26 Şubat 2019 Salı

ESER BEY'E MEKTUPLAR-VIII AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU

ESER BEY’E MEKTUPLAR
VIII
   Sevgili Eser,  sana 2017 yılının Temmuz ayında gönderdiğim son mektubun üzerinden tam
Soldan Sağa Emir ÇETİNOĞLU, Hatice Beren MORGÜL,
Ayşe Beliz MORGÜL, Eser ÇETİOĞLU
tamına 545 gün
 geçmiş. Bayağı uzun bir süre, bu, seni ihmal ettiğim anlamına gelmesin sakın.
      Yukarıdaki güzel fotoğrafta da görüldüğü gibi, sen  ailemizin ilk ve en büyük  torunumuzsun. Bizim gözümüzde yerin çok farklıdır. Özellikle eğitim yaşamında gösterdiğin başarı, her zaman göğsümüzü kabarttı. Her öğretim yılının sonunda  getirdiğin “teşekkür ve takdir” belgeleri ile bize parlak bir gelecek umutları verdiğini belirtmek isterim. Arada bir  küçük tökezleme olduysa da, bunu  fazla hasar görmeden gidererek gerçek performansına dönmüş olmandan büyük mutluluk duyduk.
Başarılı bu okul performansına paralel olarak sporla ilgilenmen de bizi mutlu eden ikinci bir neden. Karate sporuyla ilgilenmen ve bu sporun kırmızı-mavi kuşağına kadar yükselmen oldukça önemli. Çünkü karate savunma sporu ile küçük yaştan başlayarak düzenli hareketler ve figürler ile sağlıklı bireyler oluşacağını biliyoruz.
Ayşe Beliz MORGÜL
Madalya Töreninde
İnsan vücudu için hareket etmek çok önemlidir. Hareket etmeyen vücut hem fizyolojik olarak gerilemeye hem de ruhsal ve psikolojik olarak bazı sıkıntıların ortaya çıkmasına neden olabilir. Bu bakımdan oluşan boş zamanlarını bu şekilde değerlendirmiş olmanı çok önemsiyoruz ve seni destekliyor, başarılarının devamını diliyoruz.
      Biliyorsun, yaşam, yerinde sayan bir süreç değil, sürekli değişip, yenileniyor. Senden sonra ailemize kuzenlerin  Ayşe Beliz ile Hatice Beren ve kardeşin Emir de katıldılar. Böylece, ailemiz on kişiden oluşan   geleneksel  bir Türk ailesine dönüştü, bundan çok mutluyuz.
      Bizler, senin başarılarınla öğünürken, senin hemen arkandan gelen ve senin gösterdiğin başarıların hemen hemen aynısını gösteren  kuzenin Ayşe Beliz’in de senin gibi başarılı bir profil sergiliyor  olmasından büyük mutluluk duyuyoruz.
      Ayşe Beliz, eğitim yaşamına Amerika’da başladı, burada edindiği kazanımlar, sağlam bir altyapı edinmiş olması, hem eğitim alanında, hem de ilgilendiği spor dalında başarı basamaklarını tırmanmasına olanak sağladı. Daha okulun ikinci sınıfında iken öğretmenlerinin ve arkadaşlarının  güveni ve desteğini kazanarak “Okul Başkanı” olarak  seçilmesi,  onun kapasitesinin, özgüveninin bilgi ve birikiminin bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Bu gelişme onun küçük yaştan itibaren  nitelikli geniş bir sosyal çevre edinmesine de olanak sağlıyor.
Eser ÇETİNOĞLU
      Ayşe Beliz’in de tıpkı senin gibi, getirdiği “Takdir ve Teşekkür” belgelerinin yanı sıra bu başarılarına paralel olarak ilgilendiği spor dalı “Artistik Cimnastik” dalında  Ülkemizin “Lisanslı ve Madayalı Sporcuları” arasında kendine yer bulması, Ankara İkinciliği madalyası, İç Anadolu  Bölgesi ikinciliği madalyası ile ödüllendirilmesi, gelecek adına  ülke çapında veya uluslararası arenada yer alabileceği umudu, heyecanı ve coşkusunu  bize tattırıyor.
      Ayşe Beliz’in bizi sevindiren bir yönü de  “günlük”  tutmasıdır. Bu nu da çok önemsiyoruz. Günümüz için bir anlam ifade etmeyebilir belki, ama gelecekte çok önemli bir belge niteliği taşıyacağı kesindir. Hem de kendinden sonraki kuşağa anılarla dolu bir belge. Bu alışkanlığı senin de edinmeni çok isteriz.
      Sevgili Eser, sen yavaş yavaş çocukluğunu geride bırakıp delikanlılık aşamasına giriyorsun. Biliyorsun insan yaşamında her çağın kendine özgü özellikleri vardır. Tıpkı, çocuklukta başka, delikanlılıkta başka, gençlikte başka, olgunlukta başka, yaylılıkta başka olduğu gibi. Sen de artık çocukluktan delikanlılığa geçiş aşamasında olduğun için sorumlulukların da ona göre şekil değiştirmek durumundadır.
      Sen, aynı zamanda yeni kuşağın ilk temsilcisi olduğun için senden sonrakilerin  gözetilmesi, korunması, kollanması gibi sorululukların da olacaktır. Diğer görevlerini başarıyla yerine getirdiğin gibi bu sorumluluğunun da bilincinde olacağına inancımız tamdır.
      Seni, kardeşin ve kuzenlerini sevgiyle öperim.  

20 Şubat 2019 Çarşamba

AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, KADİM AHLAT'TA KOCA SİNAN, BURÇAY ANGER


KADİM AHLAT’TA KOCA SİNAN
       Su eski yer kabuğu üzerine, üç, beş on değil iki yüz kadar taş yapıt bırakmıştır Koca Sinan.
Burçay  ANGER
Bir çoğu ölümsüz birer dev anıt olarak. Tarihe insanlığın en usta mimarlarının başta geleni olarak geçmiş bu büyük deha. Kendi eliyle yazdığı anılarında söz ettiği üzere, Tuna boylarından, Bağdat ovalarına kadar Dünyayı yürüye yürüye dolaşmış bir Yeniçeri askeridir. Siz bakmayın tarihe saygısız, ucuz Yeşilçam yapımı film müsveddelerine. Orda kocaman, arkası arkası beş karış devrik, beyaz keçe külahlarıyla, beygir sırtında, ordan oraya seyirten  sözde Osmanlı askerine. Ve bu konuda da benden başka ilgilenip tepki göstermeyen, miskin tarih ulemalarının kayıtsızlığına. Bir kere, o ak kavuklu giysi Yeniçeri’nin tören kıyafetidir. Savaşta ise daima zincir örgü zırh veya kösele cepken giyerlerdi. İkincisi ise, Yeniçeri, ordunun yaya askeriydi ve bakın ata, arabaya ya da eşeğe binmeleri bile zinhar yasaktı, idamlık suç sayılırdı.
      Herneyse, Sinan, Yeniçerilerin Sekban sınıfından idi. Yani günümüz ordusuna göre istihkam oluyor. Görevi, ordunun seferleri sırasında asker ve malzemenin ilerleyişine destek için alt yapı hizmetleri sunmak.

Mimar Sinan 
      İşte Sinan, bu nedenle Ahlat’a geldi ilk kez. Batılı tarihçilerin tek kelimeyle “Muhteşem” dedikleri Sultan Süleyman’ın dev gibi heybetli ordusunun arasında yürüyordu. Ve o da herhalde benim gibi görür görmez hayranlıkla çarpılmıştır Ahlat’ın ünlü ulu mezar taşlarına.
      Çünkü onlar, Sinan’dan önce, bir çoğu iki yüz yıldan beridir orada dikilip durmaktaydılar. Yörenin ilk egemeni olan Osmanlı’nın çetin rakibi cengaver Dulkadiroğulları’nın resmi mezarlığıdır öncelikle burası.  Ordunun ağırlığı ve Yeniçerilerin bir kısmı, şimdi kalıntıları görülen kale biçimli kışlaya yerleştiler. Asıl savaşçı vurucu güç, aylar önce, önden gidip İran içlerine girmişti.
      Yine bizim uyduruk yerli tarihi kordelaların bir utanç verici cahilliği de. Osmanlı ordusu deyince derhal ortaya üç beş kavuklu ve favorili ve saçlı başlı Yeniçeri sureti çıkarmasıdır. Oysa Yeniçerilerin tepede uzun bir tutam saç buklesi bırakmak kaydıyla başları usturayla kazıtılmış, sakalsız ve bıyıklı olmaları zorunludur. Ayrıca asla Türk Ordusunu temsil edemezler, çürkü ordunun sadece altıda biridirler.
      Asıl savaş gücü kartal kanatlı süvari akıncılar, sipahiler ve gözünü kan bürümüş sine üryan kılıç püryan Azap askerleridir. Neyse…
      O sıra Sultan Süleyman’ın (hiç durmadan maraza çıkarmaya meraklı) Safevi’lere karşı İran seferi yapılmaktadır. Süvari birlikleri İbrahim Paşa komutasında İran içlerine sokulmuş, Sultan’ın ağır ordusuyla buluşmayı bekliyor. Safevi’lerin Kuzeyden dolanıp orduyu arkadan çevirme olasılığına karşı tedbir olarak Adilcevaz ve Van kalelerine toplar yerleştirilmeli ve binlerce asker ve teçhizat, araba ve top da gölün karşısına geçirilmelidir.
      İleride İbrahim Paşa, düşmanla göğüs göğüsedir.  Tatvan, Gevaş yolunu da dolaşacak zaman yoktur. Sultan, bütün ağırlığını göl üzerinden, kestirmeden geçirilmesini emreder. İşte o zaman bir Sinan Ağa çıkar ortaya “Emrin Olur” diyerek sıvar kollarını.
      Eldeki üç beş küçük piyade kayığını ikişer ikişer güverteden platformla bağlayarak (Tabi kusursuz bir hesap ve denge kontrolüyle) kullanışla sallar imal eder ve görevi kusursuz başarır. Bu dahiyane beceriyle Sinan ilk kez vezirlerin dikkatini çeker. (Belirtmeden geçemeyeceğim, hemen aynı günlerde, Barbaros, İtalyanların elinden Tunus’u almış, Güneyden çölden dolaşarak onu arkadan vurmaya çalışan Venedikli-Arap müttefik düşman ordusuna karşı, gemi toplarını da hızla çöle sürerek amansızca yürütmüştü. Çöllerde deniz topu? Bu da Barbaros’un dahiyane buluşudur. Şöyle, tekerleri yağlı küçük arabalar üzerinde toplar. Bu arabaların üzerinde de birer tane yelken, rüzgar gücüyle hızla ilerleyebiliyor ve hareket  halindeyken bile ateş edebiliyor. Nasıl ama?
      Aradan yıllar geçti, bu kez bir başka seferle bir başka diyara düştü Koca Sinan’ın yolu. Karaboğdan yani Moldovya üzerine. Prut Irmağının iki yakası da bataklıktı ve asker çamura gömülüyor, karşıya geçemiyordu. O zaman çaresizlik içinde kıvranan askerlerin aklına Ahlat geliyor. Ahlat’taki denge ustası, büyük hesapçı Sinan Ağa. Sinan, 13 günde batmayan ve devrilmeyen bir köprü kuruverecektir, orda da. Bütün ağırlığıyla koca orduyu karşıya geçiriyor.
      Tabii büyük Sultan çok sevinmiştir. Ve işte o andan itibaren dünya anıtsal tarihine, ünlü ölümsüz Koca Sinan’a armağan ediveriyor. Orduyu Hümayun’un baş mimarı Koca  Sinan’ı. Yani bizim Ahlat, Mimar Sinan’ın tarihe kayıt defteridir.

8 Şubat 2019 Cuma

KAFREVİZADELER III AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU


KÜFREVİZADELER-III
Abdulbaki Efendi
Osmanlı Devleti, Rusların daha da ilerilere gitmesini önlemek amacıyla  Çanakkale Muharebeleri’nden sonra  Batı Anadolu’da bulunan 2. Orduyu Şark Cephesine göndermeyi kararlaştırmıştı.  Bu ordunun kumandanlığına Ahmet İzzet Paşa’yı tayin etmişti. 2.Ordu’nun 16. Kolordu Komutanlığına da Albay Mustafa Kemal’i tayin etmişti. Albay Mustafa Kemal, Diyarbakır’a gelerek göreve başladı, daha sonra karargahını Silvan’a nakletti.
      1 Nisan 1916 tarihinde de Tuğgeneral rütbesine terfi ettirildi. Artık “Mustafa Kemal Paşa” idi.
      Mustafa Kemal Paşa, daha sonra  7 Kasım 1916 tarihinde Bitlis’e gelerek burada bulunan ordu mensupları, din adamları, halkın ileri gelenleri ile görüşmeler yaptı, bölgenin düşman işgalinden kurtarılması için ne gibi önlemlerin alınması konularında görüşmelerde bulundu.  Bu görüşmeler kapsamında  Küfrevizade Abdulbaki Efendi ile tanışması ve dostluğu başladı.
      Mustafa Kemal Paşa’nın Küfrevi Ailesi’ni daha önceden de tanıdığı  anlamına gelen ifadeler bilinmektedir. Ancak somut bilgilere rastlanılmamaktadır.
      Birinci Dünya Savaşı döneminde Bitlis’te bulunan aşiretlerin ve din adamlarının oluşturdukları milis ve gönüllü  birliklerin  vatanın savunulmasında önemli hizmetleri olmuştu. Bu  dayanışma örneği,  Milli Mücadele yıllarında da Mustafa Kemal Paşa’nın çalışmalarıyla da sürdürülmüştü. Böylece Mustafa Kemal Paşa’nın 16. Kolordu Kumandanı iken kurduğu dostluklar Milli mücadele ve sonraki dönemlerde de birçok sorunun çözümünü kolaylaştırmıştı.
     
Mustafa Kemal Atatürk
Mustafa Kemal Paşa’nın çok okuyan ve yazan bir kişi olduğu bir gerçektir.  En zor ve sıkıntılı zamanlarda  dahi güncel konuları, tarihi kitapları, kimi zamanlarda da roman okuduğunu anılarında da dile getirmektedir.Anılarında, Bitlis’te geçirdiği  günleri ve askeri faaliyetlerini kendi kaleminden şöyle anlatmaktadır.
      “7 Kasım 1916 Salı günü Silvan’dan Bitlis’e doğru hareket etmek üzere ayrıldım. Yanımda 5 inci Fırka Komutanlığına yeni atanmış olan Miralay Fuat Bey vardı.
      Sabah saat 06.00’dan önce yola çıkmıştık. Saat 10.00’a doğru Malabadi Köprüsü’ne geldik. Saat 12.00’ye kadar burada istirahat ettik.
      Saat 12.00’den sonra 3 saat kadar yürüyerek bir köye geldik. Bu yolda ilk seyahatimizdi. Geceyi burada geçirecektik, akşam saat  20.00’ye doğru yattım. Öksürük beni rahatsız ediyordu, gece saat 02.00’ye doğru uyandım. Bir çay yaptırdım, 03.30 civarında tekrar dalmışım. 05.00’ten sonra uyandırdılar, saat 06.00’dan sonra  Bitlis’e doğru hareket ettik.
      5-10’ar dakikalık birkaç kısa moladan sonra, bir taburu attan inmeden karargahında gördüm. 23’üncü Alay’ın diğer iki Taburu da çevre köylerde idi. Akşama doğru birkaç kumandanla çadırımda dinleniyoruz.
      9 Kasım 1916 Perşembe günü sabah saat 08.00’den sonra  Veysel Karani’nin türbesinin olduğu köyden hareket ettik, yolda pek çok vatandaşla karşılaştık,  onlar da Bitlis’e doğru gidiyorlardı, hepsi aç, sefil, ölüme mahkum bir haldeydiler.
      5-6 yaşlarında bir çocuğu ailesi yol üzerinde terk etmiş, o da bir karı-kocanın arkasına takılmış, ağlayarak onları yüz metre kadar geriden takip ediyor. Kendilerine niçin çocuğu almadıklarını sordum. “Bizim çocuğumuz değil.” dediler.
      Akşam saat 18.00’den sonra, eskiden 13. Alay’ın Karargahı olan yerde geceyi geçirmek üzere çadırlarımızı kurduk. Çadırın kötü kurulmuş olmasından, rüzgarın etkisinden ve amansız öksürükten bir türlü uyuyamadım. Öksürüğü biraz olsun hafifletmek için çay içtim, tekrar uyumaya çalıştım, saat 05.00’ten sonra kalktım.
      Saat 07.00’den sonra hareket ettik, 12.30 sıralarında Bitlis’e vardık.  Refet Paşa ve maiyeti bir saatlik bir mesafe gelerek bizi karşıladılar. Yolda iki askerden biri üzüm, diğeri elma satın almak istiyorlardı, kağıt para verdikleri için satıcılar ağlayarak şikayet ediyorlardı, askerlere hak verdik.
      Yol boyunca açlıktan ölen insanlar gördük, saat 19.00’a kadar Refet Paşa’nın evinde kaldım, sonra geceyi yine öksürük yüzünden rahatsız bir vaziyette geçirdim.
      11 Kasım 1916 Cumartesi günü saat 08.00’den önce 15. Alay cephesini incelemek üzere gittik, yerleşimde hatalı hususlar vardı, bunları izah ettim, gerekli açıklamalarda bulundum. Alay Karargahında bir saat kaldıktan sonra tekrar Bitlis’e döndük.
      Gerek askerin, gerekse hizmet hayvanlarının barınakları çok güzel yapılmıştı. Geceyi Alay Kumandanının barakasında geçirdim, öksürük yüzünden uyuyamadım.
      Bitlis’e gelmemdeki maksadım, Fırka Komutanlığı değişikliğinde hazır bulunmak Fırka’nın tertibatını, genel durumunu, ihtiyaçlarını bizzat yerinde görmekti. Yönetimini
incelemek, Van Harekat Müfrezesi’nin harekatını temin etmekti. Nitekim çok yararlı oldu.
      16 Kasım 1916 Perşembe günü, Bitlis’te hastaneleri teftiş ettim, temiz buldum. Daha sonra Şerefiye Camii’ni gezdim.
      18 Kasım 1916 Cumartesi günü öğleden önce saat 10.00’da “El Şeyhuttani El Halidi Muhammed El Nakşibend-i Küfrevi”nin  Kızılmescit Mahallesi’ndeki Türbesi’ni ziyaret ettim. Küçük bir türbe, Şeyhin kabrinin yanında kardeşinin oğlunun olduğunu öğrendim.
Küfrevi Türbesi
      Şeyhin kabrinin örtüsü sırma işlemeli, elmas,
yakut gibi taşlarla işlenmiş, bu Türbeye Bitlis’i işgal eden Ruslar dokunmamışlar, türbenin kapıları gümüş ve altın kakma, bazı bölümler sedefle işlenmiş, içeride kıymetli halılar var, fakat çoğu çürümüş. Bu Türbeyi Sultan Hamit  bir İtalyan mimara yaptırtmış.
      Daha sonra bir iki harap türbe daha gördükten sonra ikametgahıma döndüm. Öğleden sonra Mutki Milis Kumandanı Hacı Musa Bey geldi, Sultan Hamit döneminde Şam’da Jandarma Binbaşısı imiş. Akşam üzeri Fırka Kumandanı Fuat Paşa geldi, yemeği birlikte yedik, annemden mektup aldım.
      19 Kasım 1916 Pazar günü, bugün sağlık durumum gayet iyidir. Hacı Musa Bey, veda için geldi. Düşman Cephesi’ne karşı uygulanacak harekat için Neşet Bey’i memur ettim,  okuduğum romanı bugün bitirdim. Hacı Musa Bey’in kardeşi Nuh Bey, kendisine ait çok güzel bir tay getirdi, hediye etmek istedi kabul etmedim. 21 Kasım 1916 Salı günü sabah saat 05.00’ten önce kalktım, hemen eşyalar toplandı, Yaver’in odasında Bitlis’in bana Pompei Harabelerini hatırlattığını anlattım. Saat 07.00’den önce Bitlis’ten ayrılmak üzere hareket ettim. Fırka Komutanı ve Karargah erkanı yarım saatlik bir mesafeye kadar beni uğurladılar. Orada ufak bir mola verdik ve kısa bir muhasebe yaptıktan sonra ayrıldık.”
      Mustafa Kemal Paşa’nın anılarında ifade ettiği gibi Küfrevi Ailesini ziyareti sırasında Abdulbaki Efendi’nin muhterem annesi Fatma Hanım’ın elini öpmesi, Fatma Hanım’ın çok hoşuna gitmiş ve Mustafa Kemal Paşa’ya “Allah seni Padişah yapsın” şeklinde  dua etmiştir. Daha sonraları Mustafa Kemal Paşa’nın Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine Küfrevi Ailesi bireyleri Fatma Hanım’ın duasının gerçekleşmiş olması   bir gurur vesilesi olarak algılanmış ve günümüze kadar anlatılagelmiştir.
      Mustafa Kemal Paşa, Bitlis bölgesinden ayrılıp başka bölgelerde görev yaptığı dönemlerde de tanıştığı önemli şahsiyetler, ailelerle olduğu gibi, Abdulbaki Efendi  ve Bitlis’teki diğer önemli kişilerle dostluk ve ilişkisini sürdürmeyi devam ettirmiştir. Paşa, Bitlis’teki gelişmeleri yakından takip ettiği gibi Küfrevi Ailesi’nin durumu ve gereksinimleri ile de yakından ilgilenmeyi ihmal etmemişti.
Mehmet Sefa Küfrevi
      Mustafa Kemal Paşa’nın desteği ile Küfrevi Ailesi’nin bölgedeki aşiretler üzerinde etkinliğini göz önünde bulunduran dönemin Hükümeti, çıkardığı bir Bakanlar Kurulu Kararıyla  Küfrevi Ailesine geçimlerini sağlayacak bir miktarda maaş bağlanmıştı.
      Bu karar şöyle ifade edilmekteydi:
      “Mezkür tezkerede muharrer olduğu veçhiyle Diyarbekir’de bulunan Bitlisli Küfrevizade Abdulbaki Efendi’nin o havalideki nüfuzundan dolayı maaşının bir miktar artırılmasının mahalli kumandanlığından bildirilmesi tezekkür kılındı.”
      Osmanlı Hükümeti, Birinci Dünya Savaşı yıllarında özellikle Doğu bölgesindeki aşiretlerin devlet aleyhindeki faaliyetlerini önlemek ve bunların devlete itaatlerini sağlamak amacıyla onlara nasihatlerde bulunmak üzere Küfrevizade Abdulbaki Efendi’yi görevlendirmişti.
      Küfrevizade Abdulbaki Efendi’nin nasihat ve uyarıları bölgede bulunan aşiretler üzerinde büyük tesir göstermişti. Bunun üzerine 4 Ağustos 1917 tarihinde dönemin Şeyhülislamı Musa Kazım imzasıyla Sadrazamlık Makamına gönderilen bir yazıda, Küfrevizade Abdulbaki Efendi’nin Dördüncü Rütbeden Mecidi Nişanı ile ödüllendirilmesi talip edilmişti.
      Bu istek üzerine 6 Ağustos 1917 tarihinde çıkarılan bir İrade-i Seniyye ile Küfrevizade Abdulbaki Efendiye Dördüncü Rütbeden Mecidi Nişanı verilmiştir. Burada bir noktaya dikkat çekilmesi gerekiyor, o da şudur: 4 Ağustos tarihinde teklif edilen bir konu sadece iki gün sonra 6 Ağustos tarihinde sonuçlanıyor. O dönemde devlet bürokrasisinin bu denli hızlı işleyişi, Küfrevi Ailesine verilen önemin bir kanıtı değil mi?

7 Şubat 2019 Perşembe

DURUM- ŞUBAT 2019, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, lhami NALBANTOĞLU


       Değerli Okuyucularımız,
Muzaffer Özgür Hanımefendi
      “Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır.”  sözünün pek çok kimseye model olacak  çok güzel ve çarpıcı bir örneğini, büyük başarılara imza atmış, değerli büyüğümüz Sayın Cemil Özgür’ün ağzından dinliyoruz…
      Eşim Muzaffer Hanım, evliliğimizin ilk gününden itibaren beni hiç üzmedi. Başarımı onunla kurduğumuz  uyumlu ve  mutlu evliliğe borçluyum. İnsanın huzurlu yaşamasının ve başarılı olmasının en önemli etkenlerinden biri de evindeki iç huzurudur.  
      1953 yılında evlendiğim Muzaffer Hamınla  hiç bir tartışmamız olmadı. Kendimizle barışık olarak, Cenab-ı Allah‘a yüzbinlerce şükrederek huzur içinde yaşama devam ediyoruz.
     Uzun yıllar süren çalışma hayatımda evdeki iç huzurumu sağlayan, her şartta bana tam destek olan eşim Muzaffer Özgür Hanımefendiye  teşekkür etmeyi borç addediyorum.“
      Muhterem Muzaffer Özgür Hanımefendi, yeri doldurulamaz yüce ruhlu bir anne, emsalsiz bir babaanne idi. 22 Ocak 2019 tarihinde ebedi aleme intikal etti,  acımız büyüktür. 
      Saygılarımızla…

KURTULU'UN 101. YILI, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU


KURTULUŞ’UN 101. YILI
Dünyanın En Büyük İslam Mezarlığı

Ahlat, 29 Haziran 1915’te Rus Çarlık Ordusu tarafından işgal edilmiş, 2 yıl 8 ay 21 gün  işgal altında kaldıktan sonra 21 Şubat 1918 tarihinde özgürlüğüne kavuşmuştu.
      Kurtuluşun üzerinden 101 yıl geçmesine karşın günümüze değin herhangi bir kutlama ya da anma töreni yapılmadı.
      Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı  tarafından  bu konu birkaç kez gündeme  getirilmiş olmasına karşın hiçbir kimsenin kılı kıpırdamadı.
      Oysa, koşullar artık eskisi gibi değil. Her türlü maddi  ve manevi desteği yanında bulacak bir Ahlat’ımız var artık. Bundan övünç duymalıyız.
      Bu güzel vatanı canları ve kanları pahasına bize armağan eden atalarımıza borcumuz olduğunu unutmayalım.
      Son yıllarda Ahlat’ın edindiği kazanımlar, parlak bir geleceğinin olacağını göstermektedir. Geçmişinde olduğu gibi gelecekte de yöresinin en parlak tarih, kültür ve turizm kenti olarak dünyanın her yerinden buraya akacak insanlara nitelikli hizmetler sunacaktır.
      Bu bakımdan yaz mevsiminden olduğu gibi kış mevsiminden de azami ölçüde yaralanılması gerekmektedir.
      Her yıl Şubat ayının 21’inde Ahlat’ın şanına yakışır bir biçimde Kış Sporlarının ön planda tutulacağı “Kurtuluş Şöleni” adı altında çeşitli etkinlikler gerçekleştirmek suretiyle Atalarımıza olan minnet ve şükran borcumuzu yerine getirmeliyiz…