7 Mayıs 2020 Perşembe

MİLANO, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU


MİLANO
Milano Kent Meydanı
    Milano, kuzey İtalya'nın  Lombardiya bölgesinde bulunmaktadır. Bir milyonu aşkın nüfusuyla Roma’dan sonra İtalya’nın ikinci büyük kentidir.
      İsviçre’de bulunduğum dönemde, bir gün arkadaşım Süleyman Kedicioğlu ile birlikte şehiriçi otobüslerden birine binerek Fransa’nın İsviçre sınırına yakın bir yerleşim merkezine gittik.
      Sınırı geçerken, bir sorun yaşayabilir miyiz diye biraz endişeliydik ama, endişeyi gerektirecek bir durumla karşılaşmadık. Sınır kapısındaki görevli, pasaportlarımızı kontrol etti, biz böylece Fransız topraklarına geçmiş olduk.
      Otobüsün son durağı olan yerde inip meraklı gözlerle çevreyi incelemeye başladık. Burasının bir alışveriş merkezi olduğunu anlamak zor değildi. Küçük ama şirin dükkanlarla doluydu.
   Bunların tamamına yakını parfüm, makyaj malzemeleri, giysi gibi ürünler satıyorlardı. Yakınlarımıza birer küçük armağan aldıktan sonra, çevreyi gezdik, bir yerde karnımızı doyurduktan sonra gene aynı şekilde  otobüse binerek Cenevre’ye döndük.
       Bu sefer programımızda Milano vardı, birkaç gün sonra  biletlerimizi alarak  Cenevre’den trene bindik.  Yeşillikler içinden, tadına doyamadığımız manzaraları seyrederek 3 saatlik bir yolculukla  Milano garında trenden indik.  İsviçre Frankı  burada geçmediği için ilk işimiz İtalyan Lireti almak oldu. İtalya’da enflasyonun çok yüksek olduğunu bildiğimiz için ne kadar Liret almamız gerektiği konusunda tereddüt ediyorduk.
      Yüz İsviçre Frankını döviz bürosundaki görevliye uzattım. Paranın gerçek mi, sahte mi diye  kontrol ettikten sonra, bana karşılığı İtalyan Lireti olan banknotları saymaya başladı. Kocaman bir deste, eskimiş, yıpranmış kirli parayı önüme koydu. Bu kadar parayı görünce, herhalde birkaç gün bize yeter diye düşünmeye başladık.
      Hemen yakınımızda  dondurma satan bir yer gördük, İtalyan dondurmalarının ününü biliyorduk. Buradan birer dondurma alalım böylece paranın alım gücü hakkında bir fikrimiz olur diye düşünerek satıcıdan birer dondurma istedik.  Dondurma ücretinin ne kadar olduğunu   Fransızca sordum. Satıcı  konuşmamı anlamadı, bir kağıda 1750 yazarak bize uzattı.  100 İsviçre Frankı karşılığında aldığımız 3.500 Liretin yarısını bir dondurmaya verince, İtalya’nın ne kadar pahalı,   yüksek enflasyonun ne demek olduğunu anlamış olduk.
      Yeniden  soluğu dövizcinin karşısında  aldık ve bu kez  500’er İsviçre Frankı vererek Liret alıp, Kent merkezine gitmek üzere bir otobüse bindik.
      Otobüste, dört yolcu vardı, arka sıralarda bir erkek öğrenci, ortalarda iki genç bayan ve önlerde de, üstü başı pek iyi görünmeyen ama saçları briyantinli orta yaşta bir adam ayakta duruyordu.
      Otobüs hareket ettikten sonra, bu adam  orta sırada oturan iki bayana çeşitli hareketler yapmaya başladı. Bunu görünce ben ve Süleyman dikkatle adamı izlemeye başladık.  Bir tiyatro sahnesi seyreder gibi adam artistik gösteriler yapıyordu.  Eğiliyor. Bükülüyor, oturuyor kalkıyor, kendini yardan yere atıyor, karşısındaki kızların dikkatini çekmek için  yırtınıyordu. Ama olmuyor. Adam bu hareketleri yapa dursun, bayanlar öyle koyu bir sohbete dalmışlar ki olup bitenleri fark etmiyorlar bile. Ya da görmezlikten geliyor, veya ciddiyetten uzak buldukları için muhatap olmamaya çabalıyorlardı.
      Ben ve Süleyman kendi ülkemizde böyle hareketlere fazla  rastlamadığımız için dikkatimizi çekmişti, acaba İtalya’da hep böyle midir diye düşünmeden de edemedik. İtalyan erkeklerinin çapkın olduklarını biliyorduk ama bu kadarını da beklemiyorduk.
     
Duomo Katedrali
Bir süre sonra otobüs  Milano’nun  merkezi olan meydana yakın bir yerde bizi  indirdi. Cenevre gibi sakin, temiz, güzel bir kentten sonra Milano’da,  ancak İstanbul’da gördüğümüz, büyük bir kalabalık, hareketlilik, canlılık, itiş kakış, gürültü, patırtı, siren sesleri, ambulans sesleri ile karşılayınca bayağı şaşırdık. Sanki İstanbul Sirkeci Meydanındayız, burnuma  deniz ve balık kokuları geliyor, ama burada denizin olmadığını biliyorum.
      Meydanın ortasında Taksim Meydanı benzeri büyükçe bir heykel, çevresinde oturma yerleri, seyyar satıcılar, ortada güvercinler, güvercinlere yem veren insanlar, güvercinlerin arasında yapay bir güvercin de onlarla birlikte uçuyor.
       Dikkatle izliyorum, kenarda oturmuş bir adam, yanı başında duran yapay güvercinlerden birini eline alıp zembereğini kurup havaya fırlatıyor. Havaya fırlayan yapay güvercin, canlı güvercinler gibi kanat çırparak uçuyor. Elli metre kadar uçup yere düşen güvercini takip eden bir genç onu yerden alıp,  uçuran adama götürüyor.
     Satıcının  yanına yaklaştım, farkettirmeden dikkatle izleyerek nasıl uçurduğunu öğrenmeye çalıştım. Çok hoşuma gitti, hemen bir tane satın aldım. Biraz pahalıydı ama almaya değer buldum.
     Meydan’da şaşkın şaşkın sağa sola bakınınca, birden karşımızda muhteşem bir tarihi eser beliriyor, şaşkınlık ve hayranlıkla oraya doğru yürüyoruz.
Burasının Milano’da görülmesi gereken yerler arasında ilk sırada olan ve kesinlikle şehrin en önemli yapısı olan Duomo Katedrali olduğunu öğreniyoruz.  Tarihi eserler açısından oldukça zengin bir ülkeden geldiğimiz için, ister istemez kendi ülkemizdeki tarihi eserler ile bir kıyaslama yapma durumunda kalıyoruz.
    Katedralin önünde bulunan tanıtım bilgilerinden Duamo Katedralinin 1965 yılında ziyarete açıldığını öğreniyoruz.   Eşsiz bir mimari tarza sahip olması ve duvarlarında değerli sanat eseri niteliği taşıyan pek çok heykeli hayranlıkla izliyoruz.
      Dünya Kültür Mirası Listesi’nin üst sıralarında kendine yer bulan bu muhteşem eserin karşısına geçip, bu güzelliği hayranlıkla izliyoruz. Bunu seyrederken  bir tarih hazinesi olan kendi ülkemin muhteşem eserleri, bir sinema şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor.
       Ahlat’ın yetiştirdiği dünya ölçeğinde ünlü  mimar Hürrem Şah’ın eseri Divriği Ulu Cami geliyor gözlerimin önüne, Ahlat’taki Selçuklu eserleri, kümbetler, dünyanın en büyük İslam mezarlığı, çocukluğumun içinde geçtiği Erzen Hatun Kümbeti geliyor.   Dünyaca ünlü mimarımız Mimar Sinan’ın eseri Selimiye Camii,  Süleymaniye Camii, Topkapı Sarayı, Çırağan Sarayı gibi daha pek çok muhteşem eser dizi dizi geçiyor gözümün önünden.
      Bitlis’teki Küfrevi Türbesi’nin, dönemin Padişahı Sultan Abdülhamit tarafından İtalyan mimar Alberto’ya yaptırıldığını anımsıyorum. Böylece, sanatta ve mimaride İtalyan etkisinin İstanbul ile sınırlı kalmayıp, Anadolu’ya da yayıldığını düşünüyorum..
    Osmanlı döneminde İstanbul’da yaptırılan pek çok eserde İtalyan mimarlarının imzalarının olduğunu,  Büyük kumandan Fatih Sultan Mehmet’in  ünlü İtalyan ressam Bellini’ye portresini yaptırdığını anımsadım. Türk mimarisinin ve başta resim olmak üzere sanatının İtalyan sanatından büyük ölçüde etkilendiği gerçeği ile yüzleştim.
      Katedral,  oldukça geniş bir alanı kaplıyor,  Avrupa'daki en büyük dördüncü katedral olduğunu,  1300’lü yıllarda başlanan yapımının yaklaşık olarak 500 yıl kadar sürdüğünü öğreniyoruz. Bu  muhteşem tarihi eserin UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer almış olduğunu öğreniyoruz. Bu kadar güzel ve tarihi önemi büyük bir eseri görmüş olmanın mutluluğu ile çevredeki diğer güzelliklere yöneliyoruz.
      Duamo Katedralinin  hemen yakınında bulunan bir başka tarihi bina dikkatimizi çekiyor, oraya doğru yöneliyoruz İçeriye girer girmez camla kaplı  olabildiğince yüksek tavan şaşkınlığınızı artırıyor.
     Her yanı ince bir zevk, estetik ve sanatla bezenmiş  lüks mağazalar, kafeler, lokantalar tıklım tıklım insanlarla dolup taşıyor. Burasının dünyanın en büyük ve  en eski alışveriş merkezlerinden biri olan Galleria Vittorio Emanuele II  olduğunu öğreniyoruz. Buraya kadar gelmişken oturup bir şeyler atıştırmadan, bu güzelliğin tadına varmadan ayrılmak istemiyoruz.
      Burada ilginç atmosferi meraklı gözlerle dikkatle izleyip, biraz dinlendikten sonra Milano’yu keşfe kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Galleria Vittorio Emanuele II 
      Bu kez önceliğimiz, ben ve yol arkadaşımın Süleyman’ın ilgimizi fazlasıyla çeken moda ve giyim mağazalarıydı. Mağaza vitrinlerini izleyip bütçemize uygun  giysiler almak istiyorduk. Ne var ki, vitrinlerde gördüğümüz etiketler dudaklarımızı uçuklatacak düzeydeydi. Ne ben ne de ekonomik olanakları bana göre çok daha iyi olan arkadaşım Süleyman hiçbir şey alamadık.
     Vitrin gezmekten iyice yorulmuştuk, ben artık yürüyemez olmuştum. Süleyman ise bir türlü tatmin olmuyordu gezmeye devam edelim istiyordu. O zaman ben meydanda biraz dinleneyim, sen de çok uzaklara gitmeden biraz vitrinleri gez ve biraz sonra meydanda buluşalım dedim, anlaştık.
      Meydandaki banklardan birine oturdum, çevreyi izlemeye başladım, çevremde fotoğrafçılar cirit atıyordu, yaklaşıp fotoğraf çekmek istediklerini belirtiyorlardı. Bunların içinde de dolandırıcıların olabileceği hakkında bilgilendirilmiştik.
      Fakat içlerinden biri dikkatimi çekti. İnce, oldukça ince, iskelet gibi ince, zürafa gibi uzun bir fotoğrafçı, fotoğraf makinesi de çok farklı biri bana yaklaştı, illa fotoğrafını çekeceğim diye dayatmaya başladı. Bunda bir ayrıcalık olduğu dikkatimi çekiyordu, yarım yamalak bir şeyler sorduğumda, ağzından  Türkçe bir sözcük kaçırdı.  Türkçe konuşunca, Türk olduğunu, yıllardır Milano’da yaşadığını anlattı. Bir Türk ile karşılaşmak güzeldi.
      Milano’daki zamanımız kısıtlıydı, geceyi bir otelde geçirecek, ertesi gün tekrar trenle Cenevre’ye dönecektik. Bu nedenle buradaki zamanımızı mümkün olduğunca iyi değerlendirmek istiyorduk.
    Milano’nun gece yaşamının çok renkli olduğuna dair yarım yamalak bilgilerimiz vardı. Belki bütçemize uygun bir eğlence yerine gidebiliriz diye düşünmeye başladık. Akşam saatlerinde cadde ve sokaklarda dolaşırken, ışıl ışıl parıldayan mekanlar dikkatimizi çekti. Birkaç tanesine yaklaşıp yakından incelediğimizde bu mekanların  Milano’nun ünlü eğlence mekanlarının olduğunu gördük.
   Öylesine gösterişli mekanlardı ki bunlar, bize çok pahalıya mal olacağı ayan beyan görülebiliyordu. Buna bir de yabancı oluşumuzdan dolayı uğrayabileceğimiz kazıklanma riski eklenince bu hevesimizden de vazgeçerek başka alanlara yöneldik. Biraz dolaştıktan sonra otele döndük, yorgunluktan kendimizi yatağa atıp uyuduk.
      Ertesi gün, otelde kahvaltımızı yaptıktan sonra trenle Cenevre’ye doğru yola koyulduk.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ilaminal71@gmail.com