Hasan Celal
Güzel, Başbakanlık Müsteşarlığı yanında Devlet Planlama Teşkilatı
Müsteşarlığını da vekaleten yürütüyordu. Tıpkı yıllar önce 80 Darbesi sonrası,
Turgut Özal’ın yaptığı gibi.
Özal Hükümeti
Devlet Teşkilatında köklü değişiklikler yapmıştı. Bu kapsamda Başbakanlık
Kuruluş Yasası da değişmişti. Yeni yasa gereği Başbakanlık Merkez Teşkilatı’na
Uzman Yardımcıları alınacaktı.
|
Hasan Celal Güzel |
1986 Yılı
başlarıydı, çeşitli yayın araçlarıyla, Başbakanlığa Uzman Yardımcıları
alınacağına dair koşulları belirlenen duyurular yapıldı. İstenen koşullara
uygun olan başvurular gelmeye başlamıştı. Yeni yasaya göre koşullar çok
iyileştirilmiş olduğundan tahmin edilemeyecek ölçüde başvuru olmuştu.
Hasan Celal
Güzel, eş zamanlı olarak Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığını da Vekaleten
yürüttüğü için buraya alınacak Uzman Yardımcıları için de benzer uygulamayı
başlatmıştı.
Yapılacak giriş
sınavları için her iki kuruluşta da birer Sınav Komisyonu kurulmuştu.
Komisyonların başkanlıklarına Gazi Üniversitesi’nden birer Akademisyen
getirilmişti. Yapılacak sınavlar kariyer esasına dayalı olduğu için tez hazırlanarak
girilecekti.
Bu uygulama ilk
olduğu için Başbakanlık Merkez Teşkilatında çalışanlara da bir defaya mahsus
olmak üzere sınava girme hakkı tanınmıştı. Haliyle bizler de bu haktan
yararlanmak için tez hazırlayarak sınava girecektik.
Ne var ki, Başbakanlık
Merkez Teşkilatından bu sınava girecek olanların pek bir önemi yoktu. Asıl
hedef ilk kez Başbakanlığa alınacak Uzman Yardımcıları’nın seçimi idi. Bu
konuda Hasan Celal Güzel tek seçiciydi. Kurulan komisyonların göstermelik
olduğunu o dönemde kimse anlayamamıştı.
Hasan Celal
Güzel ile yakın çalışma durumunda olduğum için zaman zaman beni de Uzman
Yardımcıları’nın mülakatlarına götürüyordu. Mülakat sırasında olmasa da
sonradan bana görüşlerimi soruyordu. İçerik ile ilgili olmasa da fizyonomi,
giyim kuşam, diksiyon, tavır ve davranışla
ile ilgili olarak görüşlerimi belirtiyordum.
Birkaç ay süren
sınavlar nihayet sonuçlanmıştı, Başbakanlık Merkez Teşkilatı’na 85 adet Uzman
Yardımcısı alınmıştı.
Başbakanlık Merkez Teşkilatı çalışanları
arasından da sınavı 20 civarında kişi kazanmıştı. Kazanamayanların sayısı daha
fazlaydı. Bu yüzden sonuçlar büyük tartışmalara sebep olmuştu. Kazananlar
listesi ilan edildikten sonra liste üzerinde değişiklikler yapılması kafaları
karıştırmıştı. İlk listede kazanların listeden çıkarıldığı, yerlerine başka
isimlerin alınması, sınavı şaibeli durumuna getirmişti.
Daha sonraları,
sınavı kazananlar ile kazanamayanların aynı işi yapması büyük tartışmalara yol
açmıştı. Çünkü kazananlar, aynı işi yapan kazanamayanların üç katı ücret
alıyordu. Bu da doğal olarak bir rahatsızlık yaratıyordu.
Aynı koşullarda
Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığına da 85 adet Uzman Yardımcısı alınmıştı.
Bir süre sonra yeni alınan Uzman Yardımcıları Başbakanlık Merkez
Teşkilatı’ndaki birimlere dağıtıldı.
Yeni alınan
Uzman Yardımcıları çalışan personelle uyum sağlamakta zorlanıyorlardı. Yaşam
tarzları, giyimleri, kuşamları, günlük yaşamları, aile yapıları farklıydı.
İstisnalar hariç büyük çoğunluğu İmam Hatip Lisesi çıkışlıydı. Hepsi iyi
derecede dil biliyorlardı, hepsinin bir başarı öyküsü vardı. Hepsi yurdun
çeşitli yörelerinde okudukları okullarda başarılı olmuş, ardından iyi
üniversitelerden mezun olmuş, yurtdışı deneyimleri olan, bilgisayar bilen
gençlerdi. O dönemlerde Başbakanlık Merkez Teşkilatı’nda henüz bilgisayar bile
yoktu.
Başbakanlık
Merkez Binası’ndaki birimlere dağıtılan bu Uzman Yardımcıları, mevcut
çalışanlarla yakın ilişkilere giremiyorlardı. Odalarından çıkmıyor, kimseyle
görüşmüyor, kendilerini eski uzmanlardan üstün görüyorlardı.
Zaman zaman bu
düşünce ve tavırlarını dile getiriyor, bu yaklaşımları ile mevcut çalışanlarla
aralarındaki mesafeyi bir türlü kapatmaya yanaşmıyorlardı. Bunların bir başka
özelliği ise tamamı beş vakit namazını kılıyor, namaz öncesi hepsi birlikte
tuvaletlerde abdest alıyorlardı. Abdest alırken de paçalarını dizlerine kadar
sıvıyor, ceketlerini omuzlarına alıyorlardı.
Mevcut
çalışanlardan da abdest alıp namaz kılanlar vardı kuşkusuz. Ancak bu
ritüellerini bir seremoniye dönüştürmeye çaba göstermiyorlardı.
Uzmanlara
bağlı olarak görevlendirilen bu Uzman Yardımcılarından üç tanesi de bana
bağlanmıştı. (B.A, T.H, G.Y.) Diğerleri
ise başka uzmanlara bağlanmıştı. Aralarından bazıları da doğrudan Genel Müdür’e
bağlı olarak çalışıyorlardı.
|
Şahver Kobal İle |
Görevlerini
yaparken, sırf yapmış olmak için yaptıklarını her hallerinden belli
ediyorlardı. Yabancı dil bilmelerini, daha nitelikli okullardan mezun
olmalarını bir üstünlük vasfı olarak gördüklerini tavırlarıyla gösteriyorlardı.
Nitekim birkaç yıl sonra Uzmanlık sınavına girip tümü Uzman olduktan sonra
artık daha özgür, güvenli ve korkusuz hareket etmeye başlıyorlardı.
Başbakanlık
Merkez Teşkilatı bünyesinde bir Uzmanlar Derneği bulunmasına karşın, bu
dernekle bütünleşmek yerine yeni bir Uzmanlar Derneği kurarak tavırlarını netleştirdiler.
Artık yere daha sağlam basıyorlar, her isteklerini yaptırıyor, sık sık yurt
dışı eğitimlere, seminerlere, konferanslara, görüşmelere katılıyorlardı.
Başbakanlık
Merkez Binası koridorlarında artık birbirlerinden hoşlanmayan, birbirleriyle
zorunlu olmadığı sürece görüşmeyen, birbirlerine kapıları kapalı eskiler ve yeniler diye nitelendirilebilecek
iki gurup vardı.
Hasan
Celal Güzel, bu ikinci guruba daha emin ve daha gelecek vadeden bir gözle
baktığını çeşitli vesilelerle dile getiriyordu. Eskiler ise artık burada bir
geleceklerinin olmadığının farkına varıyorlardı. Başka kurum ve kuruluşlarda
daha iyi koşullarda daha üst görevler bulabilenler tereddüt etmeden birer birer
ayrılıyorlardı.
Yeniler
ise yavaş yavaş daha üst kadrolara atanmak için istek ve arzularını dile
getirerek sabırsızlıklarını açığa vuruyorlardı. Alttan gelen bu baskıya yönetim
fazla direnç gösterme gereğini duymadan, liyakat esası gözetilmeden, hizmet
süresi dolmadan bu yeni uzmanlardan lider pozisyonunda olan biri, teamüllere aykırı olarak pat diye Daire
Başkanlığına atanıverdi.
Bu
atama, yıllarını bu kuruma verip bu göreve gelmek için sırasını bekleyen onlarca insanın hayallerini yerle bir
etmişti. Doğal olarak en başta, Hasan
Celal Güzel’in yere göğe sığdıramadığı
“Daire Başkanım” diyerek pohpohlayıp en ağır görevlerde tepe tepe
kullandığı ve herkesin bu göreve gelecek gözüyle baktığı benim dünyamı karartmıştı.
Hasan
Celal Güzel, güçlü Hükümetin güçlü Müsteşarı, bürokrasinin muhteşem kalesinin
burçlarında bir gedik açmıştı. Liyakat
sistemini, teamülleri, ufak tefek yasal engelcikleri dikkate almamış Turgut
Özal’ın ünlü sözü “Anayasayı bir kerecik
delmekle bir şey olmaz.” sözünden esinlenerek kendince yürekli bir gelişmenin altına
imzasını atmıştı.
Artık
cin lambadan çıkmıştı, sonunun nereye
varacağı bilinmeyen yeni bir süreç başlamıştı. Başbakanlık Merkez
Teşkilatı ve Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı’nın yeni uzmanları
görünmeyen bir el tarafından anılıp bürokrasinin tepe noktalarındaki makamlara
birer birer yerleştiriliyorlardı.
Benim
yanımda Uzman Yardımcısı olarak çalışanlardan biri, önce ABD’ye gönderilmiş,
döner dönmez de iletişim ile ilgili bir kurumun tepe noktasına getirilmişti.
Yıllar sonra da bir nedenle hapse atılmıştı.
Bir
diğeri, rüyasında bile göremeyeceği, kapasitesi en yüksek kurullardan birinin
tepesine oturtulmuştu. Sonraları Kamu’dan ayrılıp özel sektöre geçmiş, daha
sonraları ise ortalarda görünmez olmuştu.
Ötekisi
bir sanayi kuruluşunun tepe noktasına oturtulmuş yıllarca Devletimizin temel
politikalarına yön vermiş sonra da bir kenara bırakılmıştı.
Söz
konusu olan bu uzmanlar içinde bulunduğumuz zaman dilimi de dahil olmak üzere
halen Devletin tüm üst kademelerinde yerlerini korumaktadırlar.
Bana
gelince, 43 yıl Başbakanlık Merkez Teşkilatı’nda görev yaptım. Bu kadar uzun süre Başbakanlık Merkez
Teşkilatı’nda görev yapan başka bir bürokrat yok. Bu 43 yılın son 14 yılını
Daire Başkanı olarak tamamladım.
Bu kadar
uzun süre aynı görevde kalan başka bir
kişi de yok. Peki neden bir adım öne gidemedim, çünkü görünmeyen bir el benim
altımdakileri benim üstüme taşıyordu sürekli. Liyakat esası göz ardı edilmiş,
yerine “bizden”, “bizden değil” esası getirilmişti. Ben
ve benim gibi mağdur olanlar ise
kimseden değil Devletimizden yanaydık.
Sadece
ben mi, elbette ki değil. Başbakanlık Merkez Teşkilatı’nda da Devlet Planlama
Teşkilatı Müsteşarlığı’nda da yansız, tarafsız Devletin yanında olan
bürokratlar ve çalışanlar da kenara itildi. Adeta, “siz burada oturun, sesinizi çıkarmayın.” dercesine kenardaki,
köşedeki eski binalara tıkıştırılıp, giriş çıkışları kontrol altına alınarak,
emeklilik sürelerinin dolması beklendi.
Ben ve
benim gibilerin haklarımız acımasızca ve aleni bir biçimde elimizden alınmış,
emeklerimiz göz ardı edilmiş, hakları, liyakatları ve Devletimize karşı
sadakatleri olmayan başkalarına ikram edilmişti.
Son dönemlerde
bir “aldatılmışlık” sözüdür almış başını gidiyor. Birilerin aldatılmış olması, liyakatli
insanların emeklerinin, alın terlerinin, hizmetlerinin ve haklarının ellerinden
alınmasının gerekçesi olabilir mi? Bu
mağduriyetin hesabını kim
verecekti?
devam
edecek…