20 Ağustos 2020 Perşembe

BARFİKS, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU

                                      BARFİKS

      Cumhuriyetimizin kurulmasıyla birlikte pek çok yeniliğin yanında ulusal bayramlarımız da yeniden şekillendirilmişti. Buna göre;
      23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı
      19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı ...
      30 Ağustos Zafer Bayramı
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ...
   Bu bayramlar Türkiye’nin tüm il ve ilçelerinde “Zafer Takları” kurulup, büyük bir coşku ile kutlanıyordu.
 Ahlat’ta da her ulusal bayramda ülkenin her yerinde olduğu gibi kentin en merkezi yerinde sabah kalktığımızda erkenden yapılmış bir “Zafer Takı” ile karşılaşıyorduk. Bu muhteşem görüntüyü görünce o günün çok renkli ve hareketli geçeceğini biliyorduk.
    Ancak bu bayramlardan ilk ikisinde kutlamalar diğerlerinden çok farklı bir biçimde  gerçekleşiyordu. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramında çocuklar, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramında ise gençler yapılan törenlerin ana unsurları olarak görev alıyorlardı.
   Böylece daha küçük yaştan itibaren çocuklara ve gençlere vatan, millet, cumhuriyet  sevgisi ve kavramları aşılanmaya çalışılıyordu.
  Örneğin, 23 Nisan Bayramı törenlerine bütün ilkokullar hazırladıkları değişik ve çok renkli gösterilerle renk katıyorlardı.
     Resmi Geçit sırasında, Zafer Takı’nın altından geçerken yeteneklerini sergiliyor,  büyük bir heyecan fırtınası içinde üstlendikleri görevi en iyi bir biçimde yerine getirmenin hazzını yaşıyorlardı.
    Ben, ilkokul ilk sınıflarında iken bu gösterilere “çember”imle katılıyordum, ileriki sınıflarda ise “Trampet Takımı”na terfi etmiş orada görevimi yapıyordum.
     Ortaokulda ise kapsam biraz daha genişliyor, törenlerde “Yer Hareketleri”,Kasa Hareketleri” ve “Minder Hareketleri” olarak gerçekleştiriliyor ve daha büyük bir anlam kazanıyordu.
     Bitlis Lisesi’ndeki Beden Eğitimi Öğretmenimiz Nihat Boydaş, çok kapasiteli, donanımlı, bilgili ve yetenekleri ile biz öğrencilerin rol modeli olmuştu. Çoğumuz, onun gibi giyinmek, onun gibi spor yapabilmek, onun gibi iyi yazı yazabilmek, onun gibi iyi resim yapabilmek için yarışıyorduk. Her alanda bizim ufkumuzu açıyor, yeni gelişmeler ile bizleri tanıştırıyordu.
      1964 Yılının 19 Mayıs törenleri sırasında Bitlis’in  Futbol Sahası’nda tören alanına iki direk dikildi, üzerine de bir boru bağlandı, törene katılan subaylardan biri bu düzenek üzerinde bazı hareketler yapmaya başladı, Bitlis Lisesi’nin tüm öğrencileri olarak hepimiz soluğumuzu tutmuş, hayranlıkla bu hareketleri izlemiştik.

Prof.Dr.Nihat Boydaş Resmi Reçit Töreninde
Soluğu Nihat Boydaş Hoca’nın huzurunda aldık, ilk olarak  gördüğümüz bu hareketlerin ne olduğunu nasıl yapıldığını sorduk. Bu sporun adını kullanılan aletten aldığını ve bu aletin adının da “Barfiks” olduğunu anlattı bize.
      Barfiks, benim aklımı başımdan almıştı, rüyalarıma girmeye başladı, durumu yakın arkadaşım Tahsin Yaşar Öztürk’e anlattım, baktım o benden daha heyecanlı ve tutkun. Ne var ki bu aleti nereden ve nasıl sağlayacağız diye kara kara düşünmeye başladık. Hiçbir şansımızın olmadığını ikimiz de biliyorduk.
      Okullar tatil oldu, Ahlat’a döndük. Ama “Barfiks” benim rüyalarımdan çıkmıyor, yanıp tutuşuyorum, ne yapıp edip bu sporu yapmalıyım diye sürekli bir arayış içinde dolanıp duruyorum.
      Böyle umutsuz bir halde çevreyi araştırırken, “tardır evi”ni bir karıştırayım dedim ve içeri girdim. Sağı solu kurcalarken elime bir “küskü” geldi.  “küskü” nedir diyeceksiniz, doğal olarak, “küskü”, büyük kaya ve taş kütlelerini parçalayıp ayırmak için kullanılan, ucu sivrileştirilmiş, kalınca ve yaklaşık bir buçuk metre uzunluğunda bir demir parçası.
      Tam benim arayıp ta bulamadığım “Barfiks”in üst parçası, toz toprak içinde. Define bulmuş gibi sevinçle aldım tulumbanın başına götürüp bir güzel yıkadım, pırıl pırıl yaptım.
      Ancak bunun yeterli olmadığını biliyorum,  bunu bağlayacak iki de direk gerekiyor, kara kara düşünmeye başladım, bu sorunu nasıl çözeceğim diye.
      Ahlat Belediye’si kentin caddelerini ağaçlandırırken ben de merakla seyrediyordum. Bir kenara atılmış bir dal parçası gördüm, elime alıp oynaya oynaya eve geldim. Aklıma onu bahçeye dikmek geldi. Küçük bir çukur kazıp, o dal parçasını toprağa dikip, biraz da su döktüm. Yıllar sonra kocaman bir ağaç olmuştu.
      Sağda soldu direk ararken bu akasya ağacı dikkatimi çekti, oldukça sağlam bir duruşu vardı, bunu direk olarak kullanabileceğim aklıma yattı. Şimdi ikinci direğe sıra gelmişti, bunu da bulmalıydım, “Barfiks” aşkı böyle gerektiriyordu.
      Çevredeki bağ ve bahçeleri arayarak direk olabilecek bir ağaç arayışım birkaç gün sürdü, sonunda dayımın budadığı ağaçların arasında bu işi görecek bir ağaç bulup getirdim, akasya ağacının bir buçuk metre kadar yakınına derin bir çukur açarak direği diktim. Sağlam olması için de çevresini çakıl taşlarıyla sıkılaştırdım. Sıra bu ikin ağaç arasına iki metre yükseklikte yere paralel olarak “küskü”yü sıkı bir biçimde monte etmeye gelmişti.
      Doğruca babamın nalbant dükkanına gittim, iki tane at nalını dikdörtgen şeklinde keserek ve üzerlerine dörder delik açarak getirdim “küskü”yü iki ağacın arasına kocaman çivilerle sıkıca monte ettim.  Ve başladım “barfiks” üzerinde gelişigüzel hareketler yapmaya.
Önde Cemil Yıldız arkada Dilaver Baysal arkada
İlhami Nalbantoğlu arkada Vecihi Güney
19 Mayıs 
      Çünkü bu konuda herhangi bir bilgim yoktu ve ne tür hareketler  yapılması gerektiğini bilmiyordum. Akşama kadar bu şekilde oyalandım. Akşam babamın geldiğinde nasıl karşılayacağı konusunda endişeliydim, ya kızarsa diye.
      Korktuğum başıma geldi, babam akşam yorgun argın eve geldiğinde bahçedeki “Barfiks”i görünce deliye döndü, esti, gürledi ve “Barfiks”i söküp attı, darmadağın etti.
      Ertesi sabah babamın işe gitmesinin ardından ben yeniden işe koyuldum ve birkaç saat içinde “Barfiks”i yeniden kurup hareketler yapmaya başladım. Akşam babam geldiğinde aynen ilk günde olduğu gibi her şeyi darmadağın etti
      Ertesi sabah ben gene bir önceki gün olduğu gibi yeniden kurup akşama kadar spor yaptım. Günlerce babam söktü ben yaptım, babam söktü ben yeniden yaptım, sonunda babam  benim tutkum karşısında pes etti ve ben spor yapmaya devam ettim.
      Hiçbir kimseden hiçbir bilgi edinmeden kendi kendime çeşitli hareketler yapmayı öğrendim. Benim yaptıklarımı gören okul arkadaşım Tahsin Yaşar Öztürk de kendi evlerinin bahçesinde benzer bir “barfiks” kurmayı başarmıştı.
      Kimi gün bizim bahçede, kimi gön de onların bahçesinde birlikte “barfiks” çalışarak öğrendiğimiz hareketleri zenginleştiriyorduk.
      O sıralarda bir Pazar günü Muhtar Abdurrahman dayımın kızı Nurten Hanımın düğünü vardı, ben de annemle birlikte düğüne gitmiştim. Düğün davetlileri dayımların bahçesinde toplanmış, düğün yerine başka bir olayla ilgileniyorlardı.
      Merak edip oraya yöneldim, bir de ne göreyim, dayımın oğlu Naci Akpolat, bahçedeki iki kavak ağacının arasına bir boru monte ederek yaptığı “barfiks” üzerinde birbirinden güzel hareketler yaparak, tüm davetlileri çevresinde toplamıştı.
      Böylece benim arayıp da bulamadığım fırsatın tam ortasına düşmüştüm, sevinçten havalara uçuyordum. Yüksek bir yere çıkıp onun yaptığı tüm hareketleri bir kayıt cihazına kaydeder gibi beynime kaydettim. İlk işim orada öğrendiklerimi gidip kendi bahçemdeki “barfiks”te denemek oldu.
      Artık pek çok yeni ve değişik hareketler yapabiliyordum. Bir yaz akşamında yorgun argın eve dönen babamın bahçede yemek yediği bir sırada tırmandım  “barfits”e öğrendiğim hareketleri birer birer yapmaya başladım.
Ben beceremedim ama torunum Ayşe Beliz barfikste
Türkiye İkinciliği derecesi ve madalyaları ile gururlandırdı
      O benim yaptığım “barfiks”i her gün yerinden söküp kenara atan sevgili babamın bana çaktırmadan yüzünde beliren gurur ve mutluluk belirtilerini yaşamım boyu  hep yüreğimde taşıyıp durdum. Bana tek söylediği, o en riskli hareketleri yapmamam olmuştu.
      Artık Tahsin Yaşar Öztürk ile birlikte iyi birer sporcu olmuştuk, yaz aylarında bunun keyfini iyice çıkarıyorduk.
      Ben sadece “barfiks”le değil, yüzme ve maraton koşusu ile de ilgileniyordum. 1 Temmuz günü Tatvan’da yapılan Deniz Bayramı yüzme yarışlarında, yüz metre sürat yarışında Şemsettin Bilgiç ile başa baş yarışırken bir omuz darbesi ile birinciliği ona kaptırmıştım. 
      Daha nefesimi almadan bu yarışın hemen ardından yapılan iki yüz metre mukavemet yarışında ise yorgunluğuma rağmen gene ikinci olarak yarışı tamamlamıştım.
      Bitlis'te 19 Mayıs  törenleri kapsamında  yapılan Kros Koşusunda değerli arkadaşım Mensur Tunç ile başa baş finiş ipine yaklaşırken arkadaşımın bir dirseği ile kendimi hemen yanı başımdaki uzun atlama kum havuzunda bulmuş, birinciliği ona kaptırmıştım.
      Liseyi bitirdikten sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümünde sınav açılmıştı. Sınav günü erkenden okulun bahçesinde sınav saatinin gelmesini beklerden, yakışıklı bir arkadaş yanıma sokuldu.  Tanıştık, o da sınava girecekti, sınav saatine kadar bahçede sohbet ettik.
       Sınav sırasında yan yana oturduk, önümüze bir saksı çeciği konulmuştu. Kara kalem olarak onun resmini yapmamız belirtildi. Ben kısa sürede resmi yapıp sürenin dolmasını bekliyordum.
      Arkadaşım bir çizgi dahi atmamıştı, üzgün bir biçimde “bana yardım eder misin?” diye sordu ve kağıdını bana uzattı. Onu kıramayıp, kağıdı önüme alıp kısa sürede bir şeyler karalayıp öğretmenlere yakalanmadan kendisine uzattım.
      Ertesi gün sonuçlar açıklanmıştı, tesadüfen o arkadaşla okulun bahçesinde karşılaştık ve birlikte sonuçların açıklandığı listede isimlerimizi aramaya başladık.
      Ne ilginçtir, onun adı listede yer alıyordu, ben ise sınavı kazanamamıştım.
      Gerek “barfiks”te gerekse  yüzme, koşu ve diğer branşlarda yeteneği olan gençlerin önünü açıp daha  büyük hedeflere   ulaşmalarına olanak sağlanamadığı için çok yetenekli gençlerimizin körelip gittiğini yıllar boyu dile getirmiş olmamıza karşın hiçbir  kişi, kurum   ya da kuruluştan bir elin uzatılmadığını üzülerek belirtmeden geçemeyeceğim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ilaminal71@gmail.com