CENEVRE KONFERANSI
Yetmişli yılların ikinci yarısında Türkiye çok
çalkantılı günler geçiriyordu. Kurulan hükümetler fazla dayanamıyor, yerlerine
yeni hükümetler geliyordu. Süleyman Demirel ile Bülent Ecevit sık aralıklarla
Başbakanlığı al gülüm ver gülüm yapıyorlardı.
Son olarak dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk hükümeti
kurma görevini Isparta Milletvekili Süleyman Demirel’e vermişti.
Yeni kurulan altıncı Demirel Hükümeti, 25
Kasım 1979 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden güvenoyu alarak göreve
başladı.
Daha önce 5 kez hükümet kurmuş olan
Demirel, geçmişten edindiği deneyimlerden
yararlanarak bu kez başarının
ekonomiden geçtiğini biliyordu. Bu
nedenle bir dönem Dünya Bankası’nda görev yapmış, donanımlı bir ekonomist olan
Turgut Özal’ı Başbakanlık Müsteşarlığına getirmişti. Devlet Planlama Teşkilatı
Müsteşarlığı görevini de vekaleten ona
vermişti.
Cenevre'nin Genel Görünüşü |
Turgut Özal’da tıpkı Başbakan gibi işe
yıldırım hızıyla girişti. Kısa sürede ekibini oluşturuyordu, ilk etapta
Başbakanlık Merkez Teşkilatı üst görevlerine atamalar yapıyor, adı sanı yeni
duyulan genç insanlar yönetim kadrolarını dolduruyorlardı.
Hasan Celal Güzel’de bunlardan biriydi,
bir dönem Zirai Donatım Kurumu’nda görev yapmış daha sonra da Başbakanlık
Müsteşar Yardımcılığı görevine getirilmişti. Özal’ın çalışma temposuna
yetişmeye çalışıyordu. Aynı Özal gibi o da konuları bürokratik işlemlere boğmak
yerine direkt uzmanlarıyla görüşerek sonuçlandırıyordu.
Bu çalışma metodu sebebiyle ekonomik
konularda Resmi Gazetede yayımlanacak tebliğ, sirküler, yönetmelik ve
duyuruları görevim gereği olarak bana incelettiriyor, benim üstümdeki
bürokratların bilgisine gerek görmeden yayımlama talimatını veriyordu.
Böylece
işim gereği kendisiyle direkt görüşerek hızlı ve pratik bir çalışma temposu yakalamıştık.
Başbakan Özal, ekonomiye olduğu gibi,
bürokrasiye de bazı yenilikler getiriyordu. Köhne bir yapısı olan hizmet
binasını çağın koşullarına göre daha modern bir yapıya kavuşturuyor,
Başbakanlık çalışanlarını da bilgi ve görgülerini artırmak amacıyla sırayla yurt dışına gönderilmesi talimatını
veriyordu.
Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Hasan
Celal Güzel, Başbakandan aldığı bu talimat üzerine yurt dışına gönderilecek
kişilerin liste başına beni koymuştu. Dışişleri Bakanlığı’ndan gelen ve
İsviçre’nin Cenevre kentinde yapılacağı belirtilen, Uluslararası
İşbirliği Teşkilatı (İLO) toplantısı ile ilgili Bakanlar Kurulu Kararı’nın
eki listeye benim adımın yazılması
talimatını vermişti.
Uluslararası İşbirliği Teşkilatı’nın 1-30
Haziran 1980 tarihleri arasındaki bu toplantısına Türkiye’den, Kamu, İşveren ve
İşçi Sendikalarından yaklaşık 30 kişilik bir heyet katılıyordu.
İşlemler kısa sürede tamamlandı,
Dışişleri Bakanlığı’ndan adıma çıkarılan “Kırmızı
Pasaport” elime tutuşturuldu, biletler ve harcırahlar alındı.
İlk kez uçağa binecek, ilk kez yurt
dışına çıkacaktım, hem de kırmızı pasaportla, çok heyecanlıydı. Bu olanağın ilk
sırasının bana verilmesi de ayrıca gurur vericiydi.
Atatürk havaalanından uçağa binip,
Cenevre hava alanında indiğimizde heyeti Dışişleri Bakanlığı görevlileri
karşıladı. Otele yerleştikten sonra, Dışişleri’nden görevli arkadaşlar
Cenevre’de kısa bir gezinti yaparak kentin önemli yerlerini gösterdiler.
Cenevre, Leman Gölü kıyısında yeşillikler
içinde cadde ve sokakları oldukça düzgün, tarihi ve modern binalarla
donatılmış, her döneme ait heykellerle bezenmiş, içinde sincapların cirit
attığı büyük parkları olan ve tarihi
kalesi ile oldukça güzel bir kentti.
Leman Gölü’nün altına yapılmış otopark
ile camla kaplı büyük binalar ilgimi
çeken şeylerin başında geliyordu. Cenevre’nin iklimini de çok farklı bulmuştum.
O yıllarda, Ankara’da henüz doğal gaz
kullanılmadığı için çok kirli bir hava soluyorduk. Kimi günler 25 metre önümüzü
göremediğimiz anlar yaşıyorduk. Ankara’nın bu kirli havasından sonra,
Cenevre’nin ışıl ışıl, pırıl pırıl bol oksijenli, bol yağmurlu, bol güneşli
havası beni kendine hayran bırakmıştı.
Kamran İNAN Eşi ile |
Günün hemen her saati semayı yağmur bulutları
kaplıyor, çok geçmeden bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. 10-15 dakikayı
geçmeyen yağmurun ardından güneş güler yüzünü gösteriyor, bir anda ortamı
dayanılmaz güzellikte kılıyordu.
Yağan yağmurun ardından geride ne bir
damla su birikintisi ne de yağmurdan biz iz kalıyordu. Ankara’daki
karaya çalan yeşil alanlar Cenevre’de canlı ve insanın ruhuna dokunan bir yeşil
her yanı kaplıyordu.
Dışişleri görevlileri, toplantının
programı ve detayları hakkında kısaca
bizi bilgilendirdiler.
Türk Heyeti’nin başkanlığını o dönemde
Birleşmiş Milletler Türkiye Daimi Delegesi olarak görev yapan Kamran İnan
yapıyordu.
İlk toplantı, Kamran İnan’ın başkanlığında Birleşmiş
Milletler Türkiye Daimi Delegeliği
binasında yapıldı. Heyet üyeleri birbirleriyle tanıştı, Heyet’te dönemin
Türk-İş Başkanı Şevket Ayaz ve Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu
Başkanı Talha Altınbaşak, Dışişleri ve Çalışma bakanlıkları İş ve İşçi Bulma
Kurumu temsilcileri vardı.
Açılış, Cenevre’deki Birleşmiş Milletler
binasının görkemli salonunda yapıldı. Salonun oturma düzeni alfabetik sıraya
göre düzenlenmişti. Bu sıralamaya göre Türk Delegasyonu tam kadro olarak en ön sıraya yerleşerek kalabalık bir katılım
sağlamıştı.
Ülkemiz 1919
yılında kurulan Uluslararası Çalışma Örgütü’ne 1932 yılında üye olmuştu.
Türkiye, 187 üyesi bulunan Uluslararası
Çalışma Örgütü ile imzaladığı sözleşmeyi zaman
zaman ihlal ettiğine dair ciddi eleştirilere maruz kalıyordu. Bu
toplantıda da bu tür eleştirilere maruz kalacağı bilindiği için, Heyet Başkanı
Kamran İnan’ın iyi bir hatip, iyi bir diplomat ve ikna kabiliyetinin yüksek
olması Heyet üyelerini biraz olsun rahatlatıyordu.
Türkiye’nin
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün sözleşmelerini en fazla ihlal eden ülkelerin
başında yer alması, Heyet Başkanı Kamran
İnan’da işini zorlaştırıyordu.
Bu denli ciddi bir konuda Hükümetimizin
donanımlı kadrolarla sorunun çözümü için gerekli adımları atmamış olması,
Kamran İnan’ın ciddi eleştirilerine maruz kalıyordu.
Başta Heyet Başkanımız Kamran İnan olmak üzere, tüm oturumlara hiç fire vermeden
katılım sağlanıyordu. Alt oturumlar değişik salonlarda yapılmaya başlayınca
guruplara ayrılmıştık.
Ben ve Çalışma Bakanlığının temsilcisi
Çalışma Genel Müdür Yardımcısı Ahmet Kapısız Bey aynı çalışma guruba düşmüştük.
Benim az Fransızcam yeterli olmadığı için
beni Ahmet Kapısız Bey bilgilendiriyordu. Bu işbirliği bizi yakınlaştırdı.
Uyumlu bir arkadaşlık bağı oldu aramızda. Böyle olunca da resmi görevin dışında
kalan zamanı birlikte paylaşıyorduk.
Ahmet Kapısız Bey’in daha önce yurt dışı
deneyimi ve iyi derecede İngilizcesi
olduğu için bir sıkıntı çekmiyordum.
O yıllarda Türkiye, AVM denilen devasa
alış-veriş merkezleriyle henüz tanışık değildi.
Cenevre’de ise kentin dışında çok sayıda AVM
vardı. Kent içinden otobüsle buralara ulaşmak zor değildi. Hemen her akşam,
kendimizi bir AVM’ye atıyorduk. Bu ortamlarda çektiğimiz tek sıkıntı yemek
konusuydu. Sıklıkla hamburgerle karnımızı doyuruyor, arada bir de çeşitli tavuk
yemekleri ile yetiniyorduk.
Çalışma Bakanlığı görevlileri arasında
önceden Cenevre’ye gelmiş olanlar Cenevre’de bir Türk restoranı olduğunu ve
burada çok lezzetli “kuru fasulye”
yapıldığını söylediler. Ahmet Kapısız
Bey’le kentin uzak bir köşesinde olan bu restorana gitmek için yola koyulduk.
Biraz dolaştıktan sonra bulabildik.
Kuru fasulyeden ziyade, yabancı bir
ülkede Türk mutfağının baş tacı bir
yemeğin yapılıyor olmasından çok duygulandık.
Pastırmalı kuru fasulye ile ilk kez burada tanışmıştım, buradan çok
memnun kaldık. Dönünce oteldeki diğer arkadaşlara ballandıra ballandıra
anlatarak iştahlarını kabarttık.
Ertesi gün
gitmek için sabırsızlanıyorlardı.
İşveren Sendikaları Konfederasyonu ekibinin arasında Cenevre'ye birkaç kez
gelmiş bir görevli vardı. Ekonomik durumu iyi olmalı ki çok lüks kırmızı bir
spor araba kiralamıştı. Vızır vızır her
tarafı geziyordu. Bizler, Devletimizin verdiği harcırah ile kıt kanaat
geçinirken bu arkadaşın bu hızlı yaşantısı dikkatimizi çekiyordu.
Gündüzleri toplantılara katılıyor,
ardından görmediğimiz yerleri keşfe çıkıyorduk. Bir keresinde bindiğimiz
otobüsle farkında olmadan Fransa’ya geçmiştik. Sınırda herhangi bir kontrole
tabi olmadığımız için şaşırmıştık. Gittiğimiz yerin ünlü Fransız
parfümlerinin satış merkezi olduğunu sonradan öğrendik. Gelmişken
sevdiklerimize parfüm almayı ihmal etmedik.
İlhami NALBANTOĞLU |
Ben de artık Cenevre’yi ezberlemiştim,
Avrupa’ya gelmişken hiç olmazsa birkaç önemli yeri daha görebilir miyiz diye
düşünüyordum. Süleyman’ın Zürih’te bir arkadaşı vardı, ısrarla hadi Zürih’e
gidelim diye tutturdu.
Heyet Başkanımızın izni olmadan ayrılmam
doğru olmazdı, Kamran Bey’e izin için gittiğimde bana “Hemşerim ben seni gezdirecektim, nereye gidiyorsun” diye sitem
etti, teşekkür edip ayrıldım.
Süleyman ile birlikte Cenevre’den Zürih
uçağına bindik, bizi alanda arkadaşı karşıladı. Boynunda asılı bir fotoğraf
makinesi ile gazeteci kisvesine bürünmüş bu arkadaşın ilginç fizyonomisi dikkatimi çekmişti. Bizi alıp
bekar evine götürdü, eşyalarımızı oraya bırakıp çıktık. Zürih’i yüksekten gören
bir tepenin başındaki lüks bir mekana gittik.
İnanılmaz bir kalabalığın içinde yer bulabilmek için dakikalarca bir
masanın boşalmasını bekledik.
Zürih’in
tarihi özelliği Cenevre’den daha baskındı. Her taraf tarihi eserlerle
doluydu, daha kalabalık, daha hareketli bir kent olduğu belli oluyordu. Oradan
Münih’e gelip, Ankara’ya döndüm.