SEKSEN DARBESİ
Orgeneral Kenan EVREN |
Bir Cuma günüydü,
takvimler 12 Eylül 1980’i gösteriyordu. Ankara sonbaharının güzel ve güneşli
bir gününe uyanmıştık. Her zaman olduğu
gibi o gün de erkenden kalkıp, işe gitmek için hazırlanıyordum.
Sabahları hazırlanırken televizyonu açıp
haberleri izlemek gibi bir alışkanlığım yoktu. Ancak o gün komşularımız
televizyonlarının sesini o kadar çok açmışlardı ki sesleri her taraftan
duyuluyordu. Acaba ne olmuş ki böyle
yüksek sesle hiç durmadan konuşan kişinin ne anlattığını merak ettiğim için
televizyonun açma düğmesine bastım.
Ekranda askeri üniformalı bir general
heyecanla bir şeyler anlatıyordu.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren’in “ Türk
Silahlı Kuvvetleri gece yarısı saat 03.00’ten itibaren yönetime el koymuştur.” şeklindeki
konuşmasını duyunca donup kalakaldım.
Hazırlık yapmayı bir kenara bırakıp, önce
eşime haber verdim, sonra da televizyonun içine girecek kadar yakınından olanı
biteni anlamaya çalışıyordum.
General Evren, sokağa çıkma yasağı ilan
edildiğini, kimsenin sokağa çıkmamasını, halkın evinden çıkmadan Silahlı
Kuvvetlerin uyarıları doğrultusunda hareket etmesi gerektiğini belirtiyordu.
General Evren’in ifadelerine göre, bu askeri
müdahale ile Süleyman Demirel'in Başbakan olduğu hükümet görevden alınıyor.
Türkiye Büyük Millet Meclisi lağvediliyor, 1961 Anayasası uygulamadan
kaldırılıyordu.
Böylece Türkiye siyasetinin yeniden
tasarlandığı bir askerî dönem başlıyordu,
ne acıdır ki bu yeni sürecin ne
kadar süreceği belli değildi.
12 Eylül 1980 darbesinin ardından siyasi partiler
lağvedildi, parti liderleri önce askerî üslerde gözetim altında tutuldu,
ardından yargılandı.
Başbakan Bülend ULUSU |
İç Hizmet Kanununun verdiği Türkiye
Cumhuriyeti'ni kollama ve koruma görevini yüce Türk Milleti adına emir ve
komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine
bütünüyle el koymuşlardı. Bu 1 Numaralı bildiriydi.
Aynı günün 2 numaralı bildirisiyle ülke genelinde 13
sıkıyönetim bölgesine 13 general sıkıyönetim komutanı olarak atanıyordu..
7 numaralı bildiriyle de siyasi partilerin faaliyetlerinin yasaklanmış olduğu
ve Türk Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay dışındaki tüm derneklerin faaliyetlerinin de durdurulmuş
olduğu duyuruluyordu. Aynı bildiriyle, Emniyet Genel Müdürlüğü başta olmak
üzere polis teşkilatı Jandarma Genel Komutanlığının emrine veriliyordu.
Darbenin yapıldığı gün Emniyet ve MİT üst düzey yöneticileri
Genelkurmay Başkanlığına davet edilmiş ve TRT ile PTT Genel Müdürleriyle
beraber tecrit ediliyorlardı.
Cumhuriyetimizin kurulmasının sonrasında 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi yapılıyor, daha bunun tahribatı ve yaraları
sarılmadan 12 Mart 1971 muhtırası
veriliyordu.
Bu
muhtıra ile dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, sonradan Türk siyasi
literatürüne girecek olan ünlü şapkasını alıp gidiyordu.
Bu
demokrasi kesintisi daha rayına oturmadan bu kez Türk Silahlı Kuvvetleri, 12 Eylül 1980
tarihinde hiç gözünü kırpmadan üçüncü kez, Demokrasimizin kesintiye uğratılmasını
marifetmiş gibi gururla açıklıyordu. Böylece Türk siyasetinin yeniden
tasarlandığı bir askeri dönem başlıyordu.
Televizyonun başında bunları dinlerken, bir
yandan da devletin işlerinin aksatılamayacağını, bazı önemli işleri kim olursa
olsun, kim göreve gelirse gelsin yapılmasının zorunlu olduğunu düşünüyordum.
Bir Başbakanlık çalışanı olarak benim de bir sorumluluğum olacağını
düşünüyordum.
Binanın
önünde bir tank, namlusunu giriş kapısına çevirmiş öylece duruyordu. Çevrede
askerler vardı, içeride ise müracaat memurları askerlere bazı şeyler
anlatıyorlardı. Askerler beni görünce tedirgin oldular, müracaat memurları
personel olduğumu belirtince içeri girmeme izin verdiler. Giriş katında bulunan
Müsteşar Yardımcısı Hasan Celal Güzel’in odasına kendimi zor attım.
Hasan
Celal Güzel, al yanakları iyice kızarmış bir biçimde makamında üniformalı
askerlere Başbakanlığın işleyişi ile ilgili bilgi veriyordu.
Askerler,
bürokrasiyi bilmedikleri için çalışan görevlilerin bilgilerine gereksinim
duyduklarını, kilit noktalarda çalışan
personelle yardımlaşma içinde olmaya mecbur olduklarını biliyorlardı.
Bu
yüzden oldukça kibar davranıyorlardı. İçlerinde iyi eğitim almış, bilgili,
donanımlı olanları vardı. Bunların bir kısmı Başbakanlık Merkez Teşkilatı’nın
idari makamlarında yıllarca görev yaptılar.
Hasan
Celal Güzel’in makamında sadece sekreteri Timsal Hanım vardı. Timsal Hanım, gece yarısı evlerinden alınarak
buraya getirildiklerini anlattı. O saatten beri aç susuz çalıştıklarından söz
etti. Timsal Hanım’ın odasında benden önce buraya gelen İhsan Memiş adlı arkadaşımız vardı. O da
benim gibi kendi inisiyatifi ile gelmeyi becermişti.
Sekreterin
odasında akşamın ilerleyen saatlerine kadar bekledik. Hasan Celal Güzel, görevi
ile ilgili hassas bilgileri aktardıktan
sonra o günün akşamında görevinden
ayrılacaktı. Geç saatlere kadar orada bekledikten sonra, bize birer görev
kağıdı çıkarıldı ve Başbakanlığın
araçlarıyla evlerimize döndük.
Ertesi
gün Cumartesiydi, göreve gelmemizi istediler, bizden aldıkları bilgilerle diğer
arkadaşlarımızın da gelmesini sağladılar. Yoğun bir tanışma faslı sürüyordu.
Subaylar bize oldukça kibar davranıyorlardı.
Birkaç gün sonra Hasan Celal Güzel’in
tayininin Ticaret Bakanlığına çıktığını, oradan da geçici görevle Diyarbakır’a
gönderildiğini duymuştuk. Tereddüt etmeden istifasını vermiş, lojmandan çıkmak
için kiralık ev arayışına girmişti.
İlk günlerin heyecanını geride bırakan
askerler takip eden günlerde her birimin başına geçip kontrolü ellerine
alıyorlardı. Bir tek Kanunlar ve Kararlar Tetkik Dairesine dokunmamışlardı.
20 Eylül'de
eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülend Ulusu Başbakan olarak görevlendirildi, 21 Eylül'de Ulusu’nun sunduğu Bakanlar Kurulu
listesi Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylandı.
Turgut Özal |
Oramiral Bülent Ulusu Başkanlığında kurulan yeni hükümet görevine başlamıştı. 24
Ocak Kararları ile köklü değişiklik yapan Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal, bu
başarılı faaliyetleri sekteye uğramasın diye yeni kurulan hükümette Ekonomiden
sorumlu Başbakan Yardımcılığına getirilmişti.
Başbakanlık Müsteşarlığına da siyasi
partiler arasındaki dengenin sağlanması için Necdet Calp atanmıştı. Ne var ki
Müsteşarın yerine tüm yetkileri bünyesinde toplayan Müsteşar Yardımcısı Amiral Erdoğan Yazıcı her
alanda tam yetkili kılınmıştı.
Erdoğan Yazıcı, pratik zekalı iş disiplini yüksek birisiydi.
Ailesini İstanbul’da bırakmış, Ankara’da Karayolları misafirhanesinde kalıyordu. Arada bir hafta sonu ailesini
ziyarete gidiyordu.
Aysen Güney adlı bir Başbakanlık
çalışanını kendisine sekreter yapmıştı.
Askerlerden değişik rütbelerde birkaç danışmanı vardı. İş akışı ve bürokratik
işlemlerde herhangi bir değişiklik yapılmadan aynen devam ediliyordu.
Ben
de doğal olarak önceki dönemde yaptığım ekonomik işlerle ilgili görevime devam
ediyordum. Önceki dönemlerde olduğu gibi Müsteşar Yardımcısı Amiral Erdoğan
Yazıcı ile direkt temas kurabilen az sayıda bürokrattan biriydim.
Amiral Erdoğan Yazıcı, sosyal yönü
olmayan, işinden başka şeylerle ilgilenmeyen birisi idi. Sabahları her gün aynı
saatte gelip, işinin başına geçen ve her gün aynı saatte işten çıkıp
Karayolları konukevine dönen birisiydi.
Ordudan emekli olduktan sonra İstanbul
Kadıköy’de yaşamını sürdürüyordu. Yaşamının en önemli unsurları eşi, iki kızı
ve Wolswagen arabasıydı.
Emeklilik yaşamına devam ederken
Başbakanlık görevine atanan Oramiral Bülent Ulusu’nun önerisini geri
çeviremediği için bu görevi kabul ettiğini zaman zaman dile getirirdi.
Çalıştığı sürenin sonuna kadar iyi ve
sağlıklı bir amir-memur ilişkimiz oldu. Görevi yeni kurulan Özal Hükümeti’nin
kurulmasıyla sona ermişti. Yakın çalışma arkadaşları olarak onu İstanbul’a
uğurlarken o soğuk ve sert görünümlü insanın gözlerinin buğulanmasına buğulu
gözlerimizle eşlik ediyorduk.
Bir gün İstanbul’da Kadıköy’ün dar
sokaklarında gezinirken bir anda karşı karşıya geldik. Her ikimiz de şaşkındık,
ummadık bir karşılaşma olmuştu. Şaşkınlığımızı atınca selamlaşıp sohbet ettik.
Spor kıyafetleri ile görünmekten memnun
kalmadığını belli eder gibiydi. Daha sonra görüşmemiz konusunda ısrar ediyordu.
Kendisini kıramayacağımı, ne var ki birkaç saat sonra Ankara’ya döneceğimi
belirtince, karşılaşmış olmaktan duyduğu memnuniyeti belirtiyordu.
12 Eylül’ü gerçekleştiren askerler, yavaş
yavaş görevi sivil idareye bırakıyordu. Yapılan seçimler sonrasında Ekonomiden
sorumlu Başbakan Yardımcısı Turgut Özal, kurduğu siyasi parti ile seçimleri
kazanınca, dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından Hükümeti kurmakla
görevlendirildi.
13 Aralık 1983 tarihinde Özal Hükümeti
kuruldu, hemen ardından geçmiş dönemin Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Hasan
Celal Güzel, ertesi gün Başbakanlık Müsteşarlığına atandı.
Geçmiş dönemin acı yaşanmışlıkları
nedeniyle bu görevi kabul etmiyordu, ne var ki Özal’ın baskısına dayanacak bir
durumda değildi.
Göreve başladığı gün, eski çalışma arkadaşları tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı.
12 Eylül 1980 tarihinde Demokrasimize
vurulan darbe, 13 Aralık 1983 tarihinde
Özal Hükümeti’nin kurulmasıyla yeniden yoluna devam etmeye başlıyordu