KÜFREVİZADELER-IV
Elli’li
yılların ortalarıydı, 9-10 yaşlarındaydım, güzel bir sonbahar gününde, Ahlat
çarşısında,
babamın dükkanının önünde, karpuz kabuğundan yaptığım oyuncak
arabamla oynuyordum. O yıllarda trafik denen virüs henüz ülkenin bedenini esir
almamıştı. O yüzden caddenin ortasında oyuncağımla oynayabilme olanağına
sahiptim. Bir anda karşıdan kalabalık bir topluluğun bana doğru geldiğini
gördüm. Uzun boylu, üzerindeki takım
elbisesinin şıklığını tamamlayan siyah pardösülü bu kişinin arkasındaki insanlar, günlük
yaşamlarındaki tavırlarından çok farklıydılar. Kenara çekilmiş, hayretle izliyordum onları.
Soldan Sağa: Selim Küfrevi, Melih Cesim Küfrevi, Emre Küfrevi, Mehmet Sefa Küfrevi |
Herkes öndeki kişiye aşırı saygılı davranıyordu. Topluluğa yeni katılan
insanlar, öndeki kişiye saygıyla yaklaşıyor, elini öpüp, usulca kenara
çekilerek yerlerini yeni gelenlere bırakıyorlardı. Dükkanlarının önüne çıkan
esnaf ve onların müşterileri de tıpkı benim gibi bu geçiş anını izliyorlardı.
Uzun adımlarla ve hızlıca yürüyen bu uzun boylu kişiye yetişmeye çalışan
arkasındaki kalabalık da bir rüzgar gibi önümüzden geçip gözden uzaklaştı. İlk
kez böyle bir olaya tanıklık ettiğim için şaşkınlık içindeydim. Bu kişinin kim
olduğunu anlama isteği sarmıştı benliğimi.
Sessizce babama yaklaşarak, bu önemli kişinin ve arkasındaki kalabalığın
kimler olduğunu sorduğumda, onun Kasım Küfrevi, arkasındakilerin ise sevenleri
olduğunu öğrendim. Bu değerli kişiyi ilk görüşümdü. O dönemde, gelecekte bir
gün yolumuzun yeniden kesişeceği aklımın
ucundan dahi geçmediği gibi hayal bile edemeyeceğim bir durumdu.
Aradan uzun yıllar geçmişti, eğitimimi tamamlamış, Başbakanlık Merkez
Teşkilatı’nda işe girmiş, Vatani görevimi yerine getirmiş ve Kasım Küfrevi’nin
yeğeni Cesim Küfrevi’nin kızı Seniha Hanımla evlenmiş, Esra ve Mısra adında iki
kızımız olmuştu. Artık Küfrevi Ailesi’nin damadıydım.
Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Tetkik Dairesi’nde Uzman olarak görev
yapıyordum. 1980 yılında Silahlı Kuvvetler darbe yapmış, ardından 1983 yılında
yapılan seçimlerde Özal Hükümeti kurulmuştu. Özal, Türkiye’nin önündeki
engelleri kaldırmış yeni bir ufuk açmıştı. Ben de Özal’ın ekibi ile birlikte
çalışıyordum. Özal’ın ekibinin birinci halkasında, Hasan Celal Güzel, Adnan
Kahveci, Kazım Oksay, Ekrem Pakdemirli, Hüsnü Doğan, Mehmet Keçeciler, Vahit
Erdem gibi isimler bulunuyordu. Ben,
işim gereği bu isimlerle yakın bir çalışma ortamında bulunuyordum. 1987
yılı gelip çatmıştı, milletvekili seçimleri yapılacaktı. Bir gün Adnan Kahveci
beni çağırdı, bana Başbakan Turgut Özal’ın Bitlis Milletvekili adaylığı için
başvuru yapmamı istediğini söyledi. O gün, bürokrasiden aday olacakların
başvuru süresinin son günüydü. Hemen
ardından Başbakanlık Müsteşarı Hasan Celal Güzel makamına çağırdı, son gün olduğu için hemen
gidip adaylık başvuru yapmamı Başbakan Özal’ın istediğini belirtti. O gün aceleyle adaylık başvurumu yapıp
memuriyet görevimden istifa ettim.
Cesim KÜFREVİ |
Kesin listelerin açıklanacağı son güne kadar Bitlis milletvekilliği aday listesinin üçüncü sırasında olduğumu
biliyordum. Ertesi gün açıklama yapılacaktı, gece Başbakanlık Konutuna gidip
durumda bir değişiklik olup olmadığını öğrenmeye çalıştım. Ancak, Konutta
öylesine bir yoğunluk vardı ki kimseden bir bilgi almam mümkün olmadı. Ertesi
sabah listeler açıklandı, ben yoktum.
Büyük bir hayal kırıklığına uğramıştım. Gerçeği sonradan öğrenmiştim.
Listelere son şekil verilirken, listenin birinci sırasında yer alan
Kamran İnan, benim çok genç olduğumu, ileride değerlendirilebileceğimi, yerime
Muhyettin Mutlu’nun alınmasını, böylece Bitlis’in üç milletvekili çıkarmasının
garanti olacağını belirtmiş. Bunun
üzerine Başbakan Özal, durumu
netleştirmek için benim referansım olan Küfrevi Ailesi’nin yaş itibariyle en
büyüğü olan Kasım Küfrevi’yi arayarak benim hakkımdaki görüşünü sormuş. Kasım
Bey’de yanıt olarak; Küfrevi Ailesi’nin adını kullanan başka isimlerin de
olduğunu bunlardan hiç kimseyi işaret etmediğini belirtmiş. Bunun üzerine benim
adım listeden silinerek yerime Muhyettin Mutlu’nun adı yazılmış.
Daha sonraları, seçimlerin ardından bazı konular netleşince Kasım Bey,
benim için referans olmadığından dolayı üzüntü duyduğunu yakın akrabalarımız
aracılığıyla bize bildirdi. Ne var ki
artık iş işten geçmişti.
Bir
yaz günüydü, ailece tatil yapmak üzere, T.C. Ziraat Bankası’nın İstanbul
Silivri’deki Dinlenme Tesislerine gitmiştik. O yıl Kurban Bayramı, bizim tatil
günlerimize denk gelmişti. Bunu fırsat bilerek
Ailece Kasım Bey’in bayramını kutlamaya karar verip İstanbul’a doğru yola çıktık.
Çok
heyecanlıydım, belleğimde iz bırakan bu değerli şahsiyeti ziyaret etmek, elini
öpmek, bilgi ve deneyimlerinden nasiplenmek istiyordum. Kasım Bey hakkındaki izlenimim, ilk gördüğüm günkü gibi hala canlılığını muhafaza
ediyordu. Ancak ailevi sebeplerden
ötürü kayınpederim Cesim Bey ile Kasım
Bey arasında mesafeli bir duruş söz konusuydu. Bu durumu saygıyla karşılıyordum
ama içimdeki isteği dindiremiyor, acaba
bu mesafeyi ortadan kaldırabilir miyim düşüncesini de göz ardı etmiyor, önümüze
gelen bu fırsatı çok iyi değerlendirmeyi
düşünüyordum.
Bu
girişimin altyapısını oluşturmak için önce
kayınpederim Cesim Bey’in iznini almam gerektiğini biliyordum. Muhterem
kayınvalidem Naciye Hanım aracılığıyla
kayınpederimin iznini almayı başararak,
bu soğukluğu gidermek amacıyla bir misyonu yüklendiğimin farkındaydım.
Mecidiyeköy’deki apartmanın 3. katındaki dairenin önüne geldiğimizde,
ailece heyecanımız doruk noktasındaydı. Eşim Seniha Hanım da yıllardır
görmediği amcası Kasım Bey ve muhterem
eşi Fikriye Hanım ile karşılaşacaktı. Kızlarımız Esra ile Mısra da ilk kez
göreceklerdi.
Kasım Küfrevi |
Tam
zile basmak üzereyken, kapı kendiliğinden açıldı. Önceden geleceğimizi haber verdiğimiz için,
Kasım Bey’in de bizi heyecanla beklediği anlaşılıyordu. Güler yüzle bizi karşılıyordu. Hafif beyazlaşmış
saçları dışında her şey ilk gördüğüm günkü gibiydi. Bizi içeriye alıyor, elini
öpmek için eğiliyorum, öptürmek istemiyor, ısrarım üzerine karşı koymuyor.
Seniha Hanım ve çocuklar da elini öpüyorlar, salona buyur ediliyoruz.
Selamlaşma ve hatır sorma faslının ardından bir sessizlik oldu. Bu
sessizliği bozmak için yanımda getirdiğim,
kendi eserim, hat sanatı olan bir
tablonun ambalajını açarak söze başladım. “Efendim
bunu sizin için yaptım.” dedim. Bir an durakladı, gözleri dolmuştu,
mutfakta bize bayramlık ikram hazırlayan muhterem eşi Fikriye Hanım’a
seslenerek “Fikriye bak benim için
yaptığını söylüyor.” dedi. Hat sanatı ile ilgilenmem onun için sürpriz
olmuştu. Bu durmanda duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Kendisinin de bu alanda
çalışmalarının olduğundan bahsetti, kendi eserlerinden örnekler gösterdi.
İran’dan özel olarak getirttiği yazı kamışlarından bana bir miktar verdi. İki
odayı birleştirerek kütüphaneye dönüştürdüğü,
çok nadide ve değerli eserlerin bulunduğu kitaplığını bize gezdirdi.
Günün nasıl geçtiğini anlayamamış, karanlığın çökmekte olduğunu fark
edememiştik. Tadına doyamadığımız sohbeti noktalayarak dinlenme kampına
zamanında dönmemiz gerektiğini belirterek izinlerini lütfetmelerini istedik.
Aradan zaman geçmişti, 1991 milletvekili seçimleri yaklaşıyordu, Kasım
Bey, her konuşmamızda bana aday olmam gerektiğini öğütlüyordu. Ben, bir önceki
seçimde öylesine büyük bir hayal kırıklığına uğramıştım ki, üzerimdeki negatif
etkiyi bir türlü sindiremiyordum. Kasım Bey’in ısrarlı isteğine karşın bu öneriyi
kabul etme cesaretini bir türlü gösteremiyordum.
Kayınvalidem
Muhterem Naciye Hanım, yakalandığı
amansız hastalıktan kurtulamayarak hakkın rahmetine kavuşmuştu. Cenazesi geçici
olarak Karacaahmet Mezarlığına defnedildi. Ertesi günü Kasım Bey taziyeye
gelecek diye haber geldi. Ben gün boyu pencerenin önünden ayrılmadım, Kasım
Bey’in gelmesini bekledim. Arabasının geldiğini görünce karşılamak için hemen dışarı fırladım,
arabadan inmeden karşıladım, elini öptüm yol göstererek taziyenin verildiği odaya
çıkardım. Kayınpederim Cesim Bey, ayakta karşıladı, elini öptü, sarıldılar, bir
an zaman durdu, odadaki bütün gözler onların üzerine kilitlendi. Bu kucaklaşma
biz göre dakikalar sürdü. Uzun yıllar birbirini görmeyen Ailenin diğer
bireyleri teker teker gelip Kasım Bey’in elini öptüler. Ayrı kalınan uzun yılların açığı kapatılmaya
çalışılıyordu adeta.
Kasım Bey, Naciye Hanım’ın cenazesinin neden Karacaahmet Mezarlığına
defnedildiğini sordu. İstediği yanıtı alamayınca kendisi konuşmaya başladı. “Naciye Hanım, benden çok Bitlis’teki o
mübarek Türbeye hizmet etmiştir. Ben onun kadar hizmet edemedim. Onun hakkıdır
oraya defnedilmek. Allah kısmet ve nasip ederse, ben Muhterem babamın Eyüp
Sultan’daki boş mezarına defnedilmek isterim.”
Naciye
Hanım’ın vefatının ardından Kasım Bey’in taziyeye gelmesi, Aile bireyleri
arasındaki mesafeyi bir nebze de olsa daraltmıştı. Bu sıcak gelişmeyi fırsat
bilerek bu soğukluğu kökünden kazımak ve Kasım Bey’in engin bilgi ve
birikimlerinin gelecek kuşaklara taşınabilmesini sağlamak için girişimde
bulunmayı kendi adıma görev telakki ettim.
Birinci husus için Kayınpederim Cesim Bey’e durumu izah ettim. Kafasında
bazı kuşkuları olmasına karşın önerimi olumlu karşıladı. Bu pozitif gelişme
üzerine hemen İstanbul’a gidip. Kasım Bey’i ziyaret ederek; “İzniniz olursa kayınpederimle birlikte
elinizi öpmeye geleceğiz, efendim.” dedim.
O’da bazı çekinceleri olmasına karşın benim önerimi kabul etti. Bu
mesafeyi kat etmiş olmaktan büyük mutluluk duydum. Fakat araya giren çeşitli
nedenler, hastalıklar ve benim Ankara’da oluşum bu sürecin gelişmesine fırsat
tanımadı.
devam edecek…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
ilaminal71@gmail.com