26 Kasım 2019 Salı

CENEVRE KONFERANSI, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU

CENEVRE KONFERANSI
Yetmişli yılların ikinci yarısında Türkiye çok çalkantılı günler geçiriyordu. Kurulan hükümetler fazla dayanamıyor, yerlerine yeni hükümetler geliyordu. Süleyman Demirel ile Bülent Ecevit sık aralıklarla Başbakanlığı al gülüm ver gülüm yapıyorlardı.
      Son olarak  dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk hükümeti kurma görevini Isparta Milletvekili Süleyman Demirel’e vermişti.
      Yeni kurulan altıncı Demirel Hükümeti, 25 Kasım 1979 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden güvenoyu alarak göreve başladı.
      Daha önce 5 kez hükümet kurmuş olan Demirel, geçmişten edindiği deneyimlerden  yararlanarak bu kez  başarının ekonomiden geçtiğini  biliyordu. Bu nedenle bir dönem Dünya Bankası’nda görev yapmış, donanımlı bir ekonomist olan Turgut Özal’ı Başbakanlık Müsteşarlığına getirmişti. Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı görevini de vekaleten  ona vermişti.
Cenevre'nin Genel Görünüşü
      Turgut Özal’da tıpkı Başbakan gibi işe yıldırım hızıyla girişti. Kısa sürede ekibini oluşturuyordu, ilk etapta Başbakanlık Merkez Teşkilatı üst görevlerine atamalar yapıyor, adı sanı yeni duyulan genç insanlar yönetim kadrolarını dolduruyorlardı.
      Hasan Celal Güzel’de bunlardan biriydi, bir dönem Zirai Donatım Kurumu’nda görev yapmış daha sonra da Başbakanlık Müsteşar Yardımcılığı görevine getirilmişti. Özal’ın çalışma temposuna yetişmeye çalışıyordu. Aynı Özal gibi o da konuları bürokratik işlemlere boğmak yerine direkt uzmanlarıyla görüşerek sonuçlandırıyordu.
      Bu çalışma metodu sebebiyle ekonomik konularda Resmi Gazetede yayımlanacak tebliğ, sirküler, yönetmelik ve duyuruları görevim gereği olarak bana incelettiriyor, benim üstümdeki bürokratların bilgisine gerek görmeden yayımlama talimatını  veriyordu. 
      Böylece  işim gereği kendisiyle direkt görüşerek hızlı  ve pratik bir çalışma temposu yakalamıştık.
     Başbakan Özal, ekonomiye olduğu gibi, bürokrasiye de bazı yenilikler getiriyordu. Köhne bir yapısı olan hizmet binasını çağın koşullarına göre daha modern bir yapıya kavuşturuyor, Başbakanlık çalışanlarını da bilgi ve görgülerini artırmak amacıyla  sırayla yurt dışına gönderilmesi talimatını veriyordu.
       Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Hasan Celal Güzel, Başbakandan aldığı bu talimat üzerine yurt dışına gönderilecek kişilerin liste başına beni koymuştu. Dışişleri Bakanlığı’ndan gelen ve İsviçre’nin Cenevre kentinde yapılacağı belirtilen,  Uluslararası  İşbirliği Teşkilatı (İLO) toplantısı ile ilgili Bakanlar Kurulu Kararı’nın eki listeye benim adımın yazılması  talimatını vermişti.
      Uluslararası İşbirliği Teşkilatı’nın 1-30 Haziran 1980 tarihleri arasındaki bu toplantısına Türkiye’den, Kamu, İşveren ve İşçi Sendikalarından yaklaşık 30 kişilik bir heyet katılıyordu.
      İşlemler kısa sürede tamamlandı, Dışişleri Bakanlığı’ndan adıma çıkarılan “Kırmızı Pasaport” elime tutuşturuldu, biletler ve harcırahlar alındı.
      İlk kez uçağa binecek, ilk kez yurt dışına çıkacaktım, hem de kırmızı pasaportla, çok heyecanlıydı. Bu olanağın ilk sırasının bana verilmesi de ayrıca gurur vericiydi.
      Atatürk havaalanından uçağa binip, Cenevre hava alanında indiğimizde heyeti Dışişleri Bakanlığı görevlileri karşıladı. Otele yerleştikten sonra, Dışişleri’nden görevli arkadaşlar Cenevre’de kısa bir gezinti yaparak kentin önemli yerlerini gösterdiler.
      Cenevre, Leman Gölü kıyısında yeşillikler içinde cadde ve sokakları oldukça düzgün, tarihi ve modern binalarla donatılmış, her döneme ait heykellerle bezenmiş, içinde sincapların cirit attığı büyük parkları  olan ve tarihi kalesi ile oldukça güzel bir kentti.
      Leman Gölü’nün altına yapılmış otopark ile camla kaplı büyük binalar  ilgimi çeken şeylerin başında geliyordu. Cenevre’nin iklimini de çok farklı bulmuştum. O yıllarda, Ankara’da  henüz doğal gaz kullanılmadığı için çok kirli bir hava soluyorduk. Kimi günler 25 metre önümüzü göremediğimiz anlar yaşıyorduk. Ankara’nın bu kirli havasından sonra, Cenevre’nin ışıl ışıl, pırıl pırıl bol oksijenli, bol yağmurlu, bol güneşli havası beni kendine hayran bırakmıştı.
Kamran  İNAN Eşi ile
      Günün hemen her saati semayı yağmur bulutları kaplıyor, çok geçmeden bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. 10-15 dakikayı geçmeyen yağmurun ardından güneş güler yüzünü gösteriyor, bir anda ortamı dayanılmaz güzellikte kılıyordu.
      Yağan yağmurun ardından geride ne bir damla  su birikintisi  ne de yağmurdan biz iz kalıyordu. Ankara’daki karaya çalan yeşil alanlar Cenevre’de canlı ve insanın ruhuna dokunan bir yeşil her yanı kaplıyordu.
      Dışişleri görevlileri, toplantının programı ve detayları   hakkında kısaca bizi bilgilendirdiler.
      Türk Heyeti’nin başkanlığını o dönemde Birleşmiş Milletler Türkiye Daimi Delegesi olarak görev yapan Kamran İnan yapıyordu.
      İlk toplantı,  Kamran İnan’ın başkanlığında Birleşmiş Milletler Türkiye Daimi Delegeliği binasında yapıldı. Heyet üyeleri birbirleriyle tanıştı, Heyet’te dönemin Türk-İş Başkanı Şevket Ayaz ve Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Başkanı Talha Altınbaşak, Dışişleri ve Çalışma bakanlıkları İş ve İşçi Bulma Kurumu temsilcileri vardı.
      Açılış, Cenevre’deki Birleşmiş Milletler binasının görkemli salonunda yapıldı. Salonun oturma düzeni alfabetik sıraya göre düzenlenmişti. Bu sıralamaya göre Türk Delegasyonu tam kadro olarak  en ön sıraya yerleşerek kalabalık bir katılım sağlamıştı.
      Ülkemiz 1919 yılında kurulan Uluslararası Çalışma Örgütü’ne 1932 yılında üye olmuştu. Türkiye, 187 üyesi bulunan  Uluslararası Çalışma Örgütü ile imzaladığı sözleşmeyi zaman  zaman ihlal ettiğine dair ciddi eleştirilere maruz kalıyordu. Bu toplantıda da bu tür eleştirilere maruz kalacağı bilindiği için, Heyet Başkanı Kamran İnan’ın iyi bir hatip, iyi bir diplomat ve ikna kabiliyetinin yüksek olması Heyet üyelerini biraz olsun rahatlatıyordu.
      Türkiye’nin Uluslararası Çalışma Örgütü’nün sözleşmelerini en fazla ihlal eden ülkelerin başında  yer alması, Heyet Başkanı Kamran İnan’da işini zorlaştırıyordu.
      Bu denli ciddi bir konuda Hükümetimizin donanımlı kadrolarla sorunun çözümü için gerekli adımları atmamış olması, Kamran İnan’ın ciddi eleştirilerine maruz kalıyordu.
      Başta Heyet Başkanımız Kamran İnan  olmak üzere, tüm oturumlara hiç fire vermeden katılım sağlanıyordu. Alt oturumlar değişik salonlarda yapılmaya başlayınca guruplara ayrılmıştık.
      Ben ve Çalışma Bakanlığının temsilcisi Çalışma Genel Müdür Yardımcısı Ahmet Kapısız Bey  aynı çalışma guruba düşmüştük.
      Benim az Fransızcam yeterli olmadığı için beni Ahmet Kapısız Bey bilgilendiriyordu. Bu işbirliği bizi yakınlaştırdı. Uyumlu bir arkadaşlık bağı oldu aramızda. Böyle olunca da resmi görevin dışında kalan zamanı  birlikte paylaşıyorduk.
      Ahmet Kapısız Bey’in daha önce yurt dışı deneyimi ve iyi derecede İngilizcesi  olduğu için bir sıkıntı çekmiyordum.
      O yıllarda Türkiye, AVM denilen devasa alış-veriş merkezleriyle henüz tanışık değildi.
      Cenevre’de ise kentin dışında çok sayıda AVM vardı. Kent içinden otobüsle buralara ulaşmak zor değildi. Hemen her akşam, kendimizi bir AVM’ye atıyorduk. Bu ortamlarda çektiğimiz tek sıkıntı yemek konusuydu. Sıklıkla hamburgerle karnımızı doyuruyor, arada bir de çeşitli tavuk yemekleri ile yetiniyorduk.
      Çalışma Bakanlığı görevlileri arasında önceden Cenevre’ye gelmiş olanlar Cenevre’de bir Türk restoranı olduğunu ve burada çok lezzetli “kuru fasulye” yapıldığını söylediler.  Ahmet Kapısız Bey’le kentin uzak bir köşesinde olan bu restorana gitmek için yola koyulduk. Biraz dolaştıktan sonra bulabildik.
      Kuru fasulyeden ziyade, yabancı bir ülkede  Türk mutfağının baş tacı bir yemeğin yapılıyor olmasından çok duygulandık.  Pastırmalı kuru fasulye ile ilk kez burada tanışmıştım, buradan çok memnun kaldık. Dönünce oteldeki diğer arkadaşlara ballandıra ballandıra anlatarak iştahlarını kabarttık.
Ertesi gün gitmek için sabırsızlanıyorlardı.
      İşveren Sendikaları Konfederasyonu  ekibinin arasında Cenevre'ye birkaç kez gelmiş bir görevli vardı. Ekonomik durumu iyi olmalı ki çok lüks kırmızı bir spor araba kiralamıştı.  Vızır vızır her tarafı geziyordu. Bizler, Devletimizin verdiği harcırah ile kıt kanaat geçinirken bu arkadaşın bu hızlı yaşantısı dikkatimizi çekiyordu.
      Gündüzleri toplantılara katılıyor, ardından görmediğimiz yerleri keşfe çıkıyorduk. Bir keresinde bindiğimiz otobüsle farkında olmadan Fransa’ya geçmiştik. Sınırda herhangi bir kontrole tabi olmadığımız için şaşırmıştık. Gittiğimiz yerin  ünlü Fransız  parfümlerinin satış merkezi olduğunu sonradan öğrendik. Gelmişken sevdiklerimize parfüm almayı ihmal etmedik.
     
İlhami NALBANTOĞLU
Cenevre’de toplantılar devam ederken Ankara’dan yakın arkadaşım Süleyman Kedicioğlu geldi, gidip Cenevre Havaalanında karşıladım. Birlikte Terminus Oteli’ne geldik. Boş oda yoktu, ben tek odada kalıyordum, başka otele gitmesin diye odamızı paylaştık. Birlikte gezmeye başladık, ben toplantılara gittiğim zamanlarda tek başına beni beklemekten sıkılıyordu.
       Ben de artık Cenevre’yi ezberlemiştim, Avrupa’ya gelmişken hiç olmazsa birkaç önemli yeri daha görebilir miyiz diye düşünüyordum. Süleyman’ın Zürih’te bir arkadaşı vardı, ısrarla hadi Zürih’e gidelim diye tutturdu.
      Heyet Başkanımızın izni olmadan ayrılmam doğru olmazdı, Kamran Bey’e izin için gittiğimde bana “Hemşerim ben seni gezdirecektim, nereye gidiyorsun” diye sitem etti, teşekkür edip ayrıldım.
      Süleyman ile birlikte Cenevre’den Zürih uçağına bindik, bizi alanda arkadaşı karşıladı. Boynunda asılı bir fotoğraf makinesi ile gazeteci kisvesine bürünmüş bu arkadaşın ilginç  fizyonomisi dikkatimi çekmişti. Bizi alıp bekar evine götürdü, eşyalarımızı oraya bırakıp çıktık. Zürih’i yüksekten gören bir tepenin başındaki lüks bir mekana gittik.  İnanılmaz bir kalabalığın içinde yer bulabilmek için dakikalarca bir masanın boşalmasını bekledik.
      Zürih’in  tarihi özelliği Cenevre’den daha baskındı. Her taraf tarihi eserlerle doluydu, daha kalabalık, daha hareketli bir kent olduğu belli oluyordu. Oradan Münih’e gelip, Ankara’ya döndüm.