27 Temmuz 2017 Perşembe

ZİYA GÖKALP LİSESİ'NDEN AYRILIŞ VE BİTLİS LİSESİ YILLARI (AHLAT GAZETESİ, SAYI: 201)

BİTLİS LİSESİ (*)
Ziya Gökalp Lisesi’ndeki eğitim dönemi hüsranla sonuçlanınca babam oturup düşünmüş ve daha temkinli hareket etmenin gerektiğini anlamıştı. Bunun en kolay ve en ekonomik olanı ise tartışmasız Bitlis Lisesi’nde eğitime devam etmekti. O da öyle yaptı ve beni Bitlis Lisesi’ne kaydettirdi.
Artık bazı görevleri benim sorumluluğuma bırakmış, kendi inisiyatifimi kullanmam için bana fırsat tanımıştı. Ben de okulun açılmasına 2-3 gün kala birkaç arkadaşımla, Bitlis’e gidip birlikte kalacağımız bir ev aramaya başladım.
Tatvan tarafından Bitlis’e girişte, yolun tam kenarında, Bitlis Deresi’nin kıyısında Kazım Paşa İlkokulu’na yaklaşık 500-600 metre uzaklıkta bir evin bodrum katında tek odalı, tuvaleti dışarıda bir yer bulmuştuk.
Tahsin Yaşar Öztürk ve Mustafa Doğan ile birlikte burada kalacaktık. Ahlat’a gidip, çamaşırlarımızı, giysilerimizi ve bir yatak, bir yorgan, bir yastıkla Bitlis’e dönüp evimize yerleştik.
Tahsin Yaşar Öztürk, çocukluk arkadaşımdı, zaman zaman takıştığımız noktalar olmasına karşın genelde iyi anlaşıyorduk. O da lisenin ilk yılını İstanbul’da Dursun Abisi’nin yanında okumuş, bazı nedenlerden ötürü Bitlis’e dönme durumunda kalmıştı. Mustafa Doğan ise ilk kez Bitlis’te başlıyordu. Bizim bir önceki yıl büyük kentlerde yaşamış olduğumuz uyum sıkıntılarını şimdi o Bitlis’te yaşıyordu. Yanında bizim gibi deneyimli ağabeyleri olmasına karşın o da bu konuda başarılı olamamış, eğitimini yarıda bırakmak durumunda kalmıştı. Mustafa Doğan zeki ve donanımlı birisiydi, o dönemlerde babasını kaybetmişti. Bu travma onun eğitimini sürdürmesini engellemişti.
Okul, yeni öğretim yılına Bitlis Lisesi’nin eski taş binasında başlamıştı. Ufak tefek olduğum için sınıfın en ön sırasına oturmuştum. Yanımda ise benim gibi ufak tefek olan Takiyettin Ötücü oturmuştu. İlk gün tanıştık, bana yakın ve sıcak davranıyordu. Birkaç gün sonra kaynaşmış iyi arkadaş olmuştuk. Boş zamanlarımızda bana Bitlisi gezdiriyordu. Takiyettin, kısa boylu, toplu ve çok hareketli, zeki ve çalışkan bir öğrenciydi. Bana çok yardımı dokunuyordu.
Günler geçtikçe okuldaki diğer öğrencileri de tanıma fırsatı buluyordum. Değişik sınıflarda okuyan Ahlatlı öğrencilerin sayısı bir hayli fazlaydı. Bu yüzden Ahlatlı öğrencilerin Bitlis halkı ve esnafı üzerinde pozitif bir etkisinin olduğu gözden kaçmıyordu. İstediğimiz her lokantada yemek yiyor, her esnaftan alış-veriş yapabiliyorduk. Borçlanıyor, paramız geldiğinde aksatmadan ödüyorduk. Bitlis halkının bu anlayışlı yaklaşımı bizi çok rahatlatıyordu, güvenilir olmak moralimizi yüksek tutmamıza olanak sağlıyordu.
Bitlis Lisesi’nde eğitim gören Ahlatlı öğrenciler, Mensur Tunç, Naci Yılmaz, Hüseyin Albayrak, Tuna Öktem, İsmet Gülbahar, Nevzat Deveci, Kadir Ayber,, Zafer Aydoğan, Necmettin Aydoğan, Tuncer Aydoğan, Cengiz Çiroğlu, Sait Kurban, Tahsin Yaşar Öztürk, Eşref Bubani, Mustafa Doğan, Turan Güvener, Necdet Tekin, Nahit Köse, Metin Sümer, Fikri Polat, Abdurahman Aydın en büyük çoğunluğu oluşturuyordu. Bu durum Ahlatlı gençlerin okumaya olan ilgilerinin bir göstergesiydi. Ahlatlıların yanı sıra;
Adilcevaz’dan, Ziya Koçak, Zeki Pesen, Ercişten, Nihat ve Hayati Alkan kardeşler,
Tatvan’dan, Suphi Özmen,  Ali Galip Karakan, Salih Binici, Fevzi Dede, Yılmaz Kılıç, Fevzi Karaman,
Bulanık’tan, Kemal Kemaloğlu, Yakup Dalkıran  eğitim için Bitlis’i tercih eden öğrencilerdi. Hatırı sayılır bir dayanışma ve yardımlaşma içerisinde ve  olanaklar ölçüsünde eğitimimizi tamamlamaya çalışıyorduk.
Eski taş binadaki eğitimimiz sürerken, öte yandan lisenin yeni binası tamamlanmıştı. Uygun bir tarihte yeni binaya taşınılacaktı, hazırlıklara başlandı. Bir tatil aralığında yeni binaya taşındık, biz öğrenciler de bazı alanlarda yardımcı oluyorduk. Yeni bina inanılmaz derecede modern ve güzeldi. Eski binada olmayan spor ve konser salonu, laboratuarlar, resim atölyeleri,  voleybol sahası, geniş ve ferah derslikler, öğretmenlerimizin kalacağı tek kişilik lojman niteliğindeki mekanlar, okulun önündeki geniş tören alanı  tarifsiz bir moral desteği olmuştu. Bu bina o tarihte Bitlis’te yapılan binaların belki de en moderni ve en güzeliydi.
Bu yeni ve modern okuldu çoğunluğun ilgisini çeken öğretmenler şunlardı;  Okul Müdürü Vecihi Timuroğlu, Tarihçi Necati Kotan, Edebiyatçı Veysel Sönmez, Resim öğretmeni Kazım Şentürk, Fransızca öğretmeni Ayla Akbal, Beden Eğitimi Öğretmeni Eşref Bey, Coğrafya Öğretmeni Ayşen Topkaya, Fizik öğretmeni Ülgüt Topkaya, Matematik öğretmeni Cengiz Çivi, Cebir öğretmeni Kaplan Kemaloğlu, Sanat Tarihi, İngilizce ve Beden Eğitim Öğretmeni Nihat Boydaş’tı.
Bunlardan Veysel Sönmez ile Nihat Boydaş sonradan eğitimin en yüksek kademesi olan Profesörlük makamına yükseldiler. Biri Ankara Hacettepe Üniversitesi’nde diğeri Ankara Gazi Üniversitesi’nde  uzun yıllar sayısız öğrenci yetiştirdiler, sonunda bileklerinin hakkı ile öğrencileri tarafından “Hocaların Hocası” olarak onurlandırıldılar.
Prof. Dr. Nihat Boydaş, aynı zamanda benim yazı, grafik, hat ve kaligrafiye olan yeteneğimi keşfeden  kişi olarak benim yaşamımda önemli bir yeri işgal etti.
Kaldığımız ev oldukça ilkel bir yerdi, soba kuramamıştık, Bitlis’in ağış kış koşullarında sobasız bir evde yaşayabilmek kolay bir iş değildi. Soğuk günlerde genellikle arkadaşlarımızın evlerine sığınıyorduk. Bu durum ev arkadaşımız Mustafa Doğan’ı çok yıpratmıştı. Bir gün eşyalarını toplayıp Ahlat’a döndü. Artık okumayacağını söylüyordu.
Bu evde barınamayacağımızı anlayınca ben Tuna Öktem ile ayrı bir eve taşındım, Tahsin Yaşar Öztürk de Tütün Fabrikası yolunun üzerindeki öğrencilerin kaldığı bir otel odasına taşındı.
Tuna Öktem ile kaldığımız yeni evimizde artık sobamız vardı, ev işlerini ortaklaşa yapıyorduk. Tuna, tertipli düzgün, giyimine, kuşamına özen gösteren bir arkadaştı, iyi anlaşıyorduk. Yaz  tatilinde 4 ay kira vermemek için bu evi boşalttık.
Ertesi yıl okullar açılacağı günlere az kala, bir gün yolda Bitlis‘in önemli ailelerinden birinin mensubu olan Cesim Küfrevi karşılaştım. Benimle ilgilendi, durumumu, kaldığım yeri sordu. Ben de olduğu gibi anlatınca .bana hemen eşyalarımı toplayıp bana vereceği eve taşınmamı istedi. Ben arkadaşımın olduğunu söyleyince, onu da getirmemi sıkıca tembihledi. Tahsin Yaşar Öztürk ile eşyalarımızı alıp, İnönü Mahallesi’ndeki Küfrevi Dergahı’nın içindeki boş bir eve taşındık.
Giriş katında olan eski, kemerli tarihi bir Bitlis eviydi burası, büyük bir kemeri vardı.  Gaz lambası ile aydınlatılıyordu. Küfrevi Dergahı’nın hizmetçileri her gün yakacağımız miktarda evin önüne  odun koyuyorlardı. Her gün olmasa da sıklıkla burada pişen yemeklerden de gönderiyorlardı. Çok mutlu bir şekilde okula gidiyorduk.
Öğretim yılı ortalarına doğru,  Vakflar Genel Müdürlüğü’nün  Bitlis Erkek Öğrenci Yurdu açıldı, artık lise son sınıfındaydık,eğitimimizin kalan kısmını burada tamamladık.
İlk yıl, ikinci sınıfa bir desten borçlu geçmiştim. Çalışıp Eylülde bu dersi verdikten sonra artık ikinci sınıftaydım. Kendime olan güvenim de artmıştı. Yavaş yavaş farklı yeteneklerimle dikkatleri çekmeye başlamıştım. Gerekli olmadığı halde sürekli renkli gözlük kullanıyor, saatimi sağ koluma takıyor,  kadranını içi ya da dışa gelmeyecek şekilde ayarlıyordum. pardösümün kemerini farklı biçimlerde bağlıyordum, kravatımı herkesin bağladığından farklı bir biçimde bağlıyordum. Yazımı değiştirmiş kendime özgü köşeli bir yazı stili geliştirmiştim.. Bu yolla içerik olarak pek başarılı olamasam da estetik olarak kompozisyon öğretmenimin dikkatini çekmiş, yazdığım yazının  öğretmen tarafından sınıf arkadaşlarıma gösterilmesini sağlayarak bir farkındalık yarattığımı kanıtlamıştım.
Lise ikinci sınıftayken, arkadaşlarım arasında kızlara şiir yazma modası başlamıştı. Herkes birbirine şiirler yazıyor, bir şiir furyasıdır almış başını gidiyordu. Bu moda akımından ben de etkilendim ve  başladım şiir yazmaya. Günlerce uğraştım ama hiçbiri benim istediğim gibi olmuyordu. Sonunda pes ettim ve anladım ki, benim hayatta asla yapamayacağım işlerden biriymiş şiir yazmak. Yaşamım boyunca bir daha böyle boyumu aşan bir işe bulaşmadım.
Lise üçüncü sınıfa geçtiğimde, artık okulun jokeri olmuştum. Nerde bir etkinlik yapılacak, nerde bir angarya iş var, öğretmenler bizzat sınıfa gelip, beni göstererek ders öğretmeninden izin alıp götürüyorlardı. Bu durum hoşuma gidiyordu, hem aranan, önemsenen bir öğrenci olduğumu hissediyor, hem de dersten kaytarmış oluyordum.
O yıllarda lise bitirmelerinde yılsonunda tüm derslerden sınava girilip başarılı olunca mezun olunuyordu. Sırayla tüm son sınıf derslerinden birer ikişer gün arayla sınavlara giriyorduk. Sınavlar okulun spor salonunda yapılıyordu. Sıra resim dersi sınavına gelmişti. Resim Öğretmenimiz Nihat Boydaştı. Sınav başladı, konu olarak bir reklam afişi yapmamız isteniyordu. Ben, Bitlis’in çok ünlü tütününü için bir reklâm afişi yapmayı seçtim ve başladım yapmaya. Zaman ilerliyor, sınav denetmeni öğretmenler arada dolaşarak kimin ne yaptığını kontrol ediyorlardı. Bir süre sonra benim yanıma sıkça gelmeye başladılar. Resim dersi kopya çekilecek bir ders olmadığı için neden geldiklerini anlayamıyordum. Sınav bitti resimlerimizi teslim ettik, tam çıkarken Resim Öğretmenimiz Nihat Boşdaş beni yanına çağırdı ve ayrılmamamı söyledi.
Bir süre bekledim, Nihat Boydaş, yanında diğer öğretmenler, elinde sınav kâğıtları ile benim koluma girerek öğretmenler odasına götürdü. Herkes yerini aldıktan sonra benim yaptığım resmi çıkararak üzerine 10 yazdı, imzaladı, diğer öğretmenlere uzattı, onlar da imzaladılar.
Bana, diğer resimler için benim de not vermemi istediğini söyledi, dediklerini aynen yaptım. Tüm öğrenciler arasında tek 10 alan öğrenci bendim. Böylece benim resme karşı olan ilgim ve yeteneğim, liseden mezun olacağım son gün ortaya çıkmış oldu. Çok başarılı bir öğrenci olarak değil ama yetenekli biri olarak Bitlis Lisesi’nden mezun olmuştum.
Hep merak ederim, acaba önceden bilinseydi sonuç nasıl olurdu?
Lise bitti, Bitlis’ten ayrıldım, ancak Nihat Boydaş’tan ayrılmadım. Yakın arkadaş olduk, dost olduk. Bana çok şey öğretti, ona çok şey borçluyum.  Bana sıklıkla söylediği; “Ya İlhami, ben mi senin öğretmeninim, yoksa sen mi benim öğretmenimsin anlamakta güçlük çekiyorum.”  Sözleri ise benim ödülüm… (*) İlhami NALBANTOĞLU, "AHLAT GAZETESİ" YIL: 24, SAYI: 201, AĞUSTOS-2017

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ilaminal71@gmail.com