BİTLİS LİSESİ (*)
Artık bazı görevleri benim sorumluluğuma bırakmış, kendi
inisiyatifimi kullanmam için bana fırsat tanımıştı. Ben de okulun açılmasına 2-3
gün kala birkaç arkadaşımla, Bitlis’e gidip birlikte kalacağımız bir ev aramaya
başladım.
Tatvan tarafından Bitlis’e girişte, yolun tam kenarında,
Bitlis Deresi’nin kıyısında Kazım Paşa İlkokulu’na yaklaşık 500-600 metre uzaklıkta bir
evin bodrum katında tek odalı, tuvaleti dışarıda bir yer bulmuştuk.
Tahsin Yaşar Öztürk ve Mustafa Doğan ile birlikte burada
kalacaktık. Ahlat’a gidip, çamaşırlarımızı, giysilerimizi ve bir yatak, bir
yorgan, bir yastıkla Bitlis’e dönüp evimize yerleştik.
Tahsin Yaşar Öztürk, çocukluk arkadaşımdı, zaman zaman
takıştığımız noktalar olmasına karşın genelde iyi anlaşıyorduk. O da lisenin
ilk yılını İstanbul’da Dursun Abisi’nin yanında okumuş, bazı nedenlerden ötürü
Bitlis’e dönme durumunda kalmıştı. Mustafa Doğan ise ilk kez Bitlis’te
başlıyordu. Bizim bir önceki yıl büyük kentlerde yaşamış olduğumuz uyum
sıkıntılarını şimdi o Bitlis’te yaşıyordu. Yanında bizim gibi deneyimli
ağabeyleri olmasına karşın o da bu konuda başarılı olamamış, eğitimini yarıda
bırakmak durumunda kalmıştı. Mustafa Doğan zeki ve donanımlı birisiydi, o dönemlerde
babasını kaybetmişti. Bu travma onun eğitimini sürdürmesini engellemişti.
Okul, yeni öğretim yılına Bitlis Lisesi’nin eski taş
binasında başlamıştı. Ufak tefek olduğum için sınıfın en ön sırasına
oturmuştum. Yanımda ise benim gibi ufak tefek olan Takiyettin Ötücü oturmuştu.
İlk gün tanıştık, bana yakın ve sıcak davranıyordu. Birkaç gün sonra kaynaşmış
iyi arkadaş olmuştuk. Boş zamanlarımızda bana Bitlisi gezdiriyordu. Takiyettin,
kısa boylu, toplu ve çok hareketli, zeki ve çalışkan bir öğrenciydi. Bana çok
yardımı dokunuyordu.
Günler geçtikçe okuldaki diğer öğrencileri de tanıma fırsatı
buluyordum. Değişik sınıflarda okuyan Ahlatlı öğrencilerin sayısı bir hayli
fazlaydı. Bu yüzden Ahlatlı öğrencilerin Bitlis halkı ve esnafı üzerinde
pozitif bir etkisinin olduğu gözden kaçmıyordu. İstediğimiz her lokantada yemek
yiyor, her esnaftan alış-veriş yapabiliyorduk. Borçlanıyor, paramız geldiğinde
aksatmadan ödüyorduk. Bitlis halkının bu anlayışlı yaklaşımı bizi çok
rahatlatıyordu, güvenilir olmak moralimizi yüksek tutmamıza olanak sağlıyordu.
Bitlis Lisesi’nde eğitim gören Ahlatlı öğrenciler, Mensur
Tunç, Naci Yılmaz, Hüseyin Albayrak, Tuna Öktem, İsmet Gülbahar, Nevzat Deveci,
Kadir Ayber,, Zafer Aydoğan, Necmettin Aydoğan, Tuncer Aydoğan, Cengiz Çiroğlu,
Sait Kurban, Tahsin Yaşar Öztürk, Eşref Bubani, Mustafa Doğan, Turan Güvener,
Necdet Tekin, Nahit Köse, Metin Sümer, Fikri Polat, Abdurahman Aydın en büyük
çoğunluğu oluşturuyordu. Bu durum Ahlatlı gençlerin okumaya olan ilgilerinin
bir göstergesiydi. Ahlatlıların yanı sıra;
Adilcevaz’dan, Ziya Koçak, Zeki Pesen, Ercişten, Nihat ve
Hayati Alkan kardeşler,
Tatvan’dan, Suphi Özmen,
Ali Galip Karakan, Salih Binici, Fevzi Dede, Yılmaz Kılıç, Fevzi
Karaman,
Bulanık’tan, Kemal Kemaloğlu, Yakup Dalkıran eğitim için Bitlis’i tercih eden
öğrencilerdi. Hatırı sayılır bir dayanışma ve yardımlaşma içerisinde ve olanaklar ölçüsünde eğitimimizi tamamlamaya
çalışıyorduk.
Eski taş binadaki eğitimimiz sürerken, öte yandan lisenin
yeni binası tamamlanmıştı. Uygun bir tarihte yeni binaya taşınılacaktı,
hazırlıklara başlandı. Bir tatil aralığında yeni binaya taşındık, biz
öğrenciler de bazı alanlarda yardımcı oluyorduk. Yeni bina inanılmaz derecede
modern ve güzeldi. Eski binada olmayan spor ve konser salonu, laboratuarlar,
resim atölyeleri, voleybol sahası, geniş
ve ferah derslikler, öğretmenlerimizin kalacağı tek kişilik lojman
niteliğindeki mekanlar, okulun önündeki geniş tören alanı tarifsiz bir moral desteği olmuştu. Bu bina o
tarihte Bitlis’te yapılan binaların belki de en moderni ve en güzeliydi.
Bu yeni ve modern okuldu çoğunluğun ilgisini çeken
öğretmenler şunlardı; Okul Müdürü Vecihi
Timuroğlu, Tarihçi Necati Kotan, Edebiyatçı Veysel Sönmez, Resim öğretmeni
Kazım Şentürk, Fransızca öğretmeni Ayla Akbal, Beden Eğitimi Öğretmeni Eşref
Bey, Coğrafya Öğretmeni Ayşen Topkaya, Fizik öğretmeni Ülgüt Topkaya, Matematik
öğretmeni Cengiz Çivi, Cebir öğretmeni Kaplan Kemaloğlu, Sanat Tarihi,
İngilizce ve Beden Eğitim Öğretmeni Nihat Boydaş’tı.
Bunlardan Veysel Sönmez ile Nihat Boydaş sonradan eğitimin
en yüksek kademesi olan Profesörlük makamına yükseldiler. Biri Ankara Hacettepe
Üniversitesi’nde diğeri Ankara Gazi Üniversitesi’nde uzun yıllar sayısız öğrenci yetiştirdiler,
sonunda bileklerinin hakkı ile öğrencileri tarafından “Hocaların Hocası” olarak
onurlandırıldılar.
Prof. Dr. Nihat Boydaş, aynı zamanda benim yazı, grafik, hat
ve kaligrafiye olan yeteneğimi keşfeden kişi olarak
benim yaşamımda önemli bir yeri işgal etti.
Kaldığımız
ev oldukça ilkel bir yerdi, soba kuramamıştık, Bitlis’in ağış kış koşullarında
sobasız bir evde yaşayabilmek kolay bir iş değildi. Soğuk günlerde genellikle
arkadaşlarımızın evlerine sığınıyorduk. Bu durum ev arkadaşımız Mustafa Doğan’ı
çok yıpratmıştı. Bir gün eşyalarını toplayıp Ahlat’a döndü. Artık okumayacağını
söylüyordu.
Bu evde
barınamayacağımızı anlayınca ben Tuna Öktem ile ayrı bir eve taşındım, Tahsin
Yaşar Öztürk de Tütün Fabrikası yolunun üzerindeki öğrencilerin kaldığı bir
otel odasına taşındı.
Tuna Öktem
ile kaldığımız yeni evimizde artık sobamız vardı, ev işlerini ortaklaşa
yapıyorduk. Tuna, tertipli düzgün, giyimine, kuşamına özen gösteren bir
arkadaştı, iyi anlaşıyorduk. Yaz
tatilinde 4 ay kira vermemek için bu evi boşalttık.
Ertesi yıl
okullar açılacağı günlere az kala, bir gün yolda Bitlis‘in önemli ailelerinden birinin mensubu
olan Cesim Küfrevi karşılaştım. Benimle ilgilendi, durumumu, kaldığım yeri
sordu. Ben de olduğu gibi anlatınca .bana hemen eşyalarımı toplayıp bana
vereceği eve taşınmamı istedi. Ben arkadaşımın olduğunu söyleyince, onu da
getirmemi sıkıca tembihledi. Tahsin Yaşar Öztürk ile eşyalarımızı alıp, İnönü
Mahallesi’ndeki Küfrevi Dergahı’nın içindeki boş bir eve taşındık.
Giriş
katında olan eski, kemerli tarihi bir Bitlis eviydi burası, büyük bir kemeri
vardı. Gaz lambası ile aydınlatılıyordu.
Küfrevi Dergahı’nın hizmetçileri her gün yakacağımız miktarda evin önüne odun koyuyorlardı. Her gün olmasa da sıklıkla
burada pişen yemeklerden de gönderiyorlardı. Çok mutlu bir şekilde okula
gidiyorduk.
Öğretim
yılı ortalarına doğru, Vakflar Genel
Müdürlüğü’nün Bitlis Erkek Öğrenci Yurdu
açıldı, artık lise son sınıfındaydık,eğitimimizin kalan kısmını burada
tamamladık.
İlk yıl,
ikinci sınıfa bir desten borçlu geçmiştim. Çalışıp Eylülde bu dersi verdikten
sonra artık ikinci sınıftaydım. Kendime olan güvenim de artmıştı. Yavaş yavaş
farklı yeteneklerimle dikkatleri çekmeye başlamıştım. Gerekli olmadığı halde
sürekli renkli gözlük kullanıyor, saatimi sağ koluma takıyor, kadranını içi ya da dışa gelmeyecek şekilde
ayarlıyordum. pardösümün kemerini farklı biçimlerde bağlıyordum, kravatımı
herkesin bağladığından farklı bir biçimde bağlıyordum. Yazımı değiştirmiş
kendime özgü köşeli bir yazı stili geliştirmiştim.. Bu yolla içerik olarak pek
başarılı olamasam da estetik olarak kompozisyon öğretmenimin dikkatini çekmiş,
yazdığım yazının öğretmen tarafından
sınıf arkadaşlarıma gösterilmesini sağlayarak bir farkındalık yarattığımı
kanıtlamıştım.
Lise ikinci
sınıftayken, arkadaşlarım arasında kızlara şiir yazma modası başlamıştı. Herkes
birbirine şiirler yazıyor, bir şiir furyasıdır almış başını gidiyordu. Bu moda
akımından ben de etkilendim ve başladım
şiir yazmaya. Günlerce uğraştım ama hiçbiri benim istediğim gibi olmuyordu.
Sonunda pes ettim ve anladım ki, benim hayatta asla yapamayacağım işlerden
biriymiş şiir yazmak. Yaşamım boyunca bir daha böyle boyumu aşan bir işe
bulaşmadım.
Lise üçüncü sınıfa geçtiğimde, artık okulun jokeri olmuştum.
Nerde bir etkinlik yapılacak, nerde bir angarya iş var, öğretmenler bizzat
sınıfa gelip, beni göstererek ders öğretmeninden izin alıp götürüyorlardı. Bu
durum hoşuma gidiyordu, hem aranan, önemsenen bir öğrenci olduğumu hissediyor,
hem de dersten kaytarmış oluyordum.
O yıllarda lise bitirmelerinde yılsonunda tüm derslerden
sınava girilip başarılı olunca mezun olunuyordu. Sırayla tüm son sınıf
derslerinden birer ikişer gün arayla sınavlara giriyorduk. Sınavlar okulun spor
salonunda yapılıyordu. Sıra resim dersi sınavına gelmişti. Resim Öğretmenimiz
Nihat Boydaştı. Sınav başladı, konu olarak bir reklam afişi yapmamız
isteniyordu. Ben, Bitlis’in çok ünlü tütününü için bir reklâm afişi yapmayı
seçtim ve başladım yapmaya. Zaman ilerliyor, sınav denetmeni öğretmenler arada
dolaşarak kimin ne yaptığını kontrol ediyorlardı. Bir süre sonra benim yanıma
sıkça gelmeye başladılar. Resim dersi kopya çekilecek bir ders olmadığı için
neden geldiklerini anlayamıyordum. Sınav bitti resimlerimizi teslim ettik, tam
çıkarken Resim Öğretmenimiz Nihat Boşdaş beni yanına çağırdı ve ayrılmamamı söyledi.
Bir süre bekledim, Nihat Boydaş, yanında diğer öğretmenler,
elinde sınav kâğıtları ile benim koluma girerek öğretmenler odasına götürdü.
Herkes yerini aldıktan sonra benim yaptığım resmi çıkararak üzerine 10 yazdı,
imzaladı, diğer öğretmenlere uzattı, onlar da imzaladılar.
Bana, diğer resimler için benim de not vermemi istediğini
söyledi, dediklerini aynen yaptım. Tüm öğrenciler arasında tek 10 alan öğrenci
bendim. Böylece benim resme karşı olan ilgim ve yeteneğim, liseden mezun
olacağım son gün ortaya çıkmış oldu. Çok başarılı bir öğrenci olarak değil ama
yetenekli biri olarak Bitlis Lisesi’nden mezun olmuştum.
Hep merak ederim, acaba önceden bilinseydi sonuç nasıl
olurdu?
Lise bitti, Bitlis’ten ayrıldım, ancak Nihat Boydaş’tan
ayrılmadım. Yakın arkadaş olduk, dost olduk. Bana çok şey öğretti, ona çok şey
borçluyum. Bana sıklıkla söylediği; “Ya İlhami, ben mi senin öğretmeninim, yoksa sen mi benim
öğretmenimsin anlamakta güçlük çekiyorum.”
Sözleri ise benim ödülüm… (*) İlhami NALBANTOĞLU, "AHLAT GAZETESİ" YIL: 24, SAYI: 201, AĞUSTOS-2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
ilaminal71@gmail.com