HASAN CELAL GÜZEL-II
Semra Özkurt Hanım, santralda başarılı hizmetlerinin ardından başka
görevlerde hizmet etmiş,
son olarak Adnan Kahveci’nin Özel Kalemi’nde görev yapıyordu. Hasan Celal
Güzel, Semra Hanım’ı yanına almak
istiyordu. Ancak o dönemde yıldızı parlayan Sayın Adnan Kahveci buna
yanaşmıyordu. Hasan Celal Güzel, gücünün
ve karizmasının etkisiyle Semra Hanım’ı
söke söke alıp Timsal Hanım’a yardımcı olarak görevlendirdi. Bir süre Timsal Hanım ile görev yaptıktan
sonra Özel Kalem Müdürü olmuştu. Bu yetmemiş daha ileriki zamanlarda da “Başbakanlık Müşaviri” kadrosuyla
ödüllendirilmişti. Timsal Hanım ise, bu değişikliği içine sindiremiyordu, Hasan
Celal Bey’e karşı yol arkadaşlığı, sadakat ve bazı duyguları da vardı.
Hastalandı, bir süre sonra da vefat etti.
Hasan Celal Güzel İle |
Hasan Celal Güzel, Ankara Siyasal
Bilgiler Fakültesi’nden arkadaşı Ülker Hanım ile evliydi. Ülker Hanım, Karslı
bir ailenin kızıydı. Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığında çalışıyordu. Sonradan Müsteşar Yardımcılığı görevine geldi
daha sonra da milletvekili oldu. Elif ve Mustafa adlarında iki çocukları vardı.
Mustafa’nın doğuştan bazı rahatsızlıkları vardı, tedavi için Amerika’ya gitmesi
gerekiyordu. Ülker Hanım Amerika’da Türkiye’nin Hazine Müsteşarlığı temsilciliğinde
görevlendirildi. Böylece Mustafa’nın
tedavisi için bir fırsat doğmuştu.
Hasan Bey, Müsteşar Yardımcılığı
görevinden ayrıldıktan sonra, Başbakanlık Lojmanından çıkıp taşındığı Yukarı Ayrancıdaki evde oturuyordu hala. Başbakanlık Müsteşar
lojmanına taşınmıyordu. Çünkü bir öncekinde çok üzülmüştü. Tekrar üzülmek
istemiyordu. Ülker Hanım çok istemesine rağmen bir türlü taşınmıyordu. Ülker
Hanım görevle Amerika’ya gidince ev artık Semra Hanım’ın kontrolüne geçmişti.
Evin temizliğini yaptırıyor, çamaşırları yıkattırıp ütülettiriyor, Hasan Bey’in
kıyafetlerini seçiyor, acil durumlarda bizzat kendisi gidip evden gerekli olan
giysileri getiriyordu.
Hasan Celal Güzel’in Joker
konumuna koyduğu ben ise, onunla en çok
ve en sık görüşen kişilerden biri konumuna gelmiştim. Müsteşar
Yardımcıları, Genel Müdürler, Genel Müdür Yardımcılığı görevlerinde bulunan
bürokratlar varken onları atlayarak özel ya da resmi, hatta kimi zaman gizli
hemen hemen her işe beni çağırıyor, ilgili kurum ve kuruluşlara gönderiyordu.
Önemli görüşmelerin olduğu zamanlarda kurum ve kuruluşların ilgililerine
telefon ederek “Daire Başkanımı
gönderiyorum.” diyordu.
O dönemde “Grup Başkanı” olarak görev
yaptığım için, Daire Başkanlığı benim için “Çantada
Keklik” gibi görünüyordu. Bu yüzden gittiğim yerlerde özel muamele ve
itibar görüyordum. Bu durum o sıralar
benim hoşuma gitse de, kimileri tarafından kuşkuyla ve kıskançlıkla
karşılanıyordu. Beni ispiyonculukla, dalkavuklukla suçlayanlar, nefretle ve
kinle yüzüme bakanlar oluyordu. Popüler olduğum kadar da itici olmaya
başlamıştım.
Hasan Celal Güzel’in çalışma
temposuna göre Müsteşarla yapılacak rutin görüşmeler akşam saat 20.00’den
sonraki saatlerde yapılıyordu. Müsteşar Yardımcısı Burhanettin Mumcuoğlu,
Kanunlar ve Kararlar Genel Müdür Şahver Kobal, Personel ve Prensipler Genel
Müdürü Yener Özgün, Bakanlar Kurulu Sekreteri
Nevzat Demirtaş, Mevzuat ve Yayın Genel Müdürü Özgür Erkman ve diğer görevliler
Müsteşar ile görüşmek için Özel Kalem
Müdürü Semra Özkurt’un odasında sıra beklerken, Semra Hanım bana “Müsteşar seni bekliyor” diyor ve beni
içeri alıyordu. Bu durum orada oturup sırasını bekleyenleri oldukça rahatsız
ediyordu. İçten içe bana diş biliyorlardı. Nitekim zamanı geldiğinde bedelini
bana söke söke ödeteceklerdi.
Başbakan Turgut Özal, devrim
niteliğindeki ekonomik reformlara imza atıyordu. Bunların başında da “Türk Parasının Kıymeti’nin Korunması
Hakkında Kanun” geliyordu. Bu konudaki yasal düzenlemenin Resmi Gazete’de
yayımlanacağı gün, önceki hükümetler döneminde başlatılıp bir türlü
bitirilmeyen Türkiye’nin ilk otoyolu olan “İstanbul-İzmit
Otoyolu”nun açılışı yapılacaktı. Turgut Özal, otoyolun açılış sonrasında
yapacağı basın toplantısında bu ekonomik reformu da basına açıklayacaktı.
Ancak, yasal prosedür
tamamlanmamıştı. Yani, kararname bitmemiş, Resmi Gazete’de de yayımlanmamıştı.
Özal, o gün İstanbul’daydı, Hasan Celal Güzel’e telefon etmiş, işlemin
tamamlanarak Resmi Gazete’de yayımlanıp yarınki açılışa yetiştirilmesi
talimatını vermişti.
Akşam saat 21.00 sularıydı, Hasan
Bey beni çağırdı, sümeninin altından Bakanlar Kurulu Üyeleri tarafından
imzalanmış, üstü boş bir kararname kağıdı ve teklif yazısını verdi. Ardından da
talimatını belirtti; “Konuyu incele,
yasal dayanağını bul, öncesini araştır, kararnameyi hazırla getir.” Altı
imzalı, üstü boş kağıdı alıp odama çıktım, Dairede benden başka kimse yoktu.
Evrakın kaydını yaptım, bodrum kata inip arşivden konunun öncesine ait dosyayı buldum. Uzun bir
uğraştan sonra kararnameyi hazırlayıp Müsteşarlık Makamına indim. Hasan Celal
Güzel, heyecanla beni bekliyordu. Okudu, ikna oldu, sürecin bir sonraki aşaması
ile ilgili talimatını verdi:
“Cumhurbaşkanı’nın
onayını al, oradan doğrudan Başbakanlık Basımevine git, kararnameyi bizzat
başında durarak bastır, Resmi Gazete’yi alıp hemen gel. Bu işleri benim makam
arabamla yap.”
Birkaç saat içinde bu sayılanları
harfiyen yerine getirip, elimde Resmi Gazete’nin mükerrer sayısı ile Hasan
Celal’in odasına girdim. Ayağa kalkarak beni karşıladı, al yanakları daha da
kızarmıştı gülücükler dağıtıyordu. Ne var ki işimiz henüz bitmemişti. Asıl
macera yeni başlıyordu. Saatler gecenin 03’üne doğru hızla yol alıyordu.
Yaklaşık 6 saat sonra Resmi Gazete’yi Başbakan Özal’a yetiştirmeliydik. O
yıllarda gerek iletişim araçları, gerekse ulaşım araçları günümüzdeki konforu
sağlayamıyordu. Günün koşulları içinde bu işin en kestirme yolu karayolu
ulaşımı idi.
Hasan Celal Güzel talimatını
verdi: “Resmi Gazete’yi sen
götüreceksin, hem de Başbakan’ın aklına
takılan konuyu izah edeceksin.” Başbakanlığın zırhlı araçlarından birinin
hazırlanması için de emir verdi. Genç bir şoför gece evinden çağrıldı, saat
03.30 sularında Ankara’dan İstanbul yönüne doğru hareket ettik. Türkiye’nin ne
bir otoyolundan ne de bir bölünmüş yolundan eser yoktu o yıllarda. Kış
mevsimiydi, Bolu Dağı her an kardan kapanabilir, bu nedenle görev yerine
getirilemeyebilirdi. Hasan Celal, bunun için de önlem almıştı. O dönem Emniyet
Genel Müdürü olan Başbakanlıktan arkadaşımız Saffet Arıkan Bedük’e; yolun
kapanması ya da herhangi bir aksiliğin meydana gelmesi durumunda, hazır tutulan
bir helikopter ile görev yerine getirilecekti. Yol güzergahı üzerinde bulunan
illerin valiliklerine de gerekli talimatların verilmesini istedi.
Sabahın ilk ışıkları ile birlikte
İzmit’e varmıştık, törenin yapılacağı yeri bulmaya çalışıyorduk. Tören,
İstanbul-İzmit Otoyolu’nun İstanbul
girişindeydi, bir süre orada bekledikten sonra Özal’ın konvoyu göründü, Konvoyun önünü kesip el kol hareketleriyle
işaret ettik. Başbakan’ın Koruma Müdürü Musa Öztürk bilgilendirilmişti. Hemen
konvoy durdu, ben elimde bir Resmi Gazete ile arabadan inip Özal’ın arabasına
doğru yürüdüm. Özal, makam arabasından
inip bana doğru yürüdü ve “Geldin mi?” diye
sordu. Çevremiz bir anda korumalar ve
gazeteciler tarafından sarıldı. Gazeteciler olağanüstü bir olay mı oldu,
Başbakan niçin arabasından indi, bu gelen kişi kimdir, Başbakan’a ne verdi?
Gibi soruların yanıtlarının peşindeydiler. Resmi Gazete’yi uzattım, aldı
dikkatle okudu, inceledi, kafasına takılan soruyu sordu onu yanıtladım,
“Tamam benim dediğim gibiymiş” diyerek
teşekkür edip, elimi sıkarak arabasına
binip uzaklaştı.
Şahver Kobal ile |
Zor bir görevi yerine getirmenin
rahatlığı içinde, etrafa bakındım, ben ve şoförden başka kimse yok, ne yapayım
derken biraz ilerde Karayolları Genel Müdürlüğü’nün binasını gördüm, doğru
oraya gittik, telefonla Hasan Celal
Güzel’i aradım, görevi
tamamladığımı anlattım. “Tamam mı, Başbakan bir şey
sordu mu?” Evet, sordu izah
ettim, dedim. Hasan Celal Güzel; “Teşekkür ederim, araba ve şoför emrinde ne
istersen yapabilirsin, ne zaman istersen o zaman dönebilirsin.” diyerek
telefonu kapattı.
İstanbul’a yakın bir
mesafedeydik, gece boyunca gözümüzü kırpmamıştık,
uyku gözlerimizden akıyordu. Şoföre, İstanbul’a gidelim biraz uyur dinleniriz
dedim. Şoför, İstanbul’u ilk kez görüyordu, İstanbul
trafiğine ise oldukça yabancıydı, benim tarifimle zar-zor Üsküdar’a gelebildik.
Arabayı Üsküdar İtfaiyesi binasının önüne park ettik, bizi şaşkınlıkla
karşılayıp, yakınlık gösterdiler, şoföre yatacak bir yer ayarladılar. Ben de hemen karşıdaki binada oturan
yakınlarımın evine gittim, biraz uyuduktan sonra, karnımızı doyurup Ankara’ya
doğru yola çıktık.
Şoför, İstanbul trafiğini
bilmediği için Ankara yoluna bir türlü çıkamadık, uzun bir süre bilmediğimiz
istikamette yol aldık, sonra kendimizi Ankara yolunda bulduk. Mevsim kış olduğu
için günler erken kararıyordu. Karanlığa kalmıştık, şoför uykusunu alamamıştı,
arada bir dalıyordu, camı açıyor, yüzüne soğuk hava çarptırıyordu. Ben de meyve soyup ona veriyordum uykusu dağılsın
diye. Kargasekmeze kadar gelmiştik, yol buzlanmıştı, yokuş aşağı inerken araba
birden kaymaya başladı, bir TIR’a arkadan çarpmak üzereyken TIR şoförü bizi
nasıl gördüyse arabasını yolun ortasına doğru çekti, TIR’ın sağından ve uçurumun kenarından kıl
payı farkla geçerek büyük bir kazadan kurtulabildik.
Başbakan Turgut Özal, bürokraside de köklü bir reform yapmayı
düşünüyordu. Bu kapsamda Başbakanlık Merkez Teşkilatı’nın yapısı da sil baştan
ele alınacaktı. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığında olduğu
gibi Başbakanlık Merkez Teşkilatına da “Uzmanlık
Sistemi” getiriliyordu. devam edecek…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
ilaminal71@gmail.com