ATATÜRK’ÜN BİTLİS MEKTUPLARI
Atatürk’ün Bitlisli Küfrevizade Şeyh Abdülbaki Efendiye
yazdığı mektuplardan ikisini geçen sayımızda yayımlamıştık. Bu sayımızda ise diğer iki mektubu yayınlıyoruz. 13.08.1919Bitlis Küfrevizade Şeyh Abdülbaki Efendi Hazretlerine,
Faziletlü Efendim.
Zat-ı fazilanelerinin Bitlis’te olduğunuzu tahmin ediyorum.
Bu defa aldığım malumat üzerine bu husus tevsik edildi.
Makam-ı mualla-yı hilafet ve saltanatın, vatan ve milletimizin içinde bulunduğu müşkül vaziyet malum-u arifaneleridir.
Senaverleri milletimizin bugünkü felaketin içinden çıkacağı güne kadar milletle beraber ve milletin içinde çalışmaya hasr-ı vücut etmekten başka şiar-ı hamiyet olamayacağı kanaatiyle derhal askerlikten istifa ettim.
Çünkü, resmi makam ve sıfatım buna mani oluyordu.
Bugün için yegane çare-i halas, milletin vahdetini bütün cihana göstermek ve hukuk-u mukaddesatımızı milletin ibraz edeceği kudret ile tahsis etmektir.
Erzurum Kongresi’nce takarrür ettirilen esasatı takdim ediyorum. O havalice icabına tevessül buyrularak düşmanlarımızın her türlü muzır telkinatına sed çekmeleri müsellem olan hamiyet ve vatanperverliklerinden intizar olunur.
Arz-ı hürmet ve muhabbet eylerim.
Efendim Hazretleri.
Sabık Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Kemal
Atatürk’ün mektuplarında kullandığı üslup ve saygı ifade eden cümleler, O’nun bu alandaki üstünlüğünü kanıtlar niteliktedir.
Ankara, 24.08.1920
Bitlis’te Küfrevi Şeyhi Abdülbaki Efendi Hazretlerine,
Efendim;
Bu mektubumu bu kere Van Vilayet-i aliyesine tayin edilen atufetlu Kadri Beyefendiye tevdian gönderiyorum.
Mir-i mumaileyh ahval-i hazıra-i umumiye hakkında zatialilerine tarafımdan malumat vereceklerdir.
Zatialileri gibi vatanperver dindaşlarımızın vatani ve fedekarane olan muavenet ve hizmetleriyle vatanımızın ve makam-ı hilafetimizin tahlisine matuf mesai-i meşruamızda ergeç nail-i muvaffakiyet olacağımız hakkındaki kat-i kanaatim layetezeldir.
An karip ümmet-i İslamiyenin Avrupalı müstevlilerden tahlisi hususundaki muvaffakiyet haberlerini zatialilerinize inşallah tebliğ ederim.
Ahval-i mahalliye hakkında beni sık sık tenvir ve öteden beri devam edegelen hidemat-ı vataniyede ve bilhassa ahalimizin irşadı hususunda kemal-i azm-ü sebat ile devam buyurmanızı rica eder, gözlerinizden öperim.
Efendim.
Büyük Millet Meclisi Reisi
Mustafa Kemal
Şeyh Abdülbaki Efendi’nin torunu Şeyh Cesim Küfrevi, Dedesinin Atatürk ile olan bu yakın ilişkisini çok önemsemiş, her ortamda bundan övgüyle söz etmiştir. Demokratik, laik Cumhuriyetin saygın bir savunucusu olmuş, çocuklarını en iyi okullarda okutmuş, vatana ve millete yararlı birer vatandaş olmaları için büyük çaba harcamıştır.
Giyimi, kuşamı, yaşam tarzı ile modern ve çağdaş Türkiye’nin bir bireyi olarak aydın ve ilerici bir profil sergilemiştir.
Çocukları iyi eğitim almış, alanlarında çok başarılı olmuşlar, modern ve çağdaş evlatlar yetiştirmişlerdir.
AHLAT
Ahlat, Büyük Zafer’e ev sahipliği yapan, Anadolu’nun kapılarının Türklere
açılmasının kilidini kıran bir coğrafyanın adıdır. Aynı zamanda da büyük
kumandan Sultan Alparslan’ın çağın koşullarına göre büyük
savaş karargahıdır.
Zafer öncesi yıllarda, Bizans Doğu Orduları Komutanı Domesticos, büyük
bir ordu ile gelerek Ahlat’ı işgal etmişti. Kenti ele geçiren Domesticos’un
ilk işi, kalıntıları 70’li yıllarda ortaya çıkarılan dönemin en büyük
camilerinden olan Ulu Cami’nin minberini söküp yerine büyük bir haç dikmek
olmuştu. Bitlis’te de aynı şeyi yapan Domesticos, yöreye büyük
bir korku ve şiddet salmıştı.Bu şiddet ve zorbalık karşısında Kenti terk eden halk, ileri gelenlerini Halifeden yardım istemek üzere Bağdat’a gönderdiler. Ancak umdukları desteği alamamışlardı. Bunun üzerine işgal güçleri ile bölgede bulunan Ermeniler arasında nüfuz mücadelesi başladı. İsyan üzerine isyan eden Ermeniler, ne halka ne de Bizanslılara huzur vermiyorlardı. Bunun üzerine bölgeye gelen Bizans İmparatoru, çevrede büyük tahribata başladı. Bunun ardından baş gösteren isyanlar bölgedeki Bizans hakimiyetini çökertiyordu.
Sultan Alparslan, karargahını
Ahlat’ta kuran ve önemli yararlıklar gösteren Emir Sanduk’a Ahlat’ı
bırakmıştı. Türkistan’da kitleler halinde gelen Oğuz Beyleri çevrede
yoğunlaşıyorlardı. Kendilerine yurt edinme, hayvancılık ve diğer işlerle meşgul
olmanın yanında kendilerinden sonra gelecek Oğuz Taifeleri’ne yer
hazırlıyorlardı.
- Yüzyıl başlarından itibaren Doğu’dan gelip, Batı’ya doğru kitleler halinde Anadolu’ya doğru ilerleyen Türkmenler, Bizans İmparatorunu oldukça rahatsız ediyordu. Yıllarca süren Selçukluların bu hareketlerine bir son vermek ve onların kesin olarak bu topraklardan çıkarılmasını sağlamak amacıyla büyük bir sefer hazırlıklarına başlanmıştı. İmparator bu sefer için muazzam bir ordu kurmak için çaba sarfediyordu.
Kurulacak bu orduda; Peçenek, Uz, Kıpçak, Hazar
Türkleri, Slav, Alman, Bulgar, Ermeni ve Gürcülerden oluşan kuvvetler yer
alıyordu. Hazırlıklarını tamamlayan İmparator, İstanbul’dan hareket etti.
Bunların dışında da bazı kuvvetlerin gelip kendisine katılacağını umduğu için
Sakarya ırmağı kıyısında konakladı.
Bu sırada Sultan Alparslan Halep önlerinde
bulunuyordu. Ahlat halkının önde gelenlerinden bir grup Sultan Alparslan’a
giderek, Bizans İmparatoru’nun üzerlerine gelmekte olduğunu haber vermişlerdi.
Bu haber üzerine süratle geri dönen Sultan Alparslan, beraberindeki askeri
birlikleri ile Ahlat’a gelerek burada karargahını kurdu. Bu sırada Bizans
İmparatoru da, Selçuklu kuvvetlerinin savunduğu Malazgirt’i alarak, hamlı
kılıçtan geçirip buraya yerleşti. Böylece her iki tarafa ait güçler biri
Malazgirt, diğeri Ahlat olmak üzere 25 kilometrelik bir mesafede karşı karşıya
gelmiş son hazırlıklarını yapıyorlardı.
Sultan Alparslan, Ahlat’a geldiğinde
Bizans askerlerinin Ahlat ve çevresinde faaliyet halinde olduklarını gördü.
Bunun üzerine hemen harekete geçerek Sanduk Bey’i hassa askelerinden bir
bölüğün başına getirerek öncü kuvvet olarak Malazgirt’e doğru gönderdi. Bu öncü
kuvvet Ahlat’ın hemen yanındaki Bizans ordusuna uğur getirdiğine inanılan haçı
taşıyan birlikle karşılaştı. Bu birlik on bir askerden oluşuyordu. Her iki güç
arasında şiddetli bir çatışma oldu. Sanduk Bey, bu birliği yenmiş,
üstüne de Bizans’ın Rus komutanı Basilakes’i esir almıştı. Bizans
ordusuna uğur getirdiğine inanılan haçı da ele geçirmişti.
Sanduk Bey, esin aldığı Rus
kumandan ve
uğurlu olduğu söylenen haç ile Sultan Alparslan’ın
huzuruna çıktı. Sultan Alparslan burnu kesik bu kumandan ile haçı Bağdat’ta
bulunan Halife’ye gönderdi.
Uzun bir süreden beri Ahlat’ta bulunan ve tüm
hazırlıklarını tamamlayan Sultan Alparslan, 24 Ağustos 1071 de Ahlat ile
Malazgirt arasında bulunan Zahve mevkiine gelerek burada konuçlandı. Savaş
öncesi Bizans İmparatoru’na son bir kez daha savaştan vazgeçip memleketine
dönmesi için elçi gönderdi. Sultan Aparslan’ın elçilerini sert ve kaba bir
biçimde geri gönderen İmparator, savaşı kazanacağından emin
olduğunu belirterek şöyle diyordu: “Ben bu üstün ve kudretli
duruma pek çok para ve çaba sarf ederek kavuştum. Barış ancak ve ancak Selçuklu
Başkenti Rey’de yapılacaktır. Ben İslam ülkelerine kendi ülkem gibi hakim
olmadıkça asla geri dönmeyeceğim.”
Ardında da “İsfehan mı güzelder, yoksa Hamedan mı?”
diye sormuştur. Elçinin “İsfehan” yanıtı üzerine, “Öyleyse İsfehan’da
kışlayacağım. Hayvanlarımız ise Hamedan’da kışlayacaktır.” şeklindeki
sözleri ile alaylı bir üslup sergilemiştir. Bu alaycı tavır karşısında Sultan
Alparslan’ın elçisi “Hayvanlarınız Hamedan’da kışlayabilirler, ama sizin
nerede kışlayabileceğinizi bilemem.” Diyerek çok anlamlı bir tarz
kullanmıştır.
26 Ağustos 1071 Cuma günü, tüm İslam ülkelerindeki
camilerde Sultan Alparslan’ın komutasındaki ordunun muzafferiyeti için dualar
edildi. Bağdat’ta bulunan Halife de bizzat minbere çıkarak Sultan Alparslan’ın
ordusu için dua etti.
O gün büyük kumandan tüm komutan ve askerleri ile önce
Cuma namazı kılındı, ardından tarihi konuşmasını yaptı ve cepheye atıldı.
Çetin geçen savaş, Sultan Alparslan’ın zaferi ile ve
Bizans İmparatoru Romen Diyojen’in esir alınmasıyla sonuçlandı. Sultan
Alparslan büyük bir erdemlik göstererek esir İmparatoru hiç beklemediği bir
şekilde ağırladı ve çok nazik davrandı.
Bu büyük zaferin ardından Anadolu’nun kapıları ardına
kadar Türklere açılmıştı. Anadolu’nun ilelebet bir Türk yurdu olması
sağlanmıştı.
Bu durum karşısında Ahlat’ın önemi ve üstlendiği
misyon unutulacak ya da görmezden gelinecek bir noktada değildir. Her yıl
Malazgirt Zaferi’nin kutlamaları yapılırken Ahlat’a da gereken özen ve
ihtimamın gösterilmesi gerekmektedir.
Biz Ahlat Kültür Haftasını başlatırken özenle 25
Ağustos tarihini tercih ettik ki 26 Ağustos’ta Malazgirt’te yapılan törenlerle
bir ilinti kurularak ortak programlar uygulanabilsin. Ne var ki bu ince ve
hassas dengeyi anlayan çıkmadı.
Devletimizden bunu beklemek en doğal hakkımızdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
ilaminal71@gmail.com