27 Ocak 2020 Pazartesi

YEDEK SUBAY OKULU, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU


YEDEK SUBAY OKULU

Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nden 28 Şubat 1972 tarihinde mezun olmuştum. Diplomaların dönemin Milli Eğitim Bakanı Orhan Dengiz tarafından imzalanacağı için hemen verilemeyeceğinin bildirilmesi üzerine   bir çıkış belgesi elimize tutuşturdular.
      Belgeyi alır almaz soluğu Başbakanlık Personel Genel Müdürlüğü’nde aldım. Bir an evvel işleme koyup askerlik işlemlerini yaptırmak istiyordum.
      Bu işlemler kısa sürede tamamlandı ve sınıf belirleme sınavına katılmak üzere Ankara Mamak Muhabere Okuluna  çağrıldım.
İlk Günler
      Sınav günü inanılmaz bir kalabalık vardı, ülkenin her yanından yedek subay adayları burada toplanmıştı. Sağda solda tanıdık simalar ararken gözüm Bitlis Lisesi’nde öğretmenim olan Nihat Boydaş’a takıldı.
      Hemen yanına koştum, sarıldık, öpüştük, hasret giderdik, anılarımızı tazeledik, ikimiz de bu tesadüften dolayı memnunduk. Öğretmen öğrenci ilişkimize bu kez askerlik arkadaşlığı da eklenmiş oluyordu.
      Birkaç gün sonra sınav sonuçları açıklandı. Nihat Boydaş, topçu sınıfına ayrılmış, Polatlı Topçu Yedek Subay Okulu’na gidecekti. Ben ise tankçı sınıfına ayrılmış Etimesgut Tankçı Yedek Subay Okulu’na gidecektim. Böylece Nihat Boydaş hocam ile bir kez daha yollarımız ayrılıyordu.
      Birkaç gün içinde hazırlıklarımı tamamlayıp, elime aldığım asker çantası ile Kızılay’dan bindiğim otobüs ile Etimesgut Yedek Subay Okulu’nun önündeki durakta indim.
      Hiç bilmediğim yeni bir dünyaya doğru ilk adımlarımı atıyordum. Karşıdaki Nizamiye binasına, nöbet tutan askerlere, girip çıkan askerlerin sergiledikleri, disiplinin en kral örneklerine birkaç dakika takılı kaldım.
      İnanılmaz bir telaş ve heyecan içinde ülkenin her yöresinden, her türlü insan, kimlik kontrolünden sonra, arkası görünmeyen nizamiyeden içeriye oluk oluk akıyordu.
      Nizamiyedeki görevliler, bu heyecanlı, gergin gençleri, yüksek öğrenim görmüş olmaları nedeniyle daha özenli bir üslupla bir sonraki aşamalara yönlendiriyorlardı.
      Gelenlerin büyük bir bölümü saçlarını kestirip dap-dazlak bir biçimde gelmişlerdi. Kimileri son ana kadar saçlarından ayrılmayı kabullenemiyordu. Ben ise saçlarımı biraz kısaltmış, günün modası olan uzun  favorilerimi kesmekle yetinmiştim.
      Nizamiyeden geçen yedek subay adayları, gazino adı verilen genişçe bir mekanda toplanıyorlardı.
      Biriken adaylar partiler halende askeri giysilerin dağıtıldığı depoya yönlendiriliyor, bedenlerine uygun elbiseleri ve askeri postalları alıyorlardı.
      Burada gerçek bir komedi yaşanıyordu. Kimine dizine bile gelmeyen pantolon, kimine ayağının iki büyüklüğünde  postal, kimine içinde boğulacağı bir parka denk geliyordu. Böyle olunca inanılmaz bir değiş-tokuş piyasası oluşuyordu. İrilerle  kısalar elbise ve postallarını birbirleriyle değiştirip kendilerine uygun bir kreasyon oluşturuyorlardı.
      Kıyafet sorununu çözen adaylar, hemen yanı başımızda ellerinde tıraş makinaları ile bekleyen erlerin insafsızca saç kesme işlemlerine tabi tutuluyorlardı. Yeni görünümleri ile ortaya çıkan komik tablo stres ve gerilimli adayların bozulan morallerini bir parça olsun düzeltmeye yetiyordu.
      İlk günü böyle atlatmış, ertesi gün eğitim alanında toplanan adaylar yoklamadan sonra takımlara ayrılacaktı. İsimleri okunan adaylar 40’ar kişilik takımlara ayrıldılar. Daha sonra bölüklerin koğuşları belirlendi,  ben ikinci takıma düşmüştüm. Yatakhanede de ranzanın üst kısmı bana denk gelmişti.
      Diğer takımlarda olduğu gibi ikinci takımda da ülkenin her yerinden ve her meslekten, her kültürden adaylar vardı. Her gün sabah ve öğleden sonra askeri eğitim yapıyor, akşamları da etüt denilen nazari bilgilerin verildiği  masa başı eğitime tabi tutuluyorduk.

      Bir süre sonra bu eğitimler artık rutin olmaya başlamıştı. Herkes bir bahaneyle bu eğitimlerden kurtulmanın yollarını aramaya kafa yoruyordu.  Bunların başında sağlık nedeniyle revire gidenler geliyordu. Kimi uyanıklar kendilerine eğitim dışında değişik uğraşılar icat ediyorlardı.
      Ben de bunlardan biriydim, güzel yazı yazdığım için Yedek Subay Bölüğü’nün bu tür işlerini  bana yaptırdıkları için eğitime çıkmıyordum. Bu durumu gören bazı narin yapılı arkadaşlar bana gelip kendilerini yardımcı olarak yanıma almalarını istiyorlardı.
      Gündüzleri askeri eğitimden kurtulmuştum ama akşamları etüt de sıkıcı olmaya başlamıştı. Bazı uyanık askerler görünmeyecek bir bölümde tel örgülerde bir delik açmışlardı. Akşamları buradan çıkıyor, yakınlardaki bir köftecide yemek yiyip geri geliyorlardı. Ben de arada bir  çıkıp hemen karşıdaki otobüs durağına gidip otobüs bekliyordum.
      Eğitim dönemi altı ay gibi kısa bir süre olduğu için Ankara Emek Mahallesindeki bekar evimi boşaltmamıştım. Buradan otobüse binip, Bahçeli son durakta iniyor, Emek’teki eve kadar yürüyor, evde biraz durduktan sonra tekrar otobüse binip bölüğe geri dönüyordum.
Bir nevi psikolojik rehabilitasyon yapıyor gibiydim. Amaçsız bir şekilde bir zaman dilimini değerlendirmiş oluyordum kendimce…
      Bölüğün giriş  bölümüne  bir telefon ve bir ses yayın sistemi kurulmuştu. Yedek Subay öğrencilerinin yakınları  telefonlarla arayıp iletişim kuruyorlardı. Arananlar oradaki ses sistemiyle anons edilerek telefona çağrılıyordu.
      Genelde şöyle anons yapılırdı. Örneğin; “İlhami Nalbantoğlu, telefonunuz var, lütfen anons mahalline geliniz.”   İsmi söylenen koşarak telefonun başına geçip yakınlarıyla hasret gideriyorlardı. Bu anonsların en çok çağırılanı bendim.
      Başbakanlık Özel Kalemdeki kız arkadaşım istisnasız her gün bir sabah, bir de öğleden sonra beni arar, anons ettirirdi, ben de koşa koşa gelir onunla görüşürdüm. Adımın bu kadar sıklıkla anons edilmesi bazı çevrelerde kuşkuyla karşılanıyordu.
    Gelen telefonların Başbakanlıktan geliyor olması, kimi yedek subay öğrencilerini tedirgin ediyordu. Çünkü bazıları siyasi olaylara karışmış olmaları sebebiyle devre kaybetmiş, bizlerden yaşça çok büyük olmalarına rağmen bizimle birlikte eğitim görüyorlardı. Bunlar haliyle rahatsız oluyordu.
      Bu yüzden beni bir ajan ya da bir muhbir olarak değerlendiriyorlardı. Ne var ki beni yakından tanıyan arkadaşlarım bu söylentilerin gerçekle örtüşmediğinin farkındaydılar.
      Birkaç ayı geride bırakmıştık, bazı uyanık arkadaşlarımız mezuniyet dönemi için şimdiden bir albüm yapma hazırlığına girilmesi gerektiğini belirtiyorlardı. Buna komutanlarımızı da razı etmişlerdi. Zira bu albüm için özellikle İstanbul iş dünyasından hatırı sayılır maddi destek sağlanabileceği görüşünü dile getirip sıklıkla ailelerinin yaşadığı İstanbul’a gitme fırsatı yakalamışlardı.
      Bu nedenle bir “Albüm Komitesi” oluşturmuştuk. Doğal olarak ben de bu Komitenin önemli çalışanlarından biriydim. Komite için genişçe bir alan bize tahsis  edilmişti. Komite üyeleri olarak artık eğitimden muaf sayılıyorduk.
      Çalışmalarımız gerçekten  çok başarılı  oldu,  bol miktarda ekonomik destek sağlayıp çok kaliteli bir albüm çıkarmıştık. Hatta bununla yetinmeyip bu albüme bir de plak eklemiştik. Ayrıca bölüğün ihtiyacı olan bazı araç ve gerecin bağışlanması komutanları ziyadesiyle memnun etmişti.
Albüm Komitesi
Soldan Sağa: Yalçın, İlhami, Ataman ve Bülent
Sona doğru yaklaşınca, kendimizi iyice albüme vermiştik. Albüm ekibi olarak sık sık dışarıya çıkma fırsatı yakalamıştık. Evi İstanbul’da olanlar ipin ucunu iyice kaçırmışlardı. Canları çekince ancak bölüğe uğruyorlardı.
      Bu arada Yedek Subay Bölüğü’nden mezun olacaklara verilecek diplomaların yazılmasına sıra gelmişti. Birkaç gün de bu işle uğraşmıştım. Elime tutuşturulan listedeki isimleri diplomaların üzerine güzel bir kaligrafi ile   özenle yazıp, Bölük ilgilerine teslim etmişim.
      Derken kura çekimi gelip çatmıştı, herkes çok heyecanla nereyi çekeceğini merak ediyordu. Aramızda çok iyi eğitim almış yetenekli arkadaşlarımız vardı. Bunların büyük olasılıkla “özel kur’a” ile Genel Kurmay Başkanlığı’na ya da Milli Savunma Bakanlığına alınacağını biliyorduk.
      Ben de bu kadar Bölüğün işlerini yapıyorum, bu kadar popüler olmuşum, belki bana da bir özel kur’a çıkar diye bir beklenti içine girmiştim ama çok da umutlu değildim.
      Kur’a günü Alay Komutanlığının büyük salonunda toplanmıştık. Sahneye kur’a ekibi yerleşmişti. Öncelik özel kur’aların çekimi idi. Tahmin ettiğimiz gibi oldu, özel arkadaşlarımız birer birer ayıklandı.
      Bu sırada TRT’de spikerlik yapan Yüce  Katırcıoğlu isimli arkadaşımıza da özel kur’a çıkınca, Polis Radyosu’nda spikerlik yapan Nihat Dündar adlı arkadaşımız bu duruma itiraz etti, ben de spikerim diye. Uzun süren bir tartışma yaşandı, neticede her ikisi de spikerdi, çoğunluk burada bir haksızlığın yapıldığı düşüncesindeydi ancak jüri bu itirazı kabul etmedi.
      Sıra diğer kuraların çekilmesine gelmişti, böylece benim özel kur’a beklentim de  suya düşmüştü. Hadi özel kur’a çıkmadı bari hiç olmazsa Ankara çıksın diye umutlanıyordum. Bu hayalim de suya düştü, torbadan çektiğim kağıdın üzerinde “Tekirdağ Malkara  Tank Taburu” yazıyordu.
Tank Taburunun ilk ve tek bıyıklı Subayı
      Boynumu büküp, gidip bir kenara oturarak bekledim, bakalım arkadaşlarımdan buraya düşecek biri olacak mıydı?  Bu umudum da gerçekleşmedi, kaderime razı oldum.
      Kura çekenlerden kimileri memleketlerine yakın yerleri çekince sevinçten havalara uçuyor, kimileri hiç beklemedikleri yerleri çekince üzgün bir vaziyette bir kenara çekiliyorlardı.
      Birkaç gün sonra törenle diplomalarımızı alıp arkadaşlarımızla vedalaşarak ve birbirlerimizin iletişim bilgilerini alarak Etimesgut Yedeksubay Okuluna veda ettik.
      Artık bizi ailelerimiz bekliyordu. Herkes en kestirme yoldan ailesine kavuşmak için yollara düşerken ben de bir an evvel Ahlat’a gitmek için sabırsızlanıyordum. Ahlat’a varınca  Yedek Subay elbisesi ile babamın elini öperken, döktüğü mutluluk gözyaşları, benim hayattaki en büyük gurur kaynağım oldu. Birkaç gün orada kaldım, eş, dost, arkadaş ve akrabalar, kutluyor, tebrik ediyorlardı. Bu duygu dolu günler fazla sürmedi,  ailemle vedalaştıktan sonra Malkara Tank Taburundaki görevime başlamak üzere yola koyuldum.
      Buradan da 1974 20 Temmuz  Barış Harekatı nedeniyle Yunanistan sınırına gidecektim.