7 Mart 2019 Perşembe

KÜFREVİZADELER IV, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU


KÜFREVİZADELER-IV
Elli’li yılların ortalarıydı, 9-10 yaşlarındaydım, güzel bir sonbahar gününde, Ahlat çarşısında,
Soldan Sağa: Selim Küfrevi, Melih Cesim Küfrevi, Emre Küfrevi,
Mehmet Sefa Küfrevi
babamın dükkanının önünde, karpuz kabuğundan yaptığım oyuncak arabamla oynuyordum. O yıllarda trafik denen virüs henüz ülkenin bedenini esir almamıştı. O yüzden caddenin ortasında oyuncağımla oynayabilme olanağına sahiptim.  Bir anda karşıdan  kalabalık bir topluluğun bana doğru geldiğini gördüm. Uzun boylu, üzerindeki  takım elbisesinin şıklığını tamamlayan siyah pardösülü  bu kişinin arkasındaki insanlar, günlük yaşamlarındaki tavırlarından çok farklıydılar. Kenara çekilmiş, hayretle  izliyordum onları.
      Herkes öndeki kişiye aşırı saygılı davranıyordu. Topluluğa yeni katılan insanlar, öndeki kişiye saygıyla yaklaşıyor, elini öpüp, usulca kenara çekilerek yerlerini yeni gelenlere bırakıyorlardı. Dükkanlarının önüne çıkan esnaf ve onların müşterileri de tıpkı benim gibi bu geçiş anını izliyorlardı. Uzun adımlarla ve hızlıca yürüyen bu uzun boylu kişiye yetişmeye çalışan arkasındaki kalabalık da bir rüzgar gibi önümüzden geçip gözden uzaklaştı. İlk kez böyle bir olaya tanıklık ettiğim için şaşkınlık içindeydim. Bu kişinin kim olduğunu anlama isteği sarmıştı benliğimi.  
      Sessizce babama yaklaşarak, bu önemli kişinin ve arkasındaki kalabalığın kimler olduğunu sorduğumda, onun Kasım Küfrevi, arkasındakilerin ise sevenleri olduğunu öğrendim. Bu değerli kişiyi ilk görüşümdü. O dönemde, gelecekte bir gün  yolumuzun yeniden kesişeceği aklımın ucundan dahi geçmediği gibi hayal bile edemeyeceğim bir durumdu.
      Aradan uzun yıllar geçmişti, eğitimimi tamamlamış, Başbakanlık Merkez Teşkilatı’nda işe girmiş, Vatani görevimi yerine getirmiş ve Kasım Küfrevi’nin yeğeni Cesim Küfrevi’nin kızı Seniha Hanımla evlenmiş, Esra ve Mısra adında iki kızımız olmuştu. Artık Küfrevi Ailesi’nin damadıydım.
      
Cesim KÜFREVİ
Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Tetkik Dairesi’nde Uzman olarak görev yapıyordum. 1980 yılında Silahlı Kuvvetler darbe yapmış, ardından 1983 yılında yapılan seçimlerde Özal Hükümeti kurulmuştu. Özal, Türkiye’nin önündeki engelleri kaldırmış yeni bir ufuk açmıştı. Ben de Özal’ın ekibi ile birlikte çalışıyordum. Özal’ın ekibinin birinci halkasında, Hasan Celal Güzel, Adnan Kahveci, Kazım Oksay, Ekrem Pakdemirli, Hüsnü Doğan, Mehmet Keçeciler, Vahit Erdem gibi isimler bulunuyordu. Ben,  işim gereği bu isimlerle yakın bir çalışma ortamında bulunuyordum. 1987 yılı gelip çatmıştı, milletvekili seçimleri yapılacaktı. Bir gün Adnan Kahveci beni çağırdı, bana Başbakan Turgut Özal’ın Bitlis Milletvekili adaylığı için başvuru yapmamı istediğini söyledi. O gün, bürokrasiden aday olacakların başvuru süresinin son günüydü.  Hemen ardından Başbakanlık Müsteşarı Hasan Celal Güzel   makamına çağırdı, son gün olduğu için hemen gidip adaylık başvuru yapmamı Başbakan Özal’ın istediğini belirtti.  O gün aceleyle adaylık başvurumu yapıp memuriyet görevimden istifa ettim.
      Kesin listelerin açıklanacağı son güne kadar Bitlis milletvekilliği  aday listesinin üçüncü sırasında olduğumu biliyordum. Ertesi gün açıklama yapılacaktı, gece Başbakanlık Konutuna gidip durumda bir değişiklik olup olmadığını öğrenmeye çalıştım. Ancak, Konutta öylesine bir yoğunluk vardı ki kimseden bir bilgi almam mümkün olmadı. Ertesi sabah listeler açıklandı, ben yoktum.  Büyük bir hayal kırıklığına uğramıştım. Gerçeği sonradan öğrenmiştim.
      Listelere son şekil verilirken, listenin birinci sırasında yer alan Kamran İnan, benim çok genç olduğumu, ileride değerlendirilebileceğimi, yerime Muhyettin Mutlu’nun alınmasını, böylece Bitlis’in üç milletvekili çıkarmasının garanti olacağını  belirtmiş. Bunun üzerine  Başbakan Özal, durumu netleştirmek için benim referansım olan Küfrevi Ailesi’nin yaş itibariyle en büyüğü olan Kasım Küfrevi’yi arayarak benim hakkımdaki görüşünü sormuş. Kasım Bey’de yanıt olarak; Küfrevi Ailesi’nin adını kullanan başka isimlerin de olduğunu bunlardan hiç kimseyi işaret etmediğini belirtmiş. Bunun üzerine benim adım listeden silinerek yerime Muhyettin Mutlu’nun adı yazılmış.
      Daha sonraları, seçimlerin ardından bazı konular netleşince Kasım Bey, benim için referans olmadığından dolayı üzüntü duyduğunu yakın akrabalarımız aracılığıyla  bize bildirdi. Ne var ki artık iş işten geçmişti.
      Bir yaz günüydü, ailece tatil yapmak üzere, T.C. Ziraat Bankası’nın İstanbul Silivri’deki Dinlenme Tesislerine gitmiştik. O yıl Kurban Bayramı, bizim tatil günlerimize denk gelmişti. Bunu fırsat bilerek  Ailece Kasım Bey’in bayramını kutlamaya karar verip  İstanbul’a doğru yola çıktık.
      Çok heyecanlıydım, belleğimde iz bırakan bu değerli şahsiyeti ziyaret etmek, elini öpmek, bilgi ve deneyimlerinden nasiplenmek istiyordum.  Kasım Bey hakkındaki izlenimim, ilk  gördüğüm günkü gibi hala canlılığını muhafaza ediyordu.  Ancak ailevi sebeplerden ötürü   kayınpederim Cesim Bey ile Kasım Bey arasında mesafeli bir duruş söz konusuydu. Bu durumu saygıyla karşılıyordum ama içimdeki isteği dindiremiyor,  acaba bu mesafeyi ortadan kaldırabilir miyim düşüncesini de göz ardı etmiyor, önümüze gelen bu  fırsatı çok iyi değerlendirmeyi düşünüyordum.
      Bu girişimin altyapısını oluşturmak için önce  kayınpederim Cesim Bey’in iznini almam gerektiğini biliyordum. Muhterem kayınvalidem Naciye Hanım aracılığıyla  kayınpederimin iznini almayı başararak,  bu soğukluğu gidermek amacıyla bir misyonu yüklendiğimin farkındaydım.
      Mecidiyeköy’deki apartmanın 3. katındaki dairenin önüne geldiğimizde, ailece heyecanımız doruk noktasındaydı. Eşim Seniha Hanım da yıllardır görmediği amcası  Kasım Bey ve muhterem eşi Fikriye Hanım ile karşılaşacaktı. Kızlarımız Esra ile Mısra da ilk kez göreceklerdi.
Kasım Küfrevi
      Tam zile basmak üzereyken, kapı kendiliğinden açıldı.   Önceden geleceğimizi haber verdiğimiz için, Kasım Bey’in de bizi heyecanla beklediği anlaşılıyordu. Güler  yüzle bizi karşılıyordu. Hafif beyazlaşmış saçları dışında her şey ilk gördüğüm günkü gibiydi. Bizi içeriye alıyor, elini öpmek için eğiliyorum, öptürmek istemiyor, ısrarım üzerine karşı koymuyor. Seniha Hanım ve çocuklar da elini öpüyorlar, salona buyur ediliyoruz.
      Selamlaşma ve hatır sorma faslının ardından bir sessizlik oldu. Bu sessizliği bozmak için yanımda getirdiğim,  kendi eserim,  hat sanatı olan bir tablonun ambalajını açarak söze başladım. “Efendim bunu sizin için yaptım.” dedim. Bir an durakladı, gözleri dolmuştu, mutfakta bize bayramlık ikram hazırlayan muhterem eşi Fikriye Hanım’a seslenerek “Fikriye bak benim için yaptığını söylüyor.” dedi. Hat sanatı ile ilgilenmem onun için sürpriz olmuştu. Bu durmanda duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Kendisinin de bu alanda çalışmalarının olduğundan bahsetti, kendi eserlerinden örnekler gösterdi. İran’dan özel olarak getirttiği yazı kamışlarından bana bir miktar verdi. İki odayı birleştirerek kütüphaneye dönüştürdüğü,  çok nadide ve değerli eserlerin bulunduğu kitaplığını bize gezdirdi.
      Günün nasıl geçtiğini anlayamamış, karanlığın çökmekte olduğunu fark edememiştik. Tadına doyamadığımız sohbeti noktalayarak dinlenme kampına zamanında dönmemiz gerektiğini belirterek izinlerini lütfetmelerini istedik.
      Aradan zaman geçmişti, 1991 milletvekili seçimleri yaklaşıyordu, Kasım Bey, her konuşmamızda bana aday olmam gerektiğini öğütlüyordu. Ben, bir önceki seçimde öylesine büyük bir hayal kırıklığına uğramıştım ki, üzerimdeki negatif etkiyi bir türlü sindiremiyordum. Kasım Bey’in ısrarlı isteğine karşın bu öneriyi kabul etme cesaretini bir türlü gösteremiyordum.
      Kayınvalidem Muhterem Naciye Hanım,  yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamayarak hakkın rahmetine kavuşmuştu. Cenazesi geçici olarak Karacaahmet Mezarlığına defnedildi. Ertesi günü Kasım Bey taziyeye gelecek diye haber geldi. Ben gün boyu pencerenin önünden ayrılmadım, Kasım Bey’in gelmesini bekledim. Arabasının geldiğini görünce  karşılamak için hemen dışarı fırladım, arabadan inmeden karşıladım, elini öptüm yol göstererek taziyenin verildiği odaya çıkardım. Kayınpederim Cesim Bey, ayakta karşıladı, elini öptü, sarıldılar, bir an zaman durdu, odadaki bütün gözler onların üzerine kilitlendi. Bu kucaklaşma biz göre dakikalar sürdü. Uzun yıllar birbirini görmeyen Ailenin diğer bireyleri teker teker gelip Kasım Bey’in elini öptüler.  Ayrı kalınan uzun yılların açığı kapatılmaya çalışılıyordu adeta.
       Kasım Bey, Naciye Hanım’ın cenazesinin neden Karacaahmet Mezarlığına defnedildiğini sordu. İstediği yanıtı alamayınca kendisi konuşmaya başladı. “Naciye Hanım, benden çok Bitlis’teki o mübarek Türbeye hizmet etmiştir. Ben onun kadar hizmet edemedim. Onun hakkıdır oraya defnedilmek. Allah kısmet ve nasip ederse, ben Muhterem babamın Eyüp Sultan’daki boş mezarına defnedilmek isterim.”
      Naciye Hanım’ın vefatının ardından Kasım Bey’in taziyeye gelmesi, Aile bireyleri arasındaki mesafeyi bir nebze de olsa daraltmıştı. Bu sıcak gelişmeyi fırsat bilerek bu soğukluğu kökünden kazımak ve Kasım Bey’in engin bilgi ve birikimlerinin gelecek kuşaklara taşınabilmesini sağlamak için girişimde bulunmayı kendi adıma görev telakki ettim.
      Birinci husus için Kayınpederim Cesim Bey’e durumu izah ettim. Kafasında bazı kuşkuları olmasına karşın önerimi olumlu karşıladı. Bu pozitif gelişme üzerine hemen İstanbul’a gidip. Kasım Bey’i ziyaret ederek; “İzniniz olursa kayınpederimle birlikte elinizi öpmeye geleceğiz, efendim.” dedim.  O’da bazı çekinceleri olmasına karşın benim önerimi kabul etti. Bu mesafeyi kat etmiş olmaktan büyük mutluluk duydum. Fakat araya giren çeşitli nedenler, hastalıklar ve benim Ankara’da oluşum bu sürecin gelişmesine fırsat tanımadı.
                                                                                                                                                                                                    devam edecek…

6 Mart 2019 Çarşamba

BİTLİS'İN KURTULUŞU, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU


BİTLİS’İN İŞGALİ
BİTLİS 5 AY BEŞ GÜN YANİ 155 GÜN RUS İŞGALİ ALTINDA KALMIŞTI…
Ruslar, 1915 yılının Temmuz ayının bir Ramazan gecesinde,  Bitlis’i işgal et
 İşgal Sonrası 16.Kolordu Bitlis'te
mek için Başhan mevkiine kadar gelmişlerdi. Bitlis’teki Türk askerinin ve milis kuvvetlerin dirayetli savunması sonucunda Ruslar Bitlis’e giremeyerek gerisin geri çekilmek zorunda kalmışlardı. Ancak bu sevinç fazla sürmedi. Şubat 1916 sonlarında Rus askeri ve Ermeni İntikam Tugayları tekrar Bitlis kapılarına dayandılar. Bütün direnmelere rağmen, 3 Mart 1916 günü saat 05.00’te Bitlis işgal edildi.
      Bu işgalle beraber Bitlis, ikinci büyük göç olayını yaşadı. Göç edemeyip şehirde kalanlar Ermeni kurbanı olurken, göç edenler ise çetin kış koşulları altında açlık, sefalet ve çapulcuların kurbanı olmuştu.
Göç etmek zorunda kalan Bitlis halkı, beraberinde götüremediği 1000’den fazla çocuğunu, bir köprünün altında, kar kümelerinin arasında, ertesi güne sağ salim çıkmaları için korumaya almıştı.
      Ertesi sabah çocuklarının buz kesmiş bedenleri ile karşılaşan Bitlis halkı, korkunç bir trajediyi yaşamıştı.
       Geleceği olan, “BİTLİS’İN BİN ÇOCUĞU”nu aradan geçen 103 yıla karşın, ne arayan, ne soran, ne anan ne de anımsayan bir Allah’ın kulu çıkmış değil.
      Çeşitli ortamlarda, oturumlarda, toplantılarda dile getirmemize, zaman zaman medya aracılığı ile gündeme taşımamıza karşın, kimsenin kılı kıpırdamıyor.