MİLANO
Milano Kent Meydanı |
Milano, kuzey İtalya'nın Lombardiya bölgesinde bulunmaktadır. Bir milyonu aşkın nüfusuyla
Roma’dan sonra İtalya’nın ikinci büyük kentidir.
İsviçre’de bulunduğum dönemde, bir gün
arkadaşım Süleyman Kedicioğlu ile birlikte şehiriçi otobüslerden birine binerek
Fransa’nın İsviçre sınırına yakın bir yerleşim merkezine gittik.
Sınırı geçerken, bir sorun yaşayabilir
miyiz diye biraz endişeliydik ama, endişeyi gerektirecek bir durumla
karşılaşmadık. Sınır kapısındaki görevli, pasaportlarımızı kontrol etti, biz
böylece Fransız topraklarına geçmiş olduk.
Otobüsün son durağı olan yerde inip
meraklı gözlerle çevreyi incelemeye başladık. Burasının bir alışveriş merkezi
olduğunu anlamak zor değildi. Küçük ama şirin dükkanlarla doluydu.
Bunların tamamına yakını parfüm, makyaj
malzemeleri, giysi gibi ürünler satıyorlardı. Yakınlarımıza birer küçük armağan
aldıktan sonra, çevreyi gezdik, bir yerde karnımızı doyurduktan sonra gene aynı
şekilde otobüse binerek Cenevre’ye
döndük.
Bu sefer programımızda Milano vardı,
birkaç gün sonra biletlerimizi
alarak Cenevre’den trene bindik. Yeşillikler içinden, tadına doyamadığımız
manzaraları seyrederek 3 saatlik bir yolculukla
Milano garında trenden indik.
İsviçre Frankı burada geçmediği
için ilk işimiz İtalyan Lireti almak oldu. İtalya’da enflasyonun çok yüksek
olduğunu bildiğimiz için ne kadar Liret almamız gerektiği konusunda tereddüt
ediyorduk.
Yüz İsviçre Frankını döviz bürosundaki
görevliye uzattım. Paranın gerçek mi, sahte mi diye kontrol ettikten sonra, bana karşılığı İtalyan
Lireti olan banknotları saymaya başladı. Kocaman bir deste, eskimiş, yıpranmış
kirli parayı önüme koydu. Bu kadar parayı görünce, herhalde birkaç gün bize
yeter diye düşünmeye başladık.
Hemen yakınımızda dondurma satan bir yer gördük, İtalyan dondurmalarının
ününü biliyorduk. Buradan birer dondurma alalım böylece paranın alım gücü
hakkında bir fikrimiz olur diye düşünerek satıcıdan birer dondurma
istedik. Dondurma ücretinin ne kadar
olduğunu Fransızca sordum. Satıcı konuşmamı anlamadı, bir kağıda 1750 yazarak
bize uzattı. 100 İsviçre Frankı
karşılığında aldığımız 3.500 Liretin yarısını bir dondurmaya verince,
İtalya’nın ne kadar pahalı, yüksek
enflasyonun ne demek olduğunu anlamış olduk.
Yeniden
soluğu dövizcinin karşısında
aldık ve bu kez 500’er İsviçre
Frankı vererek Liret alıp, Kent merkezine gitmek üzere bir otobüse bindik.
Otobüste, dört yolcu vardı, arka
sıralarda bir erkek öğrenci, ortalarda iki genç bayan ve önlerde de, üstü başı
pek iyi görünmeyen ama saçları briyantinli orta yaşta bir adam ayakta
duruyordu.
Otobüs hareket ettikten sonra, bu
adam orta sırada oturan iki bayana
çeşitli hareketler yapmaya başladı. Bunu görünce ben ve Süleyman dikkatle adamı
izlemeye başladık. Bir tiyatro sahnesi
seyreder gibi adam artistik gösteriler yapıyordu. Eğiliyor. Bükülüyor, oturuyor kalkıyor,
kendini yardan yere atıyor, karşısındaki kızların dikkatini çekmek için yırtınıyordu. Ama olmuyor. Adam bu
hareketleri yapa dursun, bayanlar öyle koyu bir sohbete dalmışlar ki olup bitenleri
fark etmiyorlar bile. Ya da görmezlikten geliyor, veya ciddiyetten uzak
buldukları için muhatap olmamaya çabalıyorlardı.
Ben ve Süleyman kendi ülkemizde böyle
hareketlere fazla rastlamadığımız için
dikkatimizi çekmişti, acaba İtalya’da hep böyle midir diye düşünmeden de
edemedik. İtalyan erkeklerinin çapkın olduklarını biliyorduk ama bu kadarını da
beklemiyorduk.
Duomo Katedrali |
Meydanın ortasında Taksim Meydanı benzeri
büyükçe bir heykel, çevresinde oturma yerleri, seyyar satıcılar, ortada
güvercinler, güvercinlere yem veren insanlar, güvercinlerin arasında yapay bir
güvercin de onlarla birlikte uçuyor.
Dikkatle izliyorum, kenarda oturmuş bir
adam, yanı başında duran yapay güvercinlerden birini eline alıp zembereğini
kurup havaya fırlatıyor. Havaya fırlayan yapay güvercin, canlı güvercinler gibi
kanat çırparak uçuyor. Elli metre kadar uçup yere düşen güvercini takip eden
bir genç onu yerden alıp, uçuran adama
götürüyor.
Satıcının
yanına yaklaştım, farkettirmeden dikkatle izleyerek nasıl uçurduğunu
öğrenmeye çalıştım. Çok hoşuma gitti, hemen bir tane satın aldım. Biraz
pahalıydı ama almaya değer buldum.
Meydan’da şaşkın
şaşkın sağa sola bakınınca, birden karşımızda muhteşem bir tarihi eser
beliriyor, şaşkınlık ve hayranlıkla oraya doğru yürüyoruz.
Burasının
Milano’da görülmesi gereken yerler arasında ilk
sırada olan ve kesinlikle şehrin en önemli yapısı olan Duomo Katedrali olduğunu
öğreniyoruz. Tarihi eserler açısından
oldukça zengin bir ülkeden geldiğimiz için, ister istemez kendi ülkemizdeki
tarihi eserler ile bir kıyaslama yapma durumunda kalıyoruz.
Katedralin önünde
bulunan tanıtım bilgilerinden Duamo Katedralinin 1965 yılında ziyarete
açıldığını öğreniyoruz. Eşsiz bir
mimari tarza sahip olması ve duvarlarında değerli sanat eseri niteliği taşıyan
pek çok heykeli hayranlıkla izliyoruz.
Dünya Kültür
Mirası Listesi’nin üst sıralarında kendine yer bulan bu muhteşem eserin
karşısına geçip, bu güzelliği hayranlıkla izliyoruz. Bunu seyrederken bir tarih hazinesi olan kendi ülkemin
muhteşem eserleri, bir sinema şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor.
Ahlat’ın
yetiştirdiği dünya ölçeğinde ünlü mimar
Hürrem Şah’ın eseri Divriği Ulu Cami geliyor gözlerimin önüne, Ahlat’taki
Selçuklu eserleri, kümbetler, dünyanın en büyük İslam mezarlığı, çocukluğumun
içinde geçtiği Erzen Hatun Kümbeti geliyor.
Dünyaca ünlü mimarımız Mimar Sinan’ın eseri Selimiye Camii, Süleymaniye Camii, Topkapı Sarayı, Çırağan
Sarayı gibi daha pek çok muhteşem eser dizi dizi geçiyor gözümün önünden.
Bitlis’teki
Küfrevi Türbesi’nin, dönemin Padişahı Sultan Abdülhamit tarafından İtalyan
mimar Alberto’ya yaptırıldığını anımsıyorum. Böylece, sanatta ve mimaride
İtalyan etkisinin İstanbul ile sınırlı kalmayıp, Anadolu’ya da yayıldığını
düşünüyorum..
Osmanlı döneminde
İstanbul’da yaptırılan pek çok eserde İtalyan mimarlarının imzalarının
olduğunu, Büyük kumandan Fatih Sultan
Mehmet’in ünlü İtalyan ressam Bellini’ye
portresini yaptırdığını anımsadım. Türk mimarisinin
ve başta resim olmak üzere sanatının İtalyan sanatından büyük ölçüde
etkilendiği gerçeği ile yüzleştim.
Katedral, oldukça geniş bir alanı kaplıyor, Avrupa'daki en büyük dördüncü katedral
olduğunu, 1300’lü yıllarda başlanan
yapımının yaklaşık olarak 500 yıl kadar sürdüğünü öğreniyoruz. Bu muhteşem tarihi eserin UNESCO Dünya Kültür
Mirası Listesi’nde yer almış olduğunu öğreniyoruz. Bu kadar güzel ve tarihi
önemi büyük bir eseri görmüş olmanın mutluluğu ile çevredeki diğer güzelliklere
yöneliyoruz.
Duamo
Katedralinin hemen yakınında bulunan bir
başka tarihi bina dikkatimizi çekiyor, oraya doğru yöneliyoruz İçeriye
girer girmez camla kaplı olabildiğince
yüksek tavan şaşkınlığınızı artırıyor.
Her yanı ince bir zevk, estetik ve
sanatla bezenmiş lüks mağazalar,
kafeler, lokantalar tıklım tıklım insanlarla
dolup taşıyor. Burasının dünyanın en büyük ve en eski alışveriş merkezlerinden biri
olan Galleria
Vittorio Emanuele II olduğunu öğreniyoruz. Buraya kadar gelmişken oturup bir
şeyler atıştırmadan, bu güzelliğin tadına varmadan ayrılmak istemiyoruz.
Burada ilginç atmosferi meraklı gözlerle
dikkatle izleyip, biraz dinlendikten sonra Milano’yu keşfe kaldığımız yerden
devam ediyoruz.
Galleria Vittorio Emanuele II |
Bu kez önceliğimiz, ben ve yol
arkadaşımın Süleyman’ın ilgimizi fazlasıyla çeken moda ve giyim mağazalarıydı.
Mağaza vitrinlerini izleyip bütçemize uygun
giysiler almak istiyorduk. Ne var ki, vitrinlerde gördüğümüz etiketler
dudaklarımızı uçuklatacak düzeydeydi. Ne ben ne de ekonomik olanakları bana
göre çok daha iyi olan arkadaşım Süleyman hiçbir şey alamadık.
Vitrin gezmekten iyice yorulmuştuk, ben
artık yürüyemez olmuştum. Süleyman ise bir türlü tatmin olmuyordu gezmeye devam
edelim istiyordu. O zaman ben meydanda biraz dinleneyim, sen de çok uzaklara
gitmeden biraz vitrinleri gez ve biraz sonra meydanda buluşalım dedim,
anlaştık.
Meydandaki banklardan birine oturdum,
çevreyi izlemeye başladım, çevremde fotoğrafçılar cirit atıyordu, yaklaşıp
fotoğraf çekmek istediklerini belirtiyorlardı. Bunların içinde de
dolandırıcıların olabileceği hakkında bilgilendirilmiştik.
Fakat içlerinden biri dikkatimi çekti.
İnce, oldukça ince, iskelet gibi ince, zürafa gibi uzun bir fotoğrafçı,
fotoğraf makinesi de çok farklı biri bana yaklaştı, illa fotoğrafını çekeceğim
diye dayatmaya başladı. Bunda bir ayrıcalık olduğu dikkatimi çekiyordu, yarım
yamalak bir şeyler sorduğumda, ağzından
Türkçe bir sözcük kaçırdı. Türkçe
konuşunca, Türk olduğunu, yıllardır Milano’da yaşadığını anlattı. Bir Türk ile
karşılaşmak güzeldi.
Milano’daki zamanımız kısıtlıydı, geceyi
bir otelde geçirecek, ertesi gün tekrar trenle Cenevre’ye dönecektik. Bu
nedenle buradaki zamanımızı mümkün olduğunca iyi değerlendirmek istiyorduk.
Milano’nun gece yaşamının çok renkli
olduğuna dair yarım yamalak bilgilerimiz vardı. Belki bütçemize uygun bir
eğlence yerine gidebiliriz diye düşünmeye başladık. Akşam saatlerinde cadde ve
sokaklarda dolaşırken, ışıl ışıl parıldayan mekanlar dikkatimizi çekti. Birkaç
tanesine yaklaşıp yakından incelediğimizde bu mekanların Milano’nun ünlü eğlence mekanlarının olduğunu
gördük.
Öylesine gösterişli mekanlardı ki bunlar,
bize çok pahalıya mal olacağı ayan beyan görülebiliyordu. Buna bir de yabancı
oluşumuzdan dolayı uğrayabileceğimiz kazıklanma riski eklenince bu hevesimizden
de vazgeçerek başka alanlara yöneldik. Biraz dolaştıktan sonra otele döndük,
yorgunluktan kendimizi yatağa atıp uyuduk.
Ertesi gün, otelde kahvaltımızı yaptıktan
sonra trenle Cenevre’ye doğru yola koyulduk.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
ilaminal71@gmail.com