7 Mart 2018 Çarşamba

BAŞBAKANLIK MEMURU!.. AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İLHAMİ NALBANTOĞLU

BAŞBAKANLIK MEMURU!..
Başbakanlıkta İlk Yıllarda
Ernis Öğretmen Okulu’nu bitirmiş, Bolu’nun Mengen İlçesi İlyaslar Köyü’ne öğretmen olarak atanmıştım.  Babam her ne kadar da olsa, tayinimi Ahlat’a çıkmasını istemiş olmasına karşın, adımın baş harfi olan ”İ” harfinden esinlenerek, aynı harfle başlayan üç ili istemiştim.  Tayinim Bolu İli Mengen İlçesi İlyaslar Köyü’ne çıkmıştı. Baş harfi tercihimi, il ve ilçe bazında olmasa da köy bazında  tutturabilmiştim. Sevinç ve heyecanla pılımı-pırtımı toplayarak zemheri bir kış gününde Tatvan’dan  İlyaslar Köyü’ne varmak için trenle yola koyulmuştum.
Sömestri tatili dönüşü olduğu için trende benden başka Ahlatlı üniversite öğrencileri ile birlikte neşeli bir yolculuk gerçekleştiriyorduk. Aynı kompartmanda bizlerden oldukça yaşlı bir bey daha vardı. Sürekli okuyordu, ancak iyi bir gözlemciydi, bize fark ettirmemeye çalışarak dikkatle bizi izliyordu. Yolculuğumuzun sonuna doğru bana birkaç soru sorarak, bazı bilgiler edindi. Sonunda asıl amacını açıkladı. Beni çok beğendiğini, boş zamanlarım olursa değerlendirip değerlendirmek isteyip istemediğimi sordu, amacıma uygun olduğunu düşünerek kabul ettim. Bana adresini verdi, trenden indikten sonra Bolu’ya gidebilmem için beni Ankara Rüzgarlı Sokak’taki otobüs terminaline götürüp Bolu otobüsüne binmeme yardımcı oldu.
Yol yordam bilmediğim için,  Mengen’e Ankara’dan gitmek varken, önce Bolu’ya gitmiş. Oradan Mengen’e gelebilmek için bin bir meşakkatle karşılaşmıştım. Oysa Ankara’dan Mengen’e gitmek çok daha kolaymış ki sonradan öğrendim.
Mengen’e geldikten sonra İlyaslar Köyü’nü araştırdım, gittikleri bir kahve olduğunu öğrendim, kahvedekilere İlyaslar Köyü’nü sorduğumda, benim yeni öğretmen olarak geldiğimi hemen anladılar.
Meğer, İlyaslarlılar okullarının öğretmensiz kalmasından oldukça rahatsızlarmış, Milli Eğitim Bakanlığına  bizzat giderek okullarına  ısrarla öğretmen istemişler ve  atamayı yaptırıp, adımı öğrenmiş öyle köylerine dönmüşler. Ben yeni öğretmenim diyince bana hemen adımı söylediklerinde şaşırıp kalmıştım.
İlyaslar halkı öğretmene çok önem verdiklerini her hallerinden belli ediyorlardı. Orada kaldığım birkaç aylık bir süre içinde inanılmaz bir ilgi gördüm. Bu ilgi ve dostluk yıllar boyunca daha da gelişerek devam etti. 
Kış ortasında başladığım İlyaslar İlkokulu öğretmenliği görevimden, okullar tatil olur olmaz, stajyerliğimi bile tamamlamadan istifa edip Ankara’ya dönmüştüm.
Memuriyet Yıllarında
Ankara’da Kızılay Ataç Sokak’taki Van Öğrenci Yurdunda kalıyordum. Ankara’ya gelince ilk işim, Tatvan’dan bindiğim trende tanıştığım Cemalettin Kantarcıoğlu’nu ziyaret etmek oldu.
Ulus Anafartalar Caddesindeki bürosunda beni sıcak karşıladı, hemen o gün işe başladım. Ne yapacağımı bilmiyordum, “birkaç gün gel git ortamı izle sonra konuşuruz” dedi.
Kütahya Emetli  İbrahim adlı bir üniversite öğrencisi  de orada çalışıyordu. Büro dışındaki işlerini yaparken beni de yanına alıyor, Ankara’yı tanımama yardımcı oluyordu. İbrahim bir süre sonra Elektrik Mühendisi olarak mezun olup ayrılmıştı. Bir daha karşılaşmak nasip olmadı.
Kent haritaları yaptıkları için Ankara’da  sıklıkla uğradığı yerler İmar İskan Bakanlığı’nın Necatibey Caddesindeki binası ile Konur Sokaktaki Harita Tersimat Bürosu’ydu.ilk tanıdığım yerler.
Bir süre sonra  kent haritasının yapımı için  harita ekibi ile Bilecik’e gittik. Teknik ölçüm ve çizim işinde çok başarılı oldum. İş sezonu bitince Ankara’ya döndük. Çizim işinde başarılı olduğumu gören Cemalettin Bey, beni Harita Tersimat Bürosu’nda görevlendirdi.
Yaz aylarında arazide yapılan ölçüm ve çizimler kış aylarında paftalara çizilerek harita haline getiriliyordu. Kısa sürede burada da başarılı olunca artık bir kısım imtiyazları kullanmaya başlamıştım. Artık pazartesi günlerini izin günüm olarak kullanmaya başladım. Pazar günleri tek başıma çalışıyor, pazartesi günlerini de daha iyi bir iş bulabilmek için çabalıyordum. Her kuruma, her bakanlığa iş ile ilgili başvurularda bulunuyordum.
Bir gün, Başbakanlık’ta bir Ahlatlı’nın çalıştığını duydum, hemen soluğu orada aldım, sordum soruşturdum makamına çıktım.
Adı Nusret Akdoruk, Ahlatlı, Başbakanlık Personel Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yapıyor.
Ahlat’ı hiç hatırlamıyor. Rus işgali sırasında ailesini kaybetmiş, Devlet kimsesiz çocukları toplayıp Kayseri’deki Sübyan Okulu’nda okutturmuş, iş güç sahibi yapmış, Nusret Bey’de onlardan biri, zeki ve çalışkan okumuş, bu makama kadar yükselmiş.
Ahlat’ta akrabaları var,  Saz Ailesi, hem de bizim kapı komşularımız, onları sordu, anlattım, duygulandı. Yolu hiç Ahlat’a düşmemiş, ama içinde derin bir  sıla özlemi olduğu her halinden belli. Beni çok iyi karşıladı, bir nevi özlem giderdi. Durumu anlattım, hemen bana bir dilekçe yazdırıp işleme koydurttu. Birkaç gün sonra beni çağırdılar, göreve başlatacaklardı, o dönem Başbakanlık Personel Genel Müdürü olan İsmail Akay’ın beni görmek istediğini söylediler. Makamına girdim, bazı sorular sorduktan sonra bana “Git aşağıda doktor var, seni muayene etsin sonra gel.”
O dönem Başbakanlığın doktorluğunu, sonradan Türkiye’nin “Londra Sağlık Ateşesi” olan, ünlü  kalp uzmanı Dr. Servet Yücel yapıyordu.
Dr. Servet Bey, beni iyice muayene etti, sonra  birkaç kez otur kalk dedi, dediklerini yaptım tekrar dinledi, ikna olmadı, kapıyı açtı, “koridorun sonuna kadar koş-gel” dedi, koşup geldim, yeniden dinledi, şaşkınlık içindeydi, sonuçla ilgili olarak bana bir şey söylemeden “tamam  geldiğin yere git” dedi.
Üzgün bir vaziyette Genel Müdür İsmail Akay Bey’in makamına döndüm, acı gerçeği Genel Müdür açıkladı: “Sen kalp hastasıymışsın, seni işe alamayız.”
Başımdan kaynar sular döküldü, tam işe başlarken bu da nereden çıktı? Derin bir teessürle odadan çıktım, karşımda kırmızı halılarla kaplı uzun bir koridor vardı, ucu görünmüyordu sanki, benim geleceğimin de görünmüyor olduğunu düşündüm.
Binadan çıktıktan sonra, yüzüme çarpan soğuk hava, daha sağlıklı düşünmemi sağladı. Üzülmesine üzüleyim de acaba işe giremediğime mi, yoksa kalp hastası olduğuma mı üzüleyim bilemedim.
Süleyman Demirel ile...
O yıllarda yeni açılan ve  Türkiye’nin değil Ortadoğu’nun ve Balkanların en mükemmel hastanelerinden biri olduğu söylenen Hacettepe Hastanesi geldi aklıma. O üzüntüyle kendimi Hastanenin Kalp Hastalıkları Bölümü’nün önünde buldum. Genç ve yakışıklı bir doktor karşıladı beni, durumum sordu anlattım. Hemen beni odasına aldı, muayene etti, yandaki arkadaşlarını çağırdı, onlara da dinlettirdi. Sonuçtan iyice emin olmuştu, başladı benimle şakalaşmaya. “Eee başka ne dedi?..  şeklindeki ifadelerle benim stresimi gidermeye çalıştı. Yumuşak tavırları beni yüreklendirmişti, “o zaman bana sağlıklı olduğuma dair bir rapor verebilir misiniz?” şeklindeki sorumu ikiletmeden yazıp imzalayıp elime tutuşturdular. Sevinçten havalara uçuyordum, hızlı adımlarla çalıştığım büroya döndüm, sakin bir odaya geçip, elime bir kaligrafi kalemi  ve bir beyaz kağıt alıp yazmaya başladım:
         Sayın Süleyman Demirel
            Başbakan-Ankara
           Anadolu’nun en ücra köşelerinden birinden Ankara’ya okumak için gelmiş fakir bir ailenin çocuğuyum. Ailemin beni okutma gücü olmadığı için kendi çabamla okuma durumundayım. Bunun için çeşitli kurumlara başvurarak bir iş bulmak zorundayım.
Başbakanlık’ta beni işe alacaklarını söylediler ancak sağlık muayenesi için doktora gönderiler ve doktor kalp sorunum olduğunu belirterek  işe alınamayacağımı bildirdi. Bunun üzerine Hacettepe Hastanesi Kalp Bölümü’nden aldığım ve ekte sunduğum raporda bunun gerçek olmadığı belirtildi. Bu durumda içine girdiğim  zor durumdan kurtarılmam için gereğinin yapılmasını saygılarımla arzederim.
         Efendim.”
şeklindeki ifadelerle durumumu anlatmaya çalıştım.
Yazdığım mektubu beyaz bir  zarfa koydum, üstüne; “Sayın Başbakan  tarafından açılması ricasıyla” ibaresini yazarak  bunu da sarı bir başka zarfa koydum ve üstüne “Sayın Süleyman Demirel-Başbakan-Ankara” yazıp iadeli taahhütlü olarak postaya verdim.
 Başbakanlık Müsteşarı Hasan Celal Güzel ile...
  Kızılay Ataç Sokak 52 numaralı  apartmanda bulunan “Van Erkek Öğrenci Yurdu”nda kaldığım için buranın adresini vermiştim. Konur Sokak 10 numaralı apartmanda çalıştığım için öğlen tatili aralarında çok yakın bir mesafede olan Van Öğrenci Yurdu’na geliyor, bir süre burada bekleyip, bana bir cevap gelip gelmediğini kontrol ediyordum.
Bir Cuma günüydü ben yurdun kapısında beklerken bir postacı şimşek gibi yurdun bahçe kapısından hızla içeri girdi, ben de hemen arkasından koştum acaba bana mı geliyor dercesine.
Gerçekten de Postacı bana geliyormuş, elime sarı bir zarf tutuşturdu ve defterindeki bir yeri imzalamamı istedi, imzaladım gitti. Heyecanla zarfı açtım, Başbakanlık Müsteşar Vekili rahmetli Muslih Fer imzalı yazıda; “Acele olarak Başbakanlık Personel Genel Müdürlüğüne  gelmenizi rica ederim.”  ibaresini görür görmez,  sarı zarf elimde koşarak Babakanlığın yolunu tuttum.  Personel Genel Müdür Yardımcısı Nusret Akdoruk Bey’in odasında soluğu aldım. Beni görür görmez soğuk bir eda ile “haa geldin mi?” diye sordu. Biraz soluklandıktan sonra Nusret Bey bana; “Genel Müdür Bey seninle görüşmek istiyor.” dedi. Anladım gene bir aksilik var. İçimi bir korku kapladı, “acaba bu sefer ne gibi bir engel çıkaracaklar?” diye ödüm koptu.
Gene beni Personel Genel Müdürü İsmail Akay Bey’in  odasına çıkardılar. Korkak ve çekingen bir tavırla, titreyerek ne diyecek diye beklerken, korktuğum başıma geldi.
-Sen beni şikayet mi ettin?
-Hayır efendim ben kimseyi şikayet etmedim, sadece hakkımı aradım.
-Hadi bakalım git Kanunlar ve Kararlar Tetkik Dairesinde göreve başla.
         26.02.1969  günüydü,   Başbakanlık Merkez Teşkilatı’nda Kanunlar ve Kararlar Tetkik Dairesi’nde Başbakanlık Memuru olarak göreve başladım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ilaminal71@gmail.com