KÜFREVİZADELER-VI
Yirminci yüzyılda ise Batı
ülkeleri Müslüman Türksüz bir Anadolu istemektedir. Serv’in amacı budur. Onlara
göre, Anadolu, Ermeni, Rum ve Yahudilere yakışır. Türkmenler ve Kürtler gibi
Müslüman halk zamanla erimeye terk edilmek suretiyle yok edilmelidir.
İşte Lozan’ın, bu milletin hayat damarı oluşu
buradadır. Batı’nın, Anadolu’nun Müslüman halkına duyduğu bu psikolojik kin,
asgari bin yıllık bir birikimin tezahürüdür. Bu günkü Türk Milletinin başına
sarılmak istenen problemler için, tarihe doğru bir yolculuk yapılması yarar
sağlayacaktır. Böylece gençlerimiz yarınlarını daha aydınlık görme fırsatını
bulacaklardır.
İSTANBUL’UN
FETHİ
|
Fatih Sultan Mehmet İstanbul'a Girerken |
Bölücü tahrike kapılan Doğulu ve Batılı
gençler, önce Müslüman dinine yönelik tehlikeyi görüp iyi düşünmelidirler.
Selçukluların parçalandığı, İslam aleminin korumasız kaldığı bir dönemde
İslam’ı Hıristiyan-Kuzey ve Hıristiyan-Batıya karşı kim koruyabilirdi.
İslamın bayraktarlığını üstlenmiş bu
milletin Anadolu’da varlığını sürdürmesi için İstanbul’u alması, İstanbul’da
kalabilmesi için de Avrupa’ya geçebilmesi gerekiyordu. Bunun içindir ki,
İstanbul’u alan asker müjdelenmiş ve Fatih milleti, arkasındaki askeri ile
birlikte Peygamber efendimizin duasını almıştır.
Elbette ki bu ordu Türkün sadece Türkmen
unsurundan meydana gelmiyor, diğer Müslüman tebaa ile birlikte Kurmançca
konuşan Müslümanlar da Şehadet Sancağı’nın altında yer alıyorlardı.
Fatih’in Hocası da, sonradan Şeyhülislam
olan, Diyarbakır yöresinin Guran Kasabasından olan Şemseddin Ahmed Molla Gurani
idi. Kendisinden ancak 16 yaş büyük olan Gurani, Fatih’in tahsil ve
terbiyesinden sorumluydu. Fatih’in yetişmesinde büyük katkıları olmuştur.
O Fatih ki, Müslümanlığın en büyük
koruyucusu olan Osmanlı Devletini Avrupa’ya taşımıştır. Fatih’in karşısında
tutunamayan Hıristiyan alemi, her türlü sinsi planı uygulamaya koyarak, bu
büyük insanı Orduy-ı Hümayın sefer halindeyken, aslen Venedikli bir Yahudi olan
ihtida etmiş, Padişahın özel hekimlerinden ve müşavirlerinden Vezir Yakut
Paşa’ya zehirlettirerek öldürtmüştür.
Bu hıyanet için Hıristiyan alemi Yakup
Paşa’ya 35.000 duka altın ile kendisi ve erkek tarafından devam edecek
torunlarına Venedik vatandaşı olma ve bütün vergi ve mükellefiyetlerden
muafiyet hakkı vaat etmiştir. Ancak, hıyaneti fark edilen Yakup Paşa, Türk
askeri tarafından ordugahta param parça edilmiştir.
Altı yüz yıl bu milletin evlatları şu
boydan bu boydan demeden, Allah rızası için
kanı ve canı pahasına İslam alemi
için cepheden cepheye koşmuştur. İslam’ın beyni ve kılıcı olmuştur. Bu ortak
şanlı maziyi hatırlamamak gaflet ve inkarcılık olur, vebali büyüktür.
Şüphesiz Osmanlı’nın da bayrağı
devraldığı bir güç vardı. Bunun şerefi de milletimize aittir. Abbasi ve Emevi
dönemlerinden sonra, Selçuklular adeta ilahi bir emirle Ortadoğu’da İslam’ın
müdafaasına memur edilmişlerdi.
İslam’ın birliği sağlanmış, iç ve dış
düşmanları bertaraf edilmiş, boy ve taassubu güdülmeden ve kavmiyetçiliğe
düşülmeden bu milletin bütün evladı Haçlı ordularına karşı, Haçlı seferlerine
sinelerini siper edip tertemiz kanlarını bu topraklara dökerken, Anadolu’da
dinimizin ve kültürümüzün kök salmasını sağlamışlardı.
|
Dr.Kasım KÜFREVİ |
Bu kültürü alan insanımız, Osmanlı’nın
her kesiminde ve dönemlerinde geçerli olan ilmi ve edebi eserler vermişlerdir.
Şüphesiz bu aydınlar, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yetişmişti. Bunların
arasında, Ali Hariri, Fakii, divan ve
mevlit yazmış olan Hakkarili Molla Bate, İdris-i Bitlisi, Şeref Han, divan şairlerinden Ahmed Hani, Baba Tahir Üryan, Mahvi Ahi, Salim
Sahipkıran, Mustafa Bey Kurdi, Karacehennem Yezdi, Abdurrahman Bey Şeyhizzari
Mevlevidir.
Ayrıca Mustafa Halit Zehiri, Resul Zeki,
Osmanlı mülkünün diğer kesimlerinde yetişmiş olanlar kadar bizimdirler. Fuzuli’nin, Nabi’nin, Baki’nin olduğu
gibi bunların da varisidir.
Bu kıymetli zatları inkar
etmeyi anlamsız bulurum. Bu mücevherler kimlerden ders aldılarsa ve kimleri
yetiştilerse, onlar da bizimdir. Bunları senin ve benim diye parçalamanın
anlamı yoktur. Bunların hepsi bizim ve hepimizindir. İnkarcı ve inhisarcı
oymamalıyız.
Bugün de durum aynıdır. Milletimizin
başında özellikle emperyalist ülkelerin yaratmaya çalıştığı çeşitli tehlikeler
ve ikinci derecede de çeşitli sorunlarla meşgul edip kışkırtma politikaları
vardır. Bunlardan birisi Batı’dan, diğeri ise Kuzey’den tehdit etmektedir.
Varlığını sağlıklı korumak isteyen her ülke, Müslüman Türk milletine gücü
nispetinde destek olmalıdır.
Ben bu kısa sohbetimizde komşularımızı ve
özellikle Müslüman komşularımızı ele alıp geniş tahlillere girmek niyetinde
değilim. Esasen görünen köy kılavuz istemez. Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin
halkına seslenerek demek isterim ki, Türk milletinin bölge ve zümre gözetilmeksizin
menfaati birdir. Bu ortak menfaat, milli birlikten geçer.
Bu noktada rahmetli dedemin bize bir
vasiyet ve nasihatini aktarmak isterim. O, Kürtçülüğü fanatiklik ve tehlikeli
bir macera olarak görürdü.
Kürtlerin kaderinin Türklerle ortak olduğunu
belirtirdi. Türk milli birliğinin dışında bir Türklük düşünmezdi ve bize
önermezdi. Biz Türk milletinin İslami unsurlar arasında Tanrı’nın takdirine
mazhar olmuşluğuna inanırız.
Esasen ben bir din adamıyım. Görev alanım
ve fonksiyonum farklıdır. Ne var ki,
dinsiz imansız teröristlerin karşısına bugün biz çıkmaz isek, yarın bu
iş çok daha güç olacaktır. Her memleket evladı bu mücadelede kendini sorumlu
hissetmelidir. Esasen, kanaatime göre müstakil bir Kürt kültürü yoktur.
Türk kültürünü milletçe paylaşmışızdır.
Nasyonal hareketler Türk milletine girince,
birçok ortak değerler zedelendi. Bir kısım ortak kültür değerlerinin
milli birlikte arzettiği hassasiyetler vardır. Bir kısım kültür müesseseleri
millet hayatında denge unsurladır. Din bunların başlıcasıdır.
Türkiye’de Kürtçülük fanatik ve sınırlı
kadrolar halindedir. Bu tür bölücü fikirler halkı zehirlememiştir. Komünist
Kürtçülerin halkta taraftar bulamayışları, halkın iman sahibi oluşu ve
Kürtçülerin ise Marksist, yani materyalist ve dinsiz oluşundandır.
Ayrıca, İslamiyet’e samimiyetle inanmış
Doğu halkı, İslamiyet’in reddettiği kavmiyetçiliğe ve nasyonalist bölücülüğe itibar etmez.
Müslüman halkın gönlünde Allah’ın rızasına nail olma vardır. Bu da takva ile
olur. Yani amel ve imanla olur. Ölçü budur.
Aydınlarımızda da büyük vebal vardır.
Mahiyetini inceleyip öğrenmedikleri müessese, olay ve şahıslara gelişigüzel
teşhis koyuyorlar. Bugün münevver tabakasına girmiş pek çok kişi tasavvufu ve
tarikatı gerçeğine uygun olarak bilemiyor.
Yanlış teşhis, yanlış yayına yol açıyor.
Yanlış yayın hatalı mesajlar veriyor. Bu mahsurlu mesajı alan bürokrat, afaki
teşhisler koyuyor. Bunlardan millet zarar görüyor. Bir taraftan yaşanılan
gerçek apayrı bir olay, diğer tarafta aksettirilen durum var ki, gerçekle
ilgisi yok. Bu hususla her millet evladının tek tek ilgilenmesi gerekir.
|
Mustafa Kemal ATATÜRK |
Bölücü organizasyon gerçekleri ustalıkla
çarpıtmaktadır. Hasso Brotelli, Doğulu ve Batılı herkesin çok iyi tanıdığı bir
eşkiyadır. Bunun şekafetini milli kahramanlık olarak gösteriyorlar. Nitekim
Şeyh Şamil Kafkasya’da İslamın bayrağını, küfrün zulmüne karşı yüceltmiştir.
Onun mücadelesini de kendi emellerine alet etmek istiyorlar.
Yapılan bir hata da, milletlerin milli
liderleri ile halkın inançlarını ayrı kamplarda göstermektir. Hiçbir lider
milletlinin hasletlerini, manevi değerlerini inkar ederek liderliğe yükselemez.
Liderliğe yükselmiş bir kimse ile halk arasında çelişkilerin varlığı ileri
sürülüyor ise, muhakkak ya lider çarpıtılıyor, veya halk çarpıtılıyordur.
Yani araya hain parmaklar nifak
sokmuştur. İşin bu tarafı apayrı bur husustur ve ayrı bir sohbet konusudur. Biz
Eyyubi, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde kader birliği yapmış milletimizin
Cumhuriyet dönemindeki seyrine dönelim.
ATATÜRK VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ
Tarihçilerimiz çok kere Kuvay-ı
Milliye’nin Batı Anadolu’dan başladığını yazarlar. Doğrusu Kuvay-ı Milliye’nin
Doğu ve Güneydoğu’dan başladığıdır. Yine tarihçilerimize göre, Kuvay-ı Milliye
ilkin Yunan ve İngiliz kuvvetlerine karşı verilmiştir. Doğrusu, bu mücadelenin
Rus ve Ermenilere karşı verilerek başlatıldığıdır. Ayrıca Kuvay-ı Milliye
zannedildiği gibi 1919’da değil, bu tarihten çok önce başlamıştır. Halkın
organize olduğu, bazen düzenli ordunun yanında ve bazen de müstakilen düşmanla
savaşan ilk Türk milisleri aşiret alaylarıdır. Ruhları bütün Kuvay-ı Milliye
şehitleri ile birlikte şad olsun. devam edecek…