28 Haziran 2018 Perşembe

BİTLİS'TEN TBMM'YE 7 VEKİL, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU


 BİTLİS’TEN TBMM’YE 7 VEKİL

FARKLI İLLERDEN HER PARTİDEN YEDİ MİLLETVEKİLİ İLE
 BİTLİS TARİHİ BİR ŞANS YAKALADI
Cemal Taşar-Bitlis
       Bitlis, farklı illerden ve farklı siyasal partilerden yedi insanını Milletvekili olarak TBMM’ne göndererek tarihi bir şansı yakaladı.
        Bitlis insanı, dünyanın neresinde olursa olsun, doğduğu topraklara bağlılığı ve sadakatiyle ünlüdür. Hangi siyası partiden, hangi siyasi görüşten olursa olsun, gündemindeki konular arasında birinin de mutlaka Bitlis ile ilgili olduğu bilinmektedir.

Vahit Kiler-Bitlis
Vedat Demiröz-İstanbul
       Bu tarihi fırsatı, Bitlis’in tüm kurum ve kuruluşları, Sivil Toplum Örgütleri,  Özel Sektörü ile çok iyi değerlendirmemiz, en kısa zamanda bir araya gelerek kemikleşmiş sorunları masaya yatırarak çözüm yolları bulmamız gerekiyor.



İbrahim Halil Oral-Ankara
              1.Cemal Taşar, AKP Bitlis
              2.Vahit Kiler, AKP Bitlis
              3.Vedat Demiröz, AKP İstanbul,
              4.Tekin Bingöl, CHP Ankara
             5.İbrahim Halil Oral, İYİ P Ankara
             6.Celadet Gaydalı, HDP Bitlis
             7.Necip Nasır, AKP İzmir,       
     

Tekin Bingöl-Ankara
Celadet Gaydalı-Bitlis
"Bedenleri Her Yerde
                                Ruhları Bitlis’te"
olan bu değerli milletvekillerimizin kısa zamanda bir araya gelmeleri ve sergileyecekleri işbirliği  ve dayanışma ile

Necip Nasır-İzmir
Bitlis’e parlak bir dönem yaşatmalarını umuyor, başarı dileklerimizi sunuyoruz…


19 Haziran 2018 Salı

AHLAT AĞACI, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU

AHLAT AĞACI
Nuri Bilge Ceylan, Türk Sineması’nı uluslararası düzeyde başarıdan başarıya taşıyan bir sinemacı.  Ahlat Gazetesi, bu değerli sinemacımızın başarılarını zaman zaman sayfalarına taşıyarak, sanata ve sanatçıya gereken değerin verilmesi adına üzerine düşen görevini yerine getirme çabasını gösteriyor.
Nuri Bilge Ceylan
Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi olan “Ahlat Ağacı” filminin vizyona girdiğini görünce, ister istemez bir heyecan kapladı içimizi. İlk düşüncemiz, filmin konusunun “Ahlat” ile ilgili olabileceği üzerineydi. Filmle ilgili yorumların medyaya yansıması üzerine bu düşüncemizin isabetli olmadığı gerçeğini öğrenmiş olduk. Ne var ki, konu “Ahlat” ile doğrudan ilgili olmasa da “Ahlat” sözcüğünün kullanılıyor olması bile duygularımızı ateşliyordu.
Film, Çanakkale’nin Çan ilçesinde yaşayan üniversiteyi yeni bitirmiş Sinan’ın yaşamından bir kesit veriyor. Armut ağacı ile ilgili olarak yazmış olduğu bir kitabı yayımlayabilmek, gereksinim duyduğu finansal desteği bulabilmek için verdiği mücadeleyi yansıtıyor.
Bir çıkış yolu bulabilmek için aklına ilk gelen yerel yönetimlerin bu tür faaliyetler için bir fonunun olabileceğidir. Bu düşünceyle  Çan Belediye Başkanı’nın kapısını çalıyor. Belediye Başkanı ile arasındaki diyalog aynen şöyle:
-Sayın Başkanım, memleketimizin tanıtımına destek olmak için bir kitap yazdım, ancak kitabın basımı için 2.000.000 liraya gereksinim duymaktayım. Belki Belediye olarak bir katkınız olabilir düşüncesiyle sizi rahatsız ediyorum.
Belediye Başkanı, Sinan’ın masasına koyduğu kitap taslağının kapağına bakıyor ve “Ahlat Ağacı” ibaresini okuduktan sonra şöyle diyor:
-Ahlat, evet çok güzel bir yerdir. Van Gölü’nün kıyısında, tarihi anıtları olan eski ve önemli bir kenttir.”
Bayındır Kümbeti
Belediye Başkanı bu ifadeleri kullanırken Sinan’a maddi destek verecekmiş gibi bir izlenim bırakıyor. Bu ifadeler karşısında Sinan’ın bir anda umutları kırılıyor ve şöyle diyor:
-Başkanım, benim kitabım o Ahlat ile ilgili değil. Çan’da yetişen  ve yabani armut olarak bilinen Ahlat ağacı  ile ilgilidir. Bu ağacın tanıtımı ile sesimizi duyurabiliriz diye  yazdım.
Ortam bir anda buz kesiyor, Başkan Sinan’ı nasihatleri ile birlikte başka bir kişiye yönlendiriyor
Ne var ki, film Ahlat açısından önemli bir işlevi yerine getirmiş, filmin daha ilk dakikalarında, seyirci daha ne olduğunu anlamadan, Nuri Bilge Ceylan’ın kıvrak zekasıyla Ahlat ile ilgili çarpıcı bir mesaj tüm izleyicilerin beyinlerine enjekte edilmiştir. Bundan sonrası teferruattır biz Ahlat sevdalılarına göre.
Doğal olarak da teşekkür borçluyuz, büyük usta Nuri Bilge Ceylan’a…
Nuri Bilge Ceylan, filmin senaryosunu nereden esinlenerek yazdığını şöyle anlatıyor: 
“Çocukluğumun en güzel yıllarını geçirdiğim yer, eski tadı ve güzelliği kalmamış olsa da havası hala temiz, çam ormanları arasındaki kasabanın çevresindeki köylerde dolaşırken bazı akrabaların yaşadığı bir köye düştü yolumuz.
Bir akrabamla evli bir öğretmen var. Enteresan kişiliği ve ezber bozan düşünceleri olan, muhabbetini pek sevdiğim, köylülerin “Hoca” diye hitap ettiği bir ilkokul öğretmeni. Ona rastladık burada.
Kuzuların güzelliğinden, çayırların renginden, toprağın kokusundan müthiş bir yaşama tutkusundan bahseden bu adam konuşmaya başladığında, biz ne kadar ilgiyle izliyorsak, diğer, köyde yaşayanlar sanki keyifleri kaçmış gibi, adeta utanıyorlar gibi hemen önlerine bakmaya başlıyorlardı. Sanki bir türlü gizli protesto var gibiydi.

Ahlat Selçuklu Anıtları 
Bu topraklarda farklılığı ya da özgünlüğü ödüllendiren hiçbir mekanizma yoktur. Hele de biri, kendisi için başat ama toplumsal şablonda onay görmesi mümkün görünmeyen bir farklılığı olduğunu hissediyorsa, istem gücü ahlaki açıdan da yıpranmak durumunda kalır.”
Bu değerlendirmeden sonra, şimdi, değerli sinemacı, büyük usta Nuri Bilge Ceylan’a bir kapı daha aralanıyor, o kapının adı: AHLAT.
Bir asra damgasını vuran, Anadolu’nun Kapısı, Türkiye’nin Tapusu:AHLAT
Kuşkusuz biliyorlardır ne olduğunu, ne var ki Dünyaya tanıtılmak için bir ustaya gereksinimi var, bu usta Nuri Bilge Ceylan olmasın ki?..

3 Haziran 2018 Pazar

HASAN CELAL GÜZEL-II AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU


HASAN CELAL GÜZEL-II
Semra Özkurt Hanım, santralda  başarılı hizmetlerinin ardından başka görevlerde hizmet etmiş,
Hasan Celal Güzel İle
son olarak Adnan Kahveci’nin  Özel Kalemi’nde görev yapıyordu. Hasan Celal Güzel, Semra Hanım’ı  yanına almak istiyordu. Ancak o dönemde yıldızı parlayan Sayın Adnan Kahveci buna yanaşmıyordu. Hasan Celal Güzel,  gücünün ve karizmasının etkisiyle   Semra Hanım’ı söke söke alıp Timsal Hanım’a yardımcı olarak görevlendirdi.  Bir süre Timsal Hanım ile görev yaptıktan sonra Özel Kalem Müdürü olmuştu. Bu yetmemiş daha ileriki zamanlarda da “Başbakanlık Müşaviri” kadrosuyla ödüllendirilmişti. Timsal Hanım ise, bu değişikliği içine sindiremiyordu, Hasan Celal Bey’e karşı yol arkadaşlığı, sadakat ve bazı duyguları da vardı. Hastalandı, bir süre sonra da vefat etti.
Hasan Celal Güzel, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden arkadaşı Ülker Hanım ile evliydi. Ülker Hanım, Karslı bir ailenin kızıydı. Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığında çalışıyordu.  Sonradan Müsteşar Yardımcılığı görevine geldi daha sonra da milletvekili oldu. Elif ve Mustafa adlarında iki çocukları vardı. Mustafa’nın doğuştan bazı rahatsızlıkları vardı, tedavi için Amerika’ya gitmesi gerekiyordu. Ülker Hanım  Amerika’da  Türkiye’nin Hazine Müsteşarlığı temsilciliğinde görevlendirildi.  Böylece Mustafa’nın tedavisi için bir fırsat doğmuştu.
Hasan Bey, Müsteşar Yardımcılığı görevinden ayrıldıktan sonra, Başbakanlık Lojmanından çıkıp taşındığı  Yukarı Ayrancıdaki  evde oturuyordu hala. Başbakanlık Müsteşar lojmanına taşınmıyordu. Çünkü bir öncekinde çok üzülmüştü. Tekrar üzülmek istemiyordu. Ülker Hanım çok istemesine rağmen bir türlü taşınmıyordu. Ülker Hanım görevle Amerika’ya gidince ev artık Semra Hanım’ın kontrolüne geçmişti. Evin temizliğini yaptırıyor, çamaşırları yıkattırıp ütülettiriyor, Hasan Bey’in kıyafetlerini seçiyor, acil durumlarda bizzat kendisi gidip evden gerekli olan giysileri getiriyordu.
Hasan Celal Güzel’in Joker konumuna koyduğu ben ise, onunla en çok  ve en sık görüşen kişilerden biri konumuna gelmiştim. Müsteşar Yardımcıları, Genel Müdürler, Genel Müdür Yardımcılığı görevlerinde bulunan bürokratlar varken onları atlayarak özel ya da resmi, hatta kimi zaman gizli hemen hemen her işe beni çağırıyor, ilgili kurum ve kuruluşlara gönderiyordu. Önemli görüşmelerin olduğu zamanlarda kurum ve kuruluşların ilgililerine telefon ederek “Daire Başkanımı gönderiyorum.” diyordu.
O dönemde “Grup Başkanı” olarak  görev yaptığım için, Daire Başkanlığı benim için “Çantada Keklik” gibi görünüyordu. Bu yüzden gittiğim yerlerde özel muamele ve itibar görüyordum. Bu durum  o sıralar benim hoşuma gitse de, kimileri tarafından kuşkuyla ve kıskançlıkla karşılanıyordu. Beni ispiyonculukla, dalkavuklukla suçlayanlar, nefretle ve kinle yüzüme bakanlar oluyordu. Popüler olduğum kadar da itici olmaya başlamıştım.
Hasan Celal Güzel’in çalışma temposuna göre Müsteşarla yapılacak rutin görüşmeler akşam saat 20.00’den sonraki saatlerde yapılıyordu. Müsteşar Yardımcısı Burhanettin Mumcuoğlu, Kanunlar ve Kararlar Genel Müdür Şahver Kobal, Personel ve Prensipler Genel Müdürü Yener Özgün, Bakanlar Kurulu  Sekreteri Nevzat Demirtaş, Mevzuat ve Yayın Genel Müdürü Özgür Erkman ve diğer görevliler Müsteşar ile görüşmek için  Özel Kalem Müdürü Semra Özkurt’un odasında sıra beklerken, Semra Hanım bana “Müsteşar seni bekliyor” diyor ve beni içeri alıyordu. Bu durum orada oturup sırasını bekleyenleri oldukça rahatsız ediyordu. İçten içe bana diş biliyorlardı. Nitekim zamanı geldiğinde bedelini bana söke söke ödeteceklerdi.
Başbakan Turgut Özal, devrim niteliğindeki ekonomik reformlara imza atıyordu. Bunların başında da “Türk Parasının Kıymeti’nin Korunması Hakkında Kanun” geliyordu. Bu konudaki yasal düzenlemenin Resmi Gazete’de yayımlanacağı gün, önceki hükümetler döneminde başlatılıp bir türlü bitirilmeyen Türkiye’nin ilk otoyolu olan “İstanbul-İzmit Otoyolu”nun açılışı yapılacaktı. Turgut Özal, otoyolun açılış sonrasında yapacağı basın toplantısında bu ekonomik reformu da  basına açıklayacaktı.
Ancak, yasal prosedür tamamlanmamıştı. Yani, kararname bitmemiş, Resmi Gazete’de de yayımlanmamıştı. Özal, o gün İstanbul’daydı, Hasan Celal Güzel’e telefon etmiş, işlemin tamamlanarak Resmi Gazete’de yayımlanıp yarınki açılışa yetiştirilmesi talimatını vermişti.
Akşam saat 21.00 sularıydı, Hasan Bey beni çağırdı, sümeninin altından Bakanlar Kurulu Üyeleri tarafından imzalanmış, üstü boş bir kararname kağıdı ve teklif yazısını verdi. Ardından da talimatını belirtti; “Konuyu incele, yasal dayanağını bul, öncesini araştır, kararnameyi hazırla getir.” Altı imzalı, üstü boş kağıdı alıp odama çıktım, Dairede benden başka kimse yoktu. Evrakın kaydını yaptım, bodrum kata inip arşivden  konunun öncesine ait dosyayı buldum. Uzun bir uğraştan sonra kararnameyi hazırlayıp Müsteşarlık Makamına indim. Hasan Celal Güzel, heyecanla beni bekliyordu. Okudu, ikna oldu, sürecin bir sonraki aşaması ile ilgili talimatını verdi:
“Cumhurbaşkanı’nın onayını al, oradan doğrudan Başbakanlık Basımevine git, kararnameyi bizzat başında durarak bastır, Resmi Gazete’yi alıp hemen gel. Bu işleri benim makam arabamla yap.”
Birkaç saat içinde bu sayılanları harfiyen yerine getirip, elimde Resmi Gazete’nin mükerrer sayısı ile Hasan Celal’in odasına girdim. Ayağa kalkarak beni karşıladı, al yanakları daha da kızarmıştı gülücükler dağıtıyordu. Ne var ki işimiz henüz bitmemişti. Asıl macera yeni başlıyordu. Saatler gecenin 03’üne doğru hızla yol alıyordu. Yaklaşık 6 saat sonra Resmi Gazete’yi Başbakan Özal’a yetiştirmeliydik. O yıllarda gerek iletişim araçları, gerekse ulaşım araçları günümüzdeki konforu sağlayamıyordu. Günün koşulları içinde bu işin en kestirme yolu karayolu ulaşımı idi.
Hasan Celal Güzel talimatını verdi: “Resmi Gazete’yi sen götüreceksin, hem de Başbakan’ın  aklına takılan konuyu izah edeceksin.” Başbakanlığın zırhlı araçlarından birinin hazırlanması için de emir verdi. Genç bir şoför gece evinden çağrıldı, saat 03.30 sularında Ankara’dan İstanbul yönüne doğru hareket ettik. Türkiye’nin ne bir otoyolundan ne de bir bölünmüş yolundan eser yoktu o yıllarda. Kış mevsimiydi, Bolu Dağı her an kardan kapanabilir, bu nedenle görev yerine getirilemeyebilirdi. Hasan Celal, bunun için de önlem almıştı. O dönem Emniyet Genel Müdürü olan Başbakanlıktan arkadaşımız Saffet Arıkan Bedük’e; yolun kapanması ya da herhangi bir aksiliğin meydana gelmesi durumunda, hazır tutulan bir helikopter ile görev yerine getirilecekti. Yol güzergahı üzerinde bulunan illerin valiliklerine de gerekli talimatların verilmesini istedi.

Şahver Kobal ile
Sabahın ilk ışıkları ile birlikte İzmit’e varmıştık, törenin yapılacağı yeri bulmaya çalışıyorduk. Tören, İstanbul-İzmit Otoyolu’nun İstanbul  girişindeydi, bir süre orada bekledikten sonra Özal’ın konvoyu göründü,  Konvoyun önünü kesip el kol hareketleriyle işaret ettik. Başbakan’ın Koruma Müdürü Musa Öztürk bilgilendirilmişti. Hemen konvoy durdu, ben elimde bir Resmi Gazete ile arabadan inip Özal’ın arabasına doğru yürüdüm. Özal, makam  arabasından inip bana doğru yürüdü ve “Geldin mi?” diye sordu.  Çevremiz bir anda korumalar ve gazeteciler tarafından sarıldı. Gazeteciler olağanüstü bir olay mı oldu, Başbakan niçin arabasından indi, bu gelen kişi kimdir, Başbakan’a ne verdi? Gibi soruların yanıtlarının peşindeydiler. Resmi Gazete’yi uzattım, aldı dikkatle okudu,  inceledi,  kafasına takılan soruyu sordu onu  yanıtladım,  Tamam benim dediğim gibiymiş” diyerek teşekkür edip, elimi sıkarak   arabasına binip uzaklaştı.
Zor bir görevi yerine getirmenin rahatlığı içinde, etrafa bakındım, ben ve şoförden başka kimse yok, ne yapayım derken biraz ilerde Karayolları Genel Müdürlüğü’nün binasını gördüm, doğru oraya gittik,  telefonla Hasan Celal Güzel’i aradım,  görevi tamamladığımı  anlattım. “Tamam mı, Başbakan  bir şey  sordu mu?”  Evet, sordu izah ettim, dedim.  Hasan Celal Güzel; “Teşekkür ederim, araba ve şoför emrinde ne istersen yapabilirsin, ne zaman istersen o zaman dönebilirsin.” diyerek telefonu kapattı.
İstanbul’a yakın bir mesafedeydik,  gece boyunca gözümüzü kırpmamıştık, uyku gözlerimizden akıyordu. Şoföre, İstanbul’a gidelim biraz uyur dinleniriz dedim.  Şoför,  İstanbul’u ilk kez görüyordu, İstanbul trafiğine ise oldukça yabancıydı, benim tarifimle zar-zor Üsküdar’a gelebildik. Arabayı Üsküdar İtfaiyesi binasının önüne park ettik, bizi şaşkınlıkla karşılayıp, yakınlık gösterdiler, şoföre yatacak bir yer ayarladılar.  Ben de hemen karşıdaki binada oturan yakınlarımın evine gittim, biraz uyuduktan sonra, karnımızı doyurup Ankara’ya doğru yola çıktık.
Şoför, İstanbul trafiğini bilmediği için Ankara yoluna bir türlü çıkamadık, uzun bir süre bilmediğimiz istikamette yol aldık, sonra kendimizi Ankara yolunda bulduk. Mevsim kış olduğu için günler erken kararıyordu. Karanlığa kalmıştık, şoför uykusunu alamamıştı, arada bir dalıyordu, camı açıyor, yüzüne soğuk hava çarptırıyordu. Ben de  meyve soyup ona veriyordum uykusu dağılsın diye. Kargasekmeze kadar gelmiştik, yol buzlanmıştı, yokuş aşağı inerken araba birden kaymaya başladı, bir TIR’a arkadan çarpmak üzereyken TIR şoförü bizi nasıl gördüyse arabasını yolun ortasına doğru çekti,  TIR’ın sağından ve uçurumun kenarından kıl payı farkla geçerek büyük bir kazadan kurtulabildik.
Başbakan Turgut  Özal, bürokraside de köklü bir reform yapmayı düşünüyordu. Bu kapsamda Başbakanlık Merkez Teşkilatı’nın yapısı da sil baştan ele alınacaktı. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığında olduğu gibi Başbakanlık Merkez Teşkilatına da “Uzmanlık Sistemi” getiriliyordu.                                                                                                 devam edecek…