İlhami
NALBANTOĞLU
Tarihçiler
tarafından “Oğuz Taifesi Şehri” diye adlandırılan ve Ortaçağ Türk İslam
dünyasının en önemli kültür ve sanat merkezlerinden biri olan Ahlat, bu
özelliğinden dolayı “”Kubbe-tül İslam adı ile de anılmıştır.
Bugün ise
geçmişteki bu parlak döneminden dolayı Türkiye’nin “Tapu Senedi” olarak
tanımlanan Ahlat, dünü günümüze bağlayan bir köprü görevi görmektedir.
Ahlat,
Doğu Anadolu’da Van Gölü’nün kuzeybatı kıyısında Bitlis İli’ne bağlı 25.000 nüfuslu
tarihi bir kenttir. Yüzölçümü 1044
km. karedir. Eski adı Hilat olan Ahlat’ın eski kent merkezi, 4,5 km. eninde, 11 km. boyunda, yaklaşık 49,5 km. karelik bir alan
üzerinde kurulmuş 9 mahalleden oluşmaktadır.
Roma, Med,
Pers, Bizans gibi devletlerin hakimiyetinin yaşandığı, İslamiyet’in doğuşunu
takip eden yıllarda bu dini yaymak için at koşturan Müslümanların fethetmek
için kan döktüğü Ahlat, 1071 yılında büyük kumandan Alparslan’ın Bizanslıları
bozguna uğratmasıyla, Türklerin Anadolu’yu yurt edinmelerinde çok önemli rol
oynamıştır.
Alparslan,
Anadolu kapılarını Türklere açarken savaşa Ahlat’ta hazırlanmış, Bizans
kuvvetleri ile ilk çarpışmalar Ahlat’ın kuzey sırtlarındaki Sütey Yaylası mevkiinde başlamıştır. Büyük
kumandan Alparslan, burada Cuma namazını kılmış, atının kuyruğunu bağlanmış,
ordusunun moral ve motivasyonunun sağladığı etkili konuşmasını yapıp düşman
üzerine yürümüştür.
Türklerin
Anadolu’ya ilk geldikleri yıllardan itibaren sürekli yurt edindikleri bu
merkezde
Roma ve
Bizans dönemleri de dahil olmak üzere her dönemden kalma değişik tarihi
kalıntılara rastlanmaktadır. Bu kalıntılardan en önemlileri kuşkusuz Müslüman
Türklere ait olanlarıdır. Ahlat’ta değişik zamanlarda üç ayrı kale inşa
edilmiştir. Birinci ve ikinci kalelerin kalıntıları dururken, üçüncü ve sonuncu
kale, bütün ihtişamıyla günümüze dek ayakta kalmayı başarmıştır. Van Gölü’nün
hemen kıyısında yapılmış olan bu kalenin
yapımına Kanuni Sultan Süleyman zamanında başlanmış olup II. Selim zamanında
bitirilmiştir.(1568) Kalenin yapımında büyük sanatkar Mimar Sinan ve Zal
Paşa’nın görevlendirildikleri belirtilmektedir. Kale, iç ve dış kale olmak
üzere iki bölümden oluşmaktadır. Kalenin içinde İskender Paşa ve Kadı Mahmut
adlarında iki büyük cami vardır. İskender Paşa Camii (1564-1565) yıllarında,
Kadı Mahmut Camii ise (1584-1597)
yılları arasında tamamen Osmanlı mimarisi tarzında inşa edilmişlerdir.
Ahlat’taki
kümbetlerin en büyüğü Usta Şakirt Kümbeti’dir. Kare biçimli bir kaide üzerinde
yükselen bu kümbetin tezyini, işleme ve dekorasyonu son derece göz alıcıdır.
1275 tarihinde yapılan Mahmut oğlu Hasan Aka Kümbeti şekil bakımından aynı
özelliği taşımaktadır. Bunlardan başka Boğatay Aka Kümbeti 1281, Hüseyin Timur
Kümbeti 1279, Mimar Kasım tarafından yapılan ve mevcut kümbetler içinde en
zengin bezemeleriyle dikkatleri çeken Erzen Hatun Kümbeti 1377, Türk türbe mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan
ve gövdesindeki kısa sütunlarıyla hareketli bir görünüme sahip olan Emir
Bayındır Kümbeti 1481, özel şekliyle diğerlerinden farklı bir yapıya sahip olan
kümbet mimarisinin çeşitlemesi konusunda iyi bir örnek teşkil eden Emir Ali
Kümbeti en önemli örneklerdendir. Bunlardan başka değişik adlar verilen,
bazılarının adı ve yapıldığı tarih bilinmeyen 15’den fazla kümbet daha vardır
Ahlat’ta.
Çevreye
mistik bir görünüm ve eşsiz bir manzara veren bu kümbetlerin dışında,
üzerlerinde ejder kabartmaları, geometrik ve bitkisel bezemeler bulunan, ait
olduğu kişinin şahsiyeti ile ilgili bilgiler içeren, boyları 4 metreyi aşan
binlerce mezar taşının bulunduğu mezarlıklar da vardır Ahlat’ta.
Bu
mezarlıklardan en önemlisi ve en büyüğü Meydanlık Mezarlığı’dır. Bu mezarlıkta
mezar taşlarından başka, mezar yapıları olduğu anlaşılan ve halk tarafından “akıt”
adı verilen mezar odaları mevcuttur. Kümbetlerin mumyalık kısımlarını anımsatan
ve çoğu toprak altında olan bu yapılar “Tümülüs” mezarlarını andırmaktadırlar.
Mezar taşlarının çoğunun üzerinde “Bütün nefisler ölümü tadıcıdır.” ibaresi yer
almaktadır. Bazılarında ise büyük ozan Yunus Emre’den deyişler bulunmaktadır.
“Yeryüzünde geze idim
Uğradım mirkatlar yatur
Kimi ulu kimi kiçi
Kimi yiğit kimi koca
Kimi vezir kimi hoca
Ançılayın çoklar yatur.”
Bu
dizelerden Koca Yunus’un Ahlat’ta da bulunduğu anlaşılmaktadır.
Bunların
dışında Bayındır Köprüsü ve darphane olduğu anlaşılan yapının kalıntıları, 13.
yy da dünyanın en büyük camilerinden biri olduğu anlaşılan “Ulu Camii”nin
kalıntıları, “Taşdirek” olarak adlandırılan “Bayındır Padişah”ın yazlık köşkü
olduğu belirlenen yapının kalıntıları, “çifte hamam” Ahlat’ta bulunan
eserlerden bazılarıdır.
Ahlat’taki
tarihi dokunun bu derece tahribata uğramasının bir başka nedeni de burasının
deprem kuşağı üzerinde bulunmasıdır. Çeşitli zamanlarda meydana gelen şiddetli
depremler, bu eserlerin büyük bir kısmını yerle bir etmiştir. Hatta bir
keresinde meydana gelen büyük bir deprem sonrası binlerce kişi yaşamını
yitirmiş, birçok eser yıkılmış bunun üzerine depremlerden bunalan 12.000
ailenin Kahire’ye göç ettiği, halen burada “Ahlat Mahallesi” olarak bilinen bir
semtin olduğu bilinmektedir. Buradan hareketle Ahlat’ın nüfusunun 300.000
civarında olduğu, dönem itibariyle dünyanın en büyük kentleri arasında yer
aldığı anlaşılmaktadır.
Ahlat,
günümüzde tarihi geçmişi ile geleceğe ışık tutan, doğal ve turistik
güzelliğiyle özellikle son yıllarda “Doğu’nun Bodrum’u” olarak tanımlanan bir
kent haline gelmiştir.
Bu
özellikleriyle geçmişte başta “Kubbet-ül İslam” olmak üzere “Ata Yadigarı Şehir”, “Oğuz Taifesi Şehri”, “Kadim
Şehir”, “Tapu Senedimiz”, “Anadolu’da Türk Mührü” “Doğu’nun Bodrum’u” gibi
isimlerle taltif edilen Ahlat, “Anadolu’nun Kapısı, Türkiye’nin Tapusu”
tanımlamasını da yukarıda sayılan diğer unvanları gibi fazlasıyla hak
etmektedir.
Bu sebeple
bu değerleri bünyesinde barındıran Ahlat’ın daha fazla yıpranmaması için onu
daha iyi bir biçimde korumanın en başta gelen görevlerimizden biri olduğunu
asla unutmamamız gerekmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
ilaminal71@gmail.com