|
Sol Başta İlhami Nalbantoğlu, ortada Pervez Müşerref ve diğer görevliler |
Türkiye Cumhuriyetinin geleceği konusunda hain planlar
hesabı içinde olanlar, planlı bir
biçimde devletin en hassas yerlerine yavaş yavaş sızıyorlardı. Yönetim
kademelerinde bulunanlar, bu hain kadroların her isteğini yerine getirdiklerini
kendileri açıklamaktan imtina etmiyorlardı. İhanet öylesine ileri bir noktaya
gelmişti ki, Devletin kozmik sırlarının bulunduğu mekana girmek bile sıradan
bir işmiş gibi kabul ediliyordu.
Kamuda hizmet veren görevliler bizden olanlar
ve olmayanlar diye hiçbir endişe duymaksızın
ikiye ayrılıyordu. Deneyimli ve
liyakatli bürokratlardan bizden değil sınıfına girenler birer birer
görevlerinden alınıyor, yerlerine ihanet çetesinin deneyimsiz ve liyakatsiz
elemanları getiriliyordu.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin önemli bir
bakanlık koltuğunda oturan ve sonradan bu ihanet çetesinin bir elemanı olduğu
ortaya çıkan, ne idüğü belli olmayan şahıs, ipini koparmış vahşi bir canavar gibi, kendilerinden olmayan
liyakatli bürokratları kıyma makinesinde kıyar gibi ekarte ediyor, kendi
kadrolarına yer açmak için her türlü
melaneti yapıyordu.
Sıranın bana geldiğini anlamıştım, eninde
sonunda görevden alınacağım ayan beyan görünüyordu. Tayini Ankara’dan Erzuruma çıkan yandaş bir
yargıcı benim başında bulunduğum birime atamışlardı. Göreve başlar başlamaz,
çevreye benim yürüttüğüm göreve atandığı dedikodularını yaymaya başladı. Benim
birimimde çalışan elamanları birer birer çağırıyor, ilgili ilgisiz
sorgulamalarla taciz ediyordu. Artık, bugün, yarım alınırım diye gün sayıyordum.
Bu arada da her olasılığa karşı önlem olarak açacağım dava dosyasını hazırlamıştım.
Görevden alındığım günün ertesinde önceden hazırladığım dava dilekçesi ile yasal
hakkımı aramak için ilgili mahkemeye başvurarak dava açtım.
Yürekli bir bayan yargıç davama
bakıyordu, iki ay sürmedi, davayı kazanıp görevime döndüm. Ancak, idare prensip
olarak beni aynı görev yerine eşit
koşullara sahip başka bir göreve atadı. Haklarımda bir mağduriyet söz konusu
olmadığı için verilen yeni görevime itiraz etmeden başladım.
Göreve başladığım birimin başındaki Genel
Müdür beni temkinli karşıladı, ne görev verdi ne de dışladı. Tavır ve
davranışlarımı bir süre inceledikten sonra, belki işine yararım diye, kendince
altından kalkamayacağımı zannettiği oldukça ağır bir ödevle görevlendirdi ve
bir de süre verdi.
Yüklendiğim görev, çalıştığım birimin,
günün koşullarına göre daha modern ve daha işlevsel bir yapıya kavuşturulması için
yeni bur kuruluş kanunu hazırlamaktı.
Gece gündüz demeden harıl harıl çalışarak
verilen sürenin daha yarısına gelmeden istenen “Kuruluş Kanunu Taslağı”nı hazırlayarak kurumun toplantı salonunda
tüm çalışanların huzurunda bir görsel sunumla anlattım.
Başta Genel Müdür olmak üzere, tüm
izleyenler şaşırıp kalmışlardı. Genel Müdürün de benim hakkımdaki olumsuz ve
ön yargılı tavrı değişmişti. Bu sınavdan
sonra yavaş yavaş günü birlik görevler vermeye başladı. Ben de aldığım maaşın
hakkını verdiğim için huzur içinde görevimi yapıyordum.
08
Ekim 2005 tarihinde Pakistanın Keşmir eyaletinde Richter ölçeğine göre 7,6
büyüklüğünde bir deprem meydana gelmişti.
Yerel saat ile 08:50’ de
gerçekleşen depremin etkisi Pakistanın 34,43 kuzey, 03,54 doğu bölgelerinde ve
yerin 10 km altında olmak üzere yaklaşık 30.000 km2’ lik bir alanda
hissedilmişti. Bu depremde Depremin
ardından ortaya çıkan yıkıma ülkenin yerel olanaklarıyla müdahale edilmeye
çalışılmış ancak durumun vahametinin anlaşılması üzerine uluslararası yardımın
kabul edileceğine dair bir açıklama yapılmıştı.
Bu açıklama üzerine uluslararası arama-kurtarma
ekipleri bölgeye hareket etmişlerdi. Arama
Kurtarma ekiplerimiz olay yerine ilk ulaşan ekip olarak tüm dünyanın ilgisini
üzerine çekmişti.
Ardından Japonya, İngiltere, Fransa, Almanya, Çin,
Rusya, Hollanda, Singapur, Kore, Yunanistan ve Polonya gibi ülkelerin arama
kurtarma ekipleri de bölgeye ulaşmışlardı.
Bu deprem, yaklaşık 86 000
kişinin ölümüne, yüz binlerce kişinin yaralanmasına ve milyonlarca insanın
evsiz kalmasına neden olmuştu.
Pakistan’ın dost ve kardeş
bir ülke olması münasebetiyle Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti olarak duyarsız
kalınamayacağı için, o tarihe kadar
dünya ölçeğinde “Yardım alan ülkeler” kategorisinde yer alan Ülkemiz, artık “Yardım yapan ülkeler”
kategorisine yükseldiğinden Dost ve kardeş Ülke Pakistan’a olanaklar
ölçüsünde en yüksek yardımı yapabilmek için Ülke genelinde bir “Yardım
Kampanyası” başlatıldı.
Genel Müdür, beni çağırarak
bu ulusal kampanyanın koordinatörlük görevini benim yapacağımı bildirdi. Ülken
adına bu onurlu görevi severek yapacağımı ve bundan gurur duyacağımı belirterek
“bismillah” diyerek işimin başına döndüm.
Kurtuluş Savaşı’nda
olanakları ölçüsünde Türkiye’nin yanında yer alan dosta ve kardeş ülke
Pakistan’ın bu zor gününde vefalı Türk insanı
elinden geleni en iyi bir biçimde yaparak büyük bir başarıya imza attı.
Üç ulusal bankada hesap açmış ve bunu ilan etmiştik, yurt içinden ve yurt
dışından büyük miktarlarda bağışlar yapılıyor ve tüm bu işlemlerin
koordinatörlüğünü yürütüyordum.
Kampanya çığ gibi büyürken,
Hükümetimiz bu kaynağın Pakistan'a ne şekilde yansıtılacağı konusunda bir karar
verme çalışmaları yapıyordu.
Bu çalışmaların sonucunda,
depremden en çok zarar gören Muzaffarabat Kentindeki tüm kamu konutlarının
yeniden inşa edilmesi olarak yapılması
kararlaştırılmış ve kısa bir süre içinde ihalesi yapılıp, inşaat başlatılmıştı.
Kaba inşaat bitmek üzereyken,
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanımız incelemelerde bulunmak üzere Pakistana
gidecekti. Kurum olarak önceden olay yerine gidip gerekli ön araştırmaların
yapılması gerekiyordu. Genel Müdür, beni çağırarak incelemelerde bulunmak üzere
Pakistana gidecek Heyete benim başkanlık etmem gerektiğini belirtip yeni bir
görev verdi.
Oluşturulan ekipte, bir
Müsteşar Yardımcısı, bir Uzman Yardımcısı, inşaat firmasının bir mühendisi ve
Türkiye Diyanet Vakfından birkaç görevli vardı.
Heyet olarak Türk Hava
Yollarının uçağıyla İslamabad Hava alanına indiğimizde bizi inşaat firmasının
görevlisi karşıladı ve konaklayacağımız otele gidip yerleştik.
Konakladığımız Amerikan
oteline biz gitmeden 15 gün önce bombalı bir saldırı olmuş onlarca insan
ölmüştü, bu nedenle bayağı tedirgin olmuştuk. Aksi gibi biz Pakistan’dan
ayrıldıktan sonra gene bombalı bir saldırı oldu ve 7-8 kişi yaşamlarını
yitirdi.
Aynı günün akşamı Türkiye
Cumhuriyeti Pakistan Büyükelçimiz Sayın Murat Soysalın Büyükelçilik Konutunda
verdiği yemeğe katıldık.
Elçiliğin deneyimli aşçısı bize
Türk Mutfağının birbirinden güzel
yemeklerinden seçkiler sundu. Karşımızda genç ve donanımlı bir Büyükelçi
gördüğümüz için Ülkemiz adına gururlandık.
Ertesi gün İslamabaddaki bir inşaatı gezecektik, Heyet
olarak incelemelerde bulunurken birden karşımızda Pakistan Devlet Başkanı
Pervez Müşerrefi bulduk. Beraberindeki
görevlilerin sayısı 3-5 kişiyi geçmiyordu. Amerikalı bir görevlinin çevredeki
insanları gözleriyle didik didik ettiği gözlerden kaçmadı.
Pervez Müşerref ile tanışma
ve konuşma fırsatımız oldu. İyi derecede Türkçe biliyordu, İstanbul’da kalmış
ve koyu bir Beşiktaş taraftarı olduğunu bildiğimiz için sohbetimizin ana konusu
Türkiye ve İstanbul olmuştu. Birlikte anı fotoğrafı çektirmeyi ihmal etmedik.
Ertesi gün esas görev
başlıyordu, Muzaffarabada gidilecek
inşaatı devam eden resmi konut binalarının durumu yerinde izlenecekti.
Muzaffarabad, Kaşmir
Bölgesinde olduğu için, olayların hiç
eksilmediği, sorunlu ve riskliydi.
Heyetteki bazı arkadaşlarımız
bu riski göze alıp gelmeye cesaret edemediler. Sabah çok erken bir saatte ben
ve Müsteşar Yardımcısı olan ekip arkadaşım ile inşaat firmasının görevlisi
mühendisle 5-6 saat sürecek olan Muzaffarabad Kentine doğru yola çıktık.
Bir süre gittikten sonra
Kaşmir Bölgesine yakın bir yerde inanılmaz bir trafik sıkışıklığı ile
karşılaştık, bir süre sonra da yol tamamen tıkandı. Yolu tıkayarak bir protesto
gösterisi yapılıyormuş meğer, şans işte bize denk geldi.
Vakit öğlen saatine doğru
geliyordu, güneş en kızgın ışınlarını gönderiyordu, korkumuzdan arabadan
çıkamıyorduk. Kan ter içinde kalmıştık. Etrafımız Pakistana özgü aşırı
süslenmiş kamyonlarla çevrilmişti. Tüm insanlar yerel giysileriyleydi. Ben
ve arkadaşım kravatlı ceketli olduğumuz
için nefes almakta bile zorlanıyorduk.
Çevremizde hiçbir yerleşim
alanı yoktu, ıssız bir yerdeydik, dayanma gücümüz tükenince mecburen dışarı
çıkıp havalanmak zorunda kaldık. Giysilerimizle oraya aykırı kişiler olduğumuz
herkesin dikkatini çekiyor ve tuhaf bakışlara maruz kalıyorduk.
Bulunduğumuz alandan Ganj
Nehrinin bir kolu geçiyordu, üzerinde kocaman bir demir köprü vardı. Köprüden
bir süre Ganj Nehrinin çamurlu ve kutsal sayılan sularını izleyerek zaman
geçirmeye çalıştık.
Aşırı sıcaktan buram buram
terliyorduk, yanımızda ne bir şişe su ne de yiyecek bir ekmek kırıntısı vardı. Kimseden yiyecek bir şey istemek gibi
düşüncemiz de olmadı.
Yaklaşık olarak iki saat
kadar orada trafiğin açılmasına bekledikten sonra birden yolun açıldığını
gördük ve yolumuza devam ederek Muzaffarad Kentine geldik. Enkaz halinde
gördüğümüz kentin merkezi yerinde Devletimiz tarafından inşa edilen kamu
binalarının yapımı tamamlanmış kaba inşaatını görmekten duyduğumuz gurur, yolda
karşılaştığımız tüm olumsuz düşüncelerimizi bir anda silip attı.
Vakit daralıyordu, geldiğimiz yolu geceye kalmadan geçmemizin
gerektiğini düşünerek hemen İslamabada dönmek için yeniden yola koyulduk.
Gece yarısına doğru otele
gelebildik, oldukça yorgun düşmüştük,
ertesi gün yoğun bir program bizi bekliyordu.
Kısa bir sürede
incelemelerimizi tamamladık, dönüyorduk
uçağımız Karaçiden kalkacaktı, Büyükelçi
ile vedalaşırken Karaçi’ye uğrayacağımızı öğrenince, Konsolosluktan Ankara’ya
gitmesi gereken kriptoları götürmemizi
rica edince, Konsolosumuz Sedat Erden Bey’den
alarak Ankara’ya geldik, emaneti Dışişleri Bakanlığı görevlilerine teslim
ettikten sonra eve döndüm…