bir korunmaya alınabilmesi için Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO’ya başvuruda bulunarak Ahlat’ın tarihi zenginliğinin teminat altına alınması için girişimlerde bulunduk. Ahlat’ın Türk dünyasının ilk başkentlerinden birisi olması nedeniyle son Başkentimiz olan Ankara’daki bir caddeye “Ahlat” adı verilmesi için Ankara Büyükşehir Belediyesi ile görüşmeleri başlattık.
            Ankara’daki cadde başlarına Ahlat  mezar taşlarının birer kopyalarının konulması için Ankara Büyükşehir Belediyesi ile ortak bir çalışmanın yürütülmesi için girişimlerde bulunduk.
            Özel sektörün bölgemizin kalkındırılması için başlattığı “Doğu Holding Projesi”ne katılmak için ilgili kuruluşlarla gerekli girişimlerde bulunduk. Ahlat’taki Selçuklu ve Osmanlı eserlerinden oluşan bir “Fotoğraf Sergisi”ni 15 Nisan 1996 tarihinde Berlin’de, Berlin Türk Cemaati işbirliğiyle açtık. Aynı serginin Tiflis, Bakü ve Almaata’da açılması için çalışmalarımız devam etmektedir. Berlin sergisinin hemen ardından sergi izlenimlerini kapsayan “Ahlat Gazetesi”nin 5. sayısının çıkarılmasını gerçekleştirdik.

            SONUÇ:
            Böylesine önemli bir geçmişe sahip olan Ahlat için yapılması gereken işlemleri şöyle sıralayabiliriz:
            1.Kültürel konularda halkın bilinçlendirilmesi için yerel yönetimler tarafından çeşitli çalışmaların yapılması gerekmektedir.
            2.Halkın dernek, vakıf, birlik, oda gibi sivil toplum kuruluşları kurarak, gerek sorunlara gerekse kültürel konulara doğrudan katkıda bulunması sağlanmalıdır.
            3.Üniversite’nin bölgenin her türlü sorunlarına daha fazla önem vererek katkıda bulunması sağlanmalıdır.
            4.Siyasal kuruluşların ortam çözümler üzerinde uzlaşma yoluna gitmeleri gerekmektedir.

            AHLAT’IN ÖZEL SORUNLARI
            1.Kent merkezinden geçmesi planlanan demiryolunun güzergahının kentin kültürel doksunun bozulmayacağı bir güzergahtan geçirilmesi hususunun yeniden ele alınarak bir çözüme kavuşturulması.
            2.Üniversite ile ilgili ilişkilerin geliştirilmesi için Ahlat’ta bir fakültenin açılmasının behemahal sağlanması.
            3.Ahlat kentinin şehirleşme ile ilgini aşağı-yukarı sorununun bir çözüme kavuşturulması.
            4.Kantin tarihi dokusunun gelecek kuşaklara iletilmesi için  her türlü koruma önleminin alınması.
            5.Kentin tarihi ve kültürel öneminin ilgili ulusal ve sarımsak kuruluşlara iletilmesi için gerekli işlemlerin başlatılması.

          21 ŞUBAT 1918 AHLAT
13. Yüzyıl Türk-İslam dünyasının en gelişmiş, en uygar kentlerinden biri olan Ahlat, 300.000’e varan nüfusu ile döneminin dünyadaki sayılı kentlerinden biri durumundaydı. Tarih süreci içerisinde üstlenmiş olduğu misyon gereği olarak “Kubbet-ül İslâm” unvanı ile taçlandırılmıştı. Günümüz Türkçe’si ile İslam’ın Kubbesi anlamını taşıyordu. Bir başka ifade ile İslam’ın doruk noktasında yaşandığı ve yaşatıldığı yer.Ahlat, o dönemin muhteşem tarihi ve kültürel zenginliğini günümüze kadar taşıyabilmiş ender yelerden birisidir.
Tarihi belgelere göre M.Ö. 3000 yıllarında kurulduğu anlaşılan Ahlat,  Türklerin Anadolu’yu yurt edindikleri döneme kadar pek çok değişik kavimlere ve uygarlıklara beşiklik etmiştir.  Özellikle Selçuklular döneminde çok parlak bir misyonu üstlenmiştir.  Dana sonra Osmanlılar döneminde “Ata Yadigarı Şehir” olarak adlandırılmış ve Osmanlı Padişahları tarafından büyük iltifat görmüştür.

Ahlat, üstlenmiş olduğu bu müstesna misyonu ile hemen hemen tarihin her döneminde stratejik konumundan ötürü tüm egemen güçlerin gözdesi olma özelliğini sürdürmüştür. Bu nedenle pek çok kereler el değiştirmiş, pek çok kereler işgal edilmiştir ve pek çok kereler yakılıp yıkılmaktan kendini koruyamamıştır.

BU SALDIRI VE İŞGALLERİN SONUNCUSU
1915-1916 tarihindeki Rus-Ermeni istilasıdır.Geçmişte pek çok kereler olduğu gibi bu dönemde de  tarihinin en acımasız katliamına ve talanına maruz kalmaktan kurtulamamıştır.
Dönemin Rus İmparatoru Çar Deli Petro’nun sıcak denizlere ulaşma hedefi şeklindeki vasiyetini yerine getirmek isteyen Rus kuvvetleri hızla Anadolu’yu işgal etmeye başlamışlardı. İşgalci güçlerin Rus Kumandanı General Şarpantiye, Adilcevaz’ı işgal ettikten sonra Ahlat’a doğru ilerliyordu. Şarpantiye, 3’üncü Rus Maverayibaykal Kazak Livası’nı da güçlerine katarak  Ahlat’a doğru ilerlemeye başlamıştı.  Ruslar bu taarruza yaklaşık olarak 36 süvari ve Kazak bölüğü ve 22 topla başladılar. Bunlara ek olarak 3’üncü Maverayibaykal Kazak Livası da dahil edilmişti.
Rus işgal kuvvetlerinin 3’üncü Maverayibaykal Kazak Livası Adilcevaz cephesinden taarruz ederken, Kafkas Süvari tümenleri de Malazgirt yönünden gelerek  Ahlat’ı kuşatmışlardı. Takvimler  29 Haziran 1915’i gösteriyordu. Dönemin askeri ve stratejik koşulları  Ahlat’ın savunması için ancak 2 Taburluk bir kuvveti ayırabilmişti. Bu birlik, Rus askerleri karşısında fazla bir direnç gösteremeyeceği düşüncesiyle askeri bir strateji olarak kenti terk etmeyi tercih etmişti. Bu manevra ile büyük zayiat vermenin önüne geçilmişti. Ancak, olanakları kenti terk etmeye uygun olanların dışında kalan yoksul ve fakir Ahlat halkı, Ahlat’a gelene dek işgal edilen her yöremizde olduğu gibi Ermeni ve Rus katliamından nasiplerini  almaktan kurtulamamışlardı.
            O günleri yaşayan bir vatandaşımız maruz kalınan bu acımasız katliamı şöyle dile getiriyordu. “İşgal sırasında gücümüz elverdiğince çarpışıyorduk. Rus askerleri ve Ermeni çeteleri haince, hunharca ve acımasızca Kent’te karşılaştıkları herkesi kesip kurşuna diziyorlardı.”
Ahlat’ın işgalinden kısa bir süre sonra Türk Komutanı Abdülkerim Paşa, 3’ncü Ordunun sağ cenahı ile Ruslara karşı taarruza başladı. Abdülkerim Paşa karşısında tutunamayacaklarını anlayan işgal kuvvetleri, 24 Temmuz akşamı Ovakışla’dan başlamak üzere karanlıkta Ahlat’ı terk ederek Adilcevaz’a doğru geri çekilmek zorunda kalmışlardı. 24 Temmuz 1916 akşamı Ahlat’ı terk eden işgalci  düşman kuvvetleri, kin ve nefret duygularını dizginleyemiyor ve  4 Şubat 1916 tarihinde Chernozubov komutasında bir kez daha Ahlat’a saldırarak, ikinci defa  işgal ediyorlardı.
            8 Ağustos 1916 tarihinde Gazi Mustafa Kemal Paşa komutasındaki 2’nci Orduya bağlı 16’ncı Kolordunun 8’inci Tümeni tarafından Bitlis düşman işgalinden kurtuldu. Mustafa Kemal’in ileri taarruz emri vermesi üzerine 8’inci Türk Piyade Tümeni ve milis halk tarafından taarruza devam edilerek Rahva Ovası’na kadar düşman kovalandıysa da daha ileriye gidilemedi.
Tarih durağan bir periyot değil, yaşayan bir süreç ve ne zaman ne olacağını  kestirmek mümkün değil. Hiç beklenmeyen bir anda Rusya’da meydana gelen ihtilal, bir anda her şeyi tersine çeviriyor ve Ruslar palas pandıras pıllarını pırtılarını toplayarak alel acele Rusya’nın yolunu tutuyorlardı. Böylece Sovyet Blokunun sıcak denizlere açılma hevesi de kursaklarında kalıyordu. Türk birlikleri de bunların peşine düşüp kovalıyordu. Ancak geri çekilirken de ellerinden gelen ne varsa geri koymuyor, yapabildikleri en acımasız katliamlarına devam ediyorlardı. Tatvan’la Ahlat arasındaki Zığak   Köyü (Sarıkum) o tarihlerde Ahlat’a bağlıydı, Tatvan’da Ahlat’a bağlı bir köydü buradaki vahşet unutulacak gibi değildi. Ermeniler tarafından yerlere ucu sivri demir kazıklar çakılmış, başta hamile kadınlar olmak üzere, kadın, çocuk, kız ve yaşlı demeden insanlar karınları üzerine bu kazıkların üzerine atılmışlardı. Kazıklar birçoklarının karınlarından girmiş, sırtlarından dışarı çıkmıştı. Bu vahşet, tarihin kanlı sayfalarındaki yerini alıyordu böylece.
İşgal sırasında Ahlat’ın Kırklar Mahallesinde mahsur kalan 18 Türk Askerini Satı Kadın adındaki bir kahraman kadın pratik zekası ile azgın Rus askerlerinin saldırısından kurtarmayı başarmıştı.
29 Haziran 1915 tarihinde başlayan kabus,  2 yıl 17 gün sonra 21 Şubat 1918 tarihinde sona eriyordu.  Tarihin her döneminde paylaşılamayan bir sevgili konumunda olan güzel Ahlat kurtuluyordu…

AHLATLI DERVİŞOĞLU KAVALCI  RECEP…
1845 yılında Ahlat’ta doğdu. Gençlik yılları burada geçti. Geçimini sağlamak için  ömrünün bir kısmını Batum’da çalışarak geçirdi. Küçük yaşta tanıştığı kavalıyla bazen din felsefesine  dalar, bazen hiciv ve mizahla seslenir bazen de methiyeleriyle ruhlara hitap ederdi. Sesinin pek güzel olmadığından yakınırdı. Şiirlerinin büyük bir kısmında  Yunus Emre’nin etkisi vardır. Okur yazar olmadığı için eserlerini yazılı olarak bırakma olanağından yoksun kalmıştır.  Şiirlerinden pak azı günümüze kalmıştır. Bu da hafızalarda kalanların derlenmesiyle ancak başarılabilmiştir. Şiirlerini kavalıyla renklendiren eşine rastlanmayan önemli bir halk ve hak aşığıdır.

Dervişoğlu  sırtındaki kavalını tevazu ile dudakları arasında gezdirir. Allah’a karşı özleyiş duyarak, aykırı hırs ve duyguları doğruluk ve inanışa davet eder. Allah’ın kurallarına karşı sevgisini kazanmalarını arzu eder. Bunun için Hakkın büyüklüğünden, hakimliğinden, kudret ve kuvvetinden bahseder. İnsanların ölümü hatırlamalarını ve işlerini ona göre ayarlamalarını diler. Dünya malına düşkünlüğün karşısındadır. İnsanların arkasından konuşulmasının ve dedikodunun aleyhindedir. O’na göre dünya yalandır. İnsanlara ancak yapabilecekleri iyilikler kar kalacaktır. Düşkünlere el uzatma icap eder, cehaleti reddeder. Cahillerin meclisinde bulunmak  şöyle dursun, ayak bile basılmamalıdır.
Dervişoğlu’nun şiirlerinde tasavvuf öğelerine rastlamak mümkündür. Bu nedenle O’nu tasavvuf şairleri arasında göstermek yanlış bir değerlendirme olmayacaktır. Buna karşın Dervişoğlu’nun softa tavrı yoktur. Sürekli olarak mütevazı bir derviş tavrı takınmıştır. Yaşamının unutulmaz anlarında meydana gelen olaylar karşısında irkilmiş, kendi düşünce tarzını sade tatlı bir üslupla, basit, macerasız feryadı andıran sözlerle ile getirmiştir. Yarı aydınlık bir fecir aleminin derinliklerinden gelen ilahi bir ses gibi ruhlara bitmez tükenmek izler bırakan duyuşları çırpınarak, hıçkırış ve yalvarışlarla ortaya koymuştur.
Dervişoğlu, duygu ve duyuşlarını zaman zaman kavalıyla terennüm eder, hak ve doğruluk üzerine inşa edilmiş fikirlerini düz, sıkıcı etkilerden kurtararak söyler. Ömrünün uzun bir kısmı yoksulluk içinde geçen Dervişoğlu’nun  sesinin pek güzel olmaması, döneminde değerinin bilinmemesine neden olmuştur. O, bu gerçeği kabullenmiş,her sanatçı gibi değerinin kendisinden sonra anlaşılacağını dile getirmiştir. Dervişoğlu, kendisini herkesten, kaybolan bir parlaklığı isli bir lambayla aydınlatmak ister gibi gücendirmeyecek bir eda ile geçmişin karanlıklarına dalan hayalinin ufukları seyreden gözlerine verdiği cesaretle, meşakkat dolu yaşamının izbeliğini beka ve hak fışkıran Vanlığının talihsizliğine bağlamış, yıllar boyunca süregelen ince duyguları saran varlığını doğanın özene bezene yarattığı bir güle benzeterek daldan aşağı bittiğini dile getirmiştir. Buna karşın O’nun şiirlerinde edebi şekil aramamak gerekir. O’nun da böyle bir edebi endişeye kapılmadığı aşikardır. O, gönlünü dinler, coşup taşan duygularını değiştirmeden ve süslemeden hissettiği gibi ortaya koyar.
Dervişoğlu, pek çok Ahlat’lı gibi geçimini temin etmek maksadıyla yaşamının belirli bir dönemini o yıllarda pek rağbette olan Batum’da çalışarak geçirmiştir. Batum’a gitmek üzere Ahlat’tan ayrıldıktan sonra tekrar dönüşüne kadar geçen zaman içinde pek çok olayla karşılaşmıştır. Bunlarla ilgili duygularını da dile getirmiştir. Bunlardan çok az bir kısmı günümüze kadar gelebilmiştir. Zaman zaman döneminin ünlü ozanları ile atışmalara da katılmıştır. Aşık Summani ve Aşık Karari ile olan atışmaları dikkate değer niteliktedir.
Dervişoğlu, yaradanına olan aşkı yanında beşeri aşklardan da nasibini almıştır. Üç büyük aşk yaşadığı bilinmektedir. Elif, Gülperi ve Zeliha, Dervişoğlu’nun aşık olduğu ve duygularını dile getirerek ilham aldığı kadınlardır.
Dervişoğlu, 1915 yılında 70 yaşında Ahlat’ta büyük aşkı yaradanına kavuşmak üzere dünyasını değiştirdi.

Hey ağalar ne illerin gelmiştir
Kara karga tarla kuşun beğenmez
Oğullar babayı, kızlar anayı
Taze gelin kaynanayı beğenmez.

Güzel var dünyada söylenir namı
Güzel var artırır günbegün şanı
Güzel var bulunmaz bir parça nanı
Zengin fakir o güzeli beğenmez.

Hak nasip eylesin farzı, sünneti
Yiğit olan kaldıramaz minneti
Hak yarattı yetmiş iki milleti
Hiçbir millet bir milleti beğenmez.

Gel benim ördeğim gel benim kazım
Ben ölenden sonra kim çeker nazım
Söyle Dervişoğlu sana ne lazım
Kocalmışsın kızlar seni beğenmez.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ilaminal71@gmail.com