BARFİKS
Cumhuriyetimizin
kurulmasıyla birlikte pek çok yeniliğin yanında ulusal bayramlarımız da yeniden
şekillendirilmişti. Buna göre;
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk
Bayramı
19 Mayıs
Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı ...
30 Ağustos
Zafer Bayramı29 Ekim Cumhuriyet
Bayramı ...
Bu bayramlar
Türkiye’nin tüm il ve ilçelerinde “Zafer
Takları” kurulup, büyük bir coşku ile kutlanıyordu.
Ahlat’ta da
her ulusal bayramda ülkenin her yerinde olduğu gibi kentin en merkezi yerinde
sabah kalktığımızda erkenden yapılmış bir “Zafer
Takı” ile karşılaşıyorduk. Bu muhteşem görüntüyü görünce o günün çok renkli
ve hareketli geçeceğini biliyorduk.
Ancak bu
bayramlardan ilk ikisinde kutlamalar diğerlerinden çok farklı bir biçimde gerçekleşiyordu. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve
Çocuk Bayramında çocuklar, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramında
ise gençler yapılan törenlerin ana unsurları olarak görev alıyorlardı.
Böylece daha
küçük yaştan itibaren çocuklara ve gençlere vatan, millet, cumhuriyet sevgisi ve kavramları aşılanmaya
çalışılıyordu.
Örneğin, 23
Nisan Bayramı törenlerine bütün ilkokullar hazırladıkları değişik ve çok renkli
gösterilerle renk katıyorlardı.
Resmi Geçit
sırasında, Zafer Takı’nın altından geçerken yeteneklerini sergiliyor, büyük bir heyecan fırtınası içinde
üstlendikleri görevi en iyi bir biçimde yerine getirmenin hazzını yaşıyorlardı.
Ben, ilkokul
ilk sınıflarında iken bu gösterilere “çember”imle
katılıyordum, ileriki sınıflarda ise “Trampet
Takımı”na terfi etmiş orada görevimi yapıyordum.
Ortaokulda
ise kapsam biraz daha genişliyor, törenlerde “Yer Hareketleri”, “Kasa
Hareketleri” ve “Minder Hareketleri”
olarak gerçekleştiriliyor ve daha büyük bir anlam kazanıyordu.
Bitlis
Lisesi’ndeki Beden Eğitimi Öğretmenimiz Nihat Boydaş, çok kapasiteli,
donanımlı, bilgili ve yetenekleri ile biz öğrencilerin rol modeli olmuştu.
Çoğumuz, onun gibi giyinmek, onun gibi spor yapabilmek, onun gibi iyi yazı
yazabilmek, onun gibi iyi resim yapabilmek için yarışıyorduk. Her alanda bizim
ufkumuzu açıyor, yeni gelişmeler ile bizleri tanıştırıyordu.
1964 Yılının
19 Mayıs törenleri sırasında Bitlis’in
Futbol Sahası’nda tören alanına iki direk dikildi, üzerine de bir boru
bağlandı, törene katılan subaylardan biri bu düzenek üzerinde bazı hareketler
yapmaya başladı, Bitlis Lisesi’nin tüm öğrencileri olarak hepimiz soluğumuzu
tutmuş, hayranlıkla bu hareketleri izlemiştik.
Prof.Dr.Nihat Boydaş Resmi Reçit Töreninde |
Barfiks,
benim aklımı başımdan almıştı, rüyalarıma girmeye başladı, durumu yakın
arkadaşım Tahsin Yaşar Öztürk’e anlattım, baktım o benden daha heyecanlı ve
tutkun. Ne var ki bu aleti nereden ve nasıl sağlayacağız diye kara kara
düşünmeye başladık. Hiçbir şansımızın olmadığını ikimiz de biliyorduk.
Okullar tatil
oldu, Ahlat’a döndük. Ama “Barfiks”
benim rüyalarımdan çıkmıyor, yanıp tutuşuyorum, ne yapıp edip bu sporu
yapmalıyım diye sürekli bir arayış içinde dolanıp duruyorum.
Böyle umutsuz
bir halde çevreyi araştırırken, “tardır
evi”ni bir karıştırayım dedim ve
içeri girdim. Sağı solu kurcalarken elime bir “küskü” geldi. “küskü” nedir diyeceksiniz, doğal
olarak, “küskü”, büyük kaya ve taş
kütlelerini parçalayıp ayırmak için kullanılan, ucu sivrileştirilmiş, kalınca
ve yaklaşık bir buçuk metre uzunluğunda bir demir parçası.
Tam benim
arayıp ta bulamadığım “Barfiks”in
üst parçası, toz toprak içinde. Define bulmuş gibi sevinçle aldım tulumbanın
başına götürüp bir güzel yıkadım, pırıl pırıl yaptım.
Ancak bunun
yeterli olmadığını biliyorum, bunu
bağlayacak iki de direk gerekiyor, kara kara düşünmeye başladım, bu sorunu
nasıl çözeceğim diye.
Ahlat
Belediye’si kentin caddelerini ağaçlandırırken ben de merakla seyrediyordum.
Bir kenara atılmış bir dal parçası gördüm, elime alıp oynaya oynaya eve geldim.
Aklıma onu bahçeye dikmek geldi. Küçük bir çukur kazıp, o dal parçasını toprağa
dikip, biraz da su döktüm. Yıllar sonra kocaman bir ağaç olmuştu.
Sağda soldu
direk ararken bu akasya ağacı dikkatimi çekti, oldukça sağlam bir duruşu vardı,
bunu direk olarak kullanabileceğim aklıma yattı. Şimdi ikinci direğe sıra
gelmişti, bunu da bulmalıydım, “Barfiks”
aşkı böyle gerektiriyordu.
Çevredeki bağ
ve bahçeleri arayarak direk olabilecek bir ağaç arayışım birkaç gün sürdü,
sonunda dayımın budadığı ağaçların arasında bu işi görecek bir ağaç bulup
getirdim, akasya ağacının bir buçuk
metre kadar yakınına derin bir çukur açarak direği diktim. Sağlam olması için
de çevresini çakıl taşlarıyla sıkılaştırdım. Sıra bu ikin ağaç arasına iki
metre yükseklikte yere paralel olarak “küskü”yü
sıkı bir biçimde monte etmeye gelmişti.
Doğruca babamın nalbant dükkanına gittim,
iki tane at nalını dikdörtgen şeklinde keserek ve üzerlerine dörder delik
açarak getirdim “küskü”yü iki ağacın
arasına kocaman çivilerle sıkıca monte ettim.
Ve başladım “barfiks”
üzerinde gelişigüzel hareketler yapmaya.
Önde Cemil Yıldız arkada Dilaver Baysal arkada İlhami Nalbantoğlu arkada Vecihi Güney 19 Mayıs |
Çünkü bu konuda herhangi bir bilgim yoktu
ve ne tür hareketler yapılması
gerektiğini bilmiyordum. Akşama kadar bu şekilde oyalandım. Akşam babamın
geldiğinde nasıl karşılayacağı konusunda endişeliydim, ya kızarsa diye.
Korktuğum başıma geldi, babam akşam
yorgun argın eve geldiğinde bahçedeki “Barfiks”i
görünce deliye döndü, esti, gürledi ve “Barfiks”i
söküp attı, darmadağın etti.
Ertesi sabah babamın işe gitmesinin
ardından ben yeniden işe koyuldum ve birkaç saat içinde “Barfiks”i yeniden kurup hareketler yapmaya başladım. Akşam babam
geldiğinde aynen ilk günde olduğu gibi her şeyi darmadağın etti
Ertesi sabah ben gene bir önceki gün
olduğu gibi yeniden kurup akşama kadar spor yaptım. Günlerce babam söktü ben
yaptım, babam söktü ben yeniden yaptım, sonunda babam benim tutkum karşısında pes etti ve ben spor
yapmaya devam ettim.
Hiçbir kimseden hiçbir bilgi edinmeden
kendi kendime çeşitli hareketler yapmayı öğrendim. Benim yaptıklarımı gören
okul arkadaşım Tahsin Yaşar Öztürk de kendi evlerinin bahçesinde benzer bir “barfiks” kurmayı başarmıştı.
Kimi gün bizim bahçede, kimi gön de
onların bahçesinde birlikte “barfiks”
çalışarak öğrendiğimiz hareketleri zenginleştiriyorduk.
O sıralarda bir Pazar günü Muhtar
Abdurrahman dayımın kızı Nurten Hanımın düğünü vardı, ben de annemle birlikte
düğüne gitmiştim. Düğün davetlileri dayımların bahçesinde toplanmış, düğün
yerine başka bir olayla ilgileniyorlardı.
Merak edip oraya yöneldim, bir de ne
göreyim, dayımın oğlu Naci Akpolat, bahçedeki iki kavak ağacının arasına bir
boru monte ederek yaptığı “barfiks”
üzerinde birbirinden güzel hareketler yaparak, tüm davetlileri çevresinde
toplamıştı.
Böylece benim arayıp da bulamadığım
fırsatın tam ortasına düşmüştüm, sevinçten havalara uçuyordum. Yüksek bir yere
çıkıp onun yaptığı tüm hareketleri bir kayıt cihazına kaydeder gibi beynime
kaydettim. İlk işim orada öğrendiklerimi gidip kendi bahçemdeki “barfiks”te denemek oldu.
Artık pek çok yeni ve değişik hareketler
yapabiliyordum. Bir yaz akşamında yorgun argın eve dönen babamın bahçede yemek
yediği bir sırada tırmandım “barfits”e öğrendiğim hareketleri birer
birer yapmaya başladım.
Ben beceremedim ama torunum Ayşe Beliz barfikste Türkiye İkinciliği derecesi ve madalyaları ile gururlandırdı |
O benim yaptığım “barfiks”i her gün yerinden söküp kenara atan sevgili babamın bana
çaktırmadan yüzünde beliren gurur ve mutluluk belirtilerini yaşamım boyu hep yüreğimde taşıyıp durdum. Bana tek
söylediği, o en riskli hareketleri yapmamam olmuştu.
Artık Tahsin Yaşar Öztürk ile birlikte
iyi birer sporcu olmuştuk, yaz aylarında bunun keyfini iyice çıkarıyorduk.
Ben sadece “barfiks”le değil, yüzme ve maraton koşusu ile de ilgileniyordum. 1
Temmuz günü Tatvan’da yapılan Deniz Bayramı yüzme yarışlarında, yüz metre sürat
yarışında Şemsettin Bilgiç ile başa baş yarışırken bir omuz darbesi ile
birinciliği ona kaptırmıştım.
Daha nefesimi almadan bu yarışın hemen
ardından yapılan iki yüz metre mukavemet yarışında ise yorgunluğuma rağmen gene
ikinci olarak yarışı tamamlamıştım.
Bitlis'te 19 Mayıs törenleri kapsamında yapılan Kros Koşusunda değerli arkadaşım
Mensur Tunç ile başa baş finiş ipine yaklaşırken arkadaşımın bir dirseği ile
kendimi hemen yanı başımdaki uzun atlama kum havuzunda bulmuş, birinciliği ona
kaptırmıştım.
Liseyi bitirdikten sonra Ankara Gazi
Eğitim Enstitüsü Resim Bölümünde sınav açılmıştı. Sınav günü erkenden okulun
bahçesinde sınav saatinin gelmesini beklerden, yakışıklı bir arkadaş yanıma
sokuldu. Tanıştık, o da sınava
girecekti, sınav saatine kadar bahçede sohbet ettik.
Sınav sırasında yan yana oturduk, önümüze
bir saksı çeciği konulmuştu. Kara kalem olarak onun resmini yapmamız
belirtildi. Ben kısa sürede resmi yapıp sürenin dolmasını bekliyordum.
Arkadaşım bir çizgi dahi atmamıştı,
üzgün bir biçimde “bana yardım eder
misin?” diye sordu ve kağıdını bana uzattı. Onu kıramayıp, kağıdı önüme
alıp kısa sürede bir şeyler karalayıp öğretmenlere yakalanmadan kendisine
uzattım.
Ertesi gün sonuçlar açıklanmıştı,
tesadüfen o arkadaşla okulun bahçesinde karşılaştık ve birlikte sonuçların
açıklandığı listede isimlerimizi aramaya başladık.
Ne
ilginçtir, onun adı listede yer alıyordu, ben ise sınavı kazanamamıştım.
Gerek “barfiks”te gerekse yüzme,
koşu ve diğer branşlarda yeteneği olan gençlerin önünü açıp daha büyük hedeflere ulaşmalarına olanak sağlanamadığı için çok
yetenekli gençlerimizin körelip gittiğini yıllar boyu dile getirmiş olmamıza
karşın hiçbir kişi, kurum ya da kuruluştan bir elin uzatılmadığını
üzülerek belirtmeden geçemeyeceğim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
ilaminal71@gmail.com