4 Ağustos 2020 Salı

KÜFREVİ AİLESİ, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU


KÜFREVİ AİLESİ
 Elli’li yılların ortalarında Ahlat Kaymakamı Mazlum Yegül, Merkez Mahalle olan Erkizan Mahallesi’nin çehresini değiştirecek, o günün koşullarına göre çok modern bir kent yapılanması faaliyetlerine girişmişti. Yeni açılan caddenin iki yanına dükkanlar, ortalara doğru bir kent meydanı ve Van Gölü’ne hakim bir tepede de Ahlat Parkı’nı yaptırıyordu.  Parkın ortasına “Van Gölü’ şeklinde bir havuz yapılmış ortasına da bir fıskiye yerleştirilmişti. Bu yeni yapılanma Ahlat’ı çevre il ve ilçelerden farklı kılıyordu.
       Güzel bir sonbahar günüydü, öğlen saatlerinde tavanı beyaz, yeşil renkli bir pikap, Abdullah Nalbant Usta’nın, Mazlum Yegül Caddesi üzerindeki dükkanının önünde durdu. İnen yolcular, kaldırımda bulunan  küçük kendirle örülmüş taburelere oturdular.
Cesim Küfrevi
      Çevredeki çocuklardan biri, dükkanın hemen arkasındaki boşlukta nalbantlık yapan Abdullah Usta’ya  “ Usta misafirleriniz geldi” diye haber verdi.  Yere yatırdığı öküzün nallarını çaktıktan sonra ellerini yıkayan Abdullah Nalbant Usta, misafirlerine hoş geldin demek için dükkanın önüne geldi.
      Taburelerde oturanlardan kendi yaşında olan birine büyük bir saygı ile  yaklaşıp “Hoş geldin Kurban” diyerek elini öptü, diğerleriyle de tokalaşıp, hoş geldiniz dedikten sonra, elini öptüğü zatın hemen  yanında, kendisi için ayrılan tabureye oturdu.
      Karşılıklı hal hatır sormalardan sonra, Abdullah Nalbant Usta, dükkanın hemen karşısındaki dükkanda çaycılık yapan Kahveci Osman’a yüksek sesle seslenerek misafirlere çay getirmesini söyledi.
      Abdullah Nalbant Usta’nın misafirlerini gören dükkan komşuları, Bakkal Salih Gogo,  bitişiğindeki Kasap Musa Dayı, onun bitişiğindeki Sebzeci Abbas, tam karşı dükkandaki Bizim Berber İdris Bayındır, az ötedeki komşu Yunus’un Şevket ve diğer komşular, teker  teker gelip aziz misafirin elini öpüp, kendi dükkanlarının önünden getirdikleri taburelere oturarak sohbete  katılıyorlardı.
      Kahveci Osman, getirdiği çayları konuklara dağıtıyor, yeni gelenleri gördükten sonra gidip onlara da çay getiriyordu, o gelinceye kadar başka komşular gelip sohbete dahil oluyorlardı.
      Her ne kadar sohbet desek de aslında sohbetten çok farklı bir ortam vardı, ortadaki kişi konuşuyor, etraftakiler, huşu içinde onu dinliyorlardı. Hiçbir kimseden çık dahi çıkmıyordu. Çok seyrek de olsa arada çekinerek soru soranlar da yok değildi.
      Konuşan kişi, dünyada ve Türkiye’de olan bitenden, yeni gelişmelerden, insani değerlerden, iyilik yapmaktan, eğitimin öneminden, çocukların okutulmasından, hastalıklardan, yeni çıkan ilaçlardan, kendi seyahatlerinden, yolculuk sırasında karşılaştığı ilginç olaylardan söz ediyordu.
      Bir süre sonra konuklar kalktılar, sırasıyla herkesle tokalaşıp, pikaba binmek üzereyken,  konuk olan kişi birden bana doğru geldi, cebinden bir şey çıkarıp bana uzattı. Çekinerek aldığım şey bir şekerdi, utanarak elimde gizledim, konuklar pikapla uzaklaştıktan  sonra ilk işim kağıdını açıp yemek oldu. İlk kez yediğim bir şekerdi, çok hoşuma gitmiş, tadı damağımda kalmıştı.
      Aradan 10-15 gün kadar geçmişti, çarşının diğer ucundan babamın dükkanına doğru gelirken, dükkanın önünde yeşil pikabın durduğunu gördüm. Aynı kişilerin geldiğini  ve bana gene şeker verebileceğini düşünerek koşar adımlarla dükkanın önüne geldim. Ortada oturan, kısa boylu, güler yüzlü kişi aynıydı ama yanındakiler farklı kişilerdi. Gene komşular toplanmış, gene çaylar söylenmişti.
      Aziz misafir gene konuşuyor etraftakiler dinliyorlardı. Usulca yaklaştım, kenardan olup bitenleri seyrediyordum. Bir süre sonra gene kalkıp etraftakilerle vedalaşıp pikaba bineceklerken gene bana o sıcak elden bir şeker uzatılmıştı. Ve ben gene bu şekerden çok mutlu olmuştum.
      Bu kez belleğime kaydetmiştim, o güler yüzlü, sevecen ve her seferinde bir şekerle minik kalbimde kendine bir yer edinen kişiyi. Bu kez pikabının plakasını bile ezberlemiştim. 13 AC 65 plakalı yeşil pikap bir daha ne zaman gelir diye yolunu gözler olmuştum.
      Bir ayda ya da iki ayda bir bu buluşma gerçekleşiyordu, her seferinde bir şeker benim vazgeçilmezim olmuştu. Bu yüzden yaşım büyüdükçe ilgim de o derece artıyordu. Hatta sorgulama aşamasına bile gelmiştim. Artık bazı şeyleri babama sorarak öğrenme aşamasındaydım.   Bu benim gönlümü fetheden kişinin adının Cesim Küfrevi  olduğunu, Bitilis’te oturduğunu öğrenmiştim.
      Cesim Küfrevi, Ailesi’nin en büyüğü olan tarihe iz bırakan, bölgenin çok sevilen ve sayılan şahsiyetlerinden Muhammed  Küfrevi’nin 4. Kuşaktan torunudur.
      Cesim Küfrevi’nin Ahlat’tan her geçişinde Abdullah Nalbant Usta’nın dükkanının önünde mola vermesi, Abdullah Nalbant Ustaya verdiği değerin bir gösterisiydi. Kimi zamanlar da evde ağırlanırdı, Cesim Küfrevi.
Tahsin Yaşar Öztürk ile
      Geleceği önceden haber alınınca, evde bir telaştır başlardı. Annem, çeşitli yemekler hazırlar,  bu  yemekler arasında mutlaka “Kıymalı su böreği” yer alırdı. Aziz misafirimiz su böreğini çok sevdiğini, annemin yaptığı böreğin başkalarından çok farklı olduğunu öve öve bitiremezdi.
      Biz çocuklar  onun etrafında pervane olurduk, hepimizin payına mutlaka bir hediye düşerdi.
      Bu sıcak ilişki yıllar boyu sürdü, bu arada ben Ahlat Orta Okulu’nu bitirmiştim, liseye devam edecektim, ancak Ahlat’ta lise yoktu. Diyarbakır
Ziya Gökalp Lisesi’nde eğitime başlamıştım. 
      İlk kez evden ayrıldığım için Diyarbakır’daki günlerin sıkıntılı geçiyordu. Ahlat’tan sonra, o dönem “Şarkın Parisi” olarak tanımlanan kente uyum sağlamakta zorlanıyordum.
      Bir gün parasız pulsuz bir vaziyette Diyarbakır sokaklarında  amaçsız bir biçimde dolaşırken Cesim Kürevi’nin yeşil pikabını İskender Paşa Camii’nin önünde gördüm. Namaz kılıyor olabileceğini düşünerek beklemeye başladım. Birkaç dakika sonra geldi, beni  beklerken görünce çok şaşırdı, durumu anlattım çok memnun oldu. Bir isteğimin olup olmadığını sordu, teşekkür edip  elini öperken her zaman olduğu gibi ayrılırken gene cebime bir şey tıkıştırdı.
      Utancımdan  bir şey diyemeden ayrıldım, biraz uzaklaştıktan sonra cebimi kontrol edince 15 lira olduğunu gördüm. 60’lı yılların başında bu paranın bir öğrenci için ne kadar önemli olduğunu parasızlık çekenler iyi bilirler.
      Bir süre sonra liseye Bitlis’te devam etmeye başlamıştım. Bitlis’e her gidişimde babam, Küfrevi Ailesi’ne verilmek üzere mutlaka bir hediye elime tutuşturuyordu. Bu hediye, kimi zaman bahçemizde yetişen bir sepet Ahlat’ın ünlü kayısısı veya kirazı, kimi zaman  fındık, kimi zaman da babamın bahçemizdeki güllerden yaptığı gül reçeli oluyordu.
      Her yıl yeni mahsülden  yapılan döğme ya da bulgurun Küfrevi Ailesi’ne gönderilmesi de gelenek halini almıştı. Her hediye götürdüğümde anneme verilmek üzere mutlaka bir karşılığı da oluyordu.
      Bir gün Cesim Küfrevi ile Bitlis Belediyesi önünde karşılaştık, halimi hatırımı sorduktan sonra nerede kaldığımı sordu. Birkaç arkadaşla birlikte bir evde kaldığımı söyleyince, kalabalıkta ders çalışamazsınız diye benim bir arkadaşımı da yanıma alarak evlerinin bitişiğindeki boş eve taşınmamı istedi.
      Çocukluk ve okul arkadaşım Tahsin Yaşar Öztürk ile birlikte bekar evindeki eşyalarımızı toplayarak gösterilen boş eve taşındık. Gerçekten de burada rahat etmiştik, arada bir hizmetçilerle  gönderilen yemek ve yiyecekler bize ilaç gibi geliyordu. Birkaç kez de iftar sofralarını bizimle paylaşmışlardı.
      Küfrevi Ailesi, kış aylarını İstanbul’da geçiriyordu, bu dönemlerde Bitlis’te ise metrelerce kar yağıyordu. Böyle olunca boş evin de bazı yapılması zorunlu işleri oluyordu. Evde sürekli kalan hizmetli Temir Efendi bu işlerin üstesinden gelmekte zorlanıyordu. Orada kaldığım süre boyunca Temir Efendi’nin yapamayacağı resmi ya da bazı özel işlemleri yapmakta ona yardımcı oluyor, yaklaşık 15-20 günde bir durumu yazdığım mektuplarla İstanbul’a bildiriyordum.
Bitlis Lisesi'nde, Mensur Tunç, ben ve Tuna Öktem
      Lise bittikten sonra, Öğretmen Okulu fark derslerini vermek için Erciş’e gitmiştim. Bir gün Cesim Küfrevi’nin yeşil pikabını gördüm. Yanına gittiğimde, tıpkı Ahlat’ta olduğu gibi burada da insanlar çevresini sarmış anlattıklarını dinliyorlardı. Beni görünce hemen yanına çağırdı. Konuşmasını kesip hatırımı sordu, durumu anlattım hemen çevresindeki insanlarla vedalaşarak ayrıldı.
      Birlikte yeşil cipine bindik Öğretmen Okulu’nun bulunduğu Ernis’e kadar gittik. Burada beni Okul Müdürü Vahit Gazioğlu ile tanıştırdı ve bana yardımcı olmasını rica etti. Daha sonra vedalaşarak ayrıldık, Muradiye’ye doğru devam ettiler, yanındaki yol arkadaşlarıyla birlikte.
      Bir süre sonra artık Ankara’ya gelmiştim, her bayramda  kendi yaptığım tebrik kartları ile bayramlarını kutluyor, minnettarlığımı ve saygımı belirtiyordum. Daha sonraları vatani görevimi yaparken tayinim Tekirdağ’ın Malkara İlçesine çıkmıştı. Malkara’ya giderken İstanbul’daki evlerini ziyaret etmiş elini öpmüştüm. Askerlik sonrası Ankara’ya dönmüş Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğündeki görevime başlamıştım.
      Bu kez ziyaret faslı Cesim Küfrevi Beye geçmişti. Ankara’ya her yolu düştüğünde beni ziyarete geliyor, kıymetli hediyeleriyle beni mahcup ediyordu. Başbakanlığa geldiği zamanlarda, tıpkı yıllar evvel Ahlat’ta insanları başına topladığı gibi çalışma arkadaşlarımı odaya topluyor, onlara kıymetli hediyeler sunarak beni onurlandırıyordu.
      Bir gün  bir yakınımın vefatı nedeniyle taziye ziyaretinde bulunmak için İstanbul’a gitmiştim, Cesim Küfrevi Bey’e telefon ederek İstanbul’da olduğumu  bildirdiğimde beni Üsküdar’daki evlerine davet etti. İlk kez evlerini görecektim, çok heyecanlıydım. Ailenin tüm bireyleri beni sıcak karşıladılar. Ziyaret olağan süresini aşmaya başlamıştı. Sık sık izin istemeye yelteniyordum, her seferinde daha erken diye geçiştiriliyordu. Sonra benim onlara yapıp bayramlarda gönderdiğim tüm bayram kartlarını önüme serdiler. Bu kartları atmayıp saklamaları beni çok şaşırtmış,  bir o kadar da mutlu etmişti.
      Kaderin cilvesine bakınız ki, 5-6 yaşlarındayken Ahlat’ta başlayan ve zamanla büyüyüp gelişen bu sıcak ilişkinin sonucunda, Cesim Küfrevi Bey’in vefatının ardından naaşının Bitlis’teki Dedesinin yanına defni Kararnamesinin kaleme alınışını Allah bana lütfederek onurlandırmıştı.   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ilaminal71@gmail.com