İŞTE
AHLAT!..
Beş-altı yaşlarınızdayken ağabeyle-
riniz tarafından Ahlat iskelesi’nin ucundan denize atılmak suretiyle yüzmeyi
öğrendiyseniz, ilk öğrenimizi Ergezen İlkoku’nda, orta öğreniminizi Ahlat
Ortaokulu’nda gördüyseniz, ilkokula başlarken Bizim Berber İdris Bayındır
veya Berber Süslü Memet tarafından alabroz traş edildiyseniz, Sertli Şıh
Abdurahman Efendi tarafından sünnet edildiyseniz,ilkokuldayken Keyfo’nun
gumsuklarını yediyseniz, deleme atma yarışlarına katıldıysanız, kayış, colli,
uzun eşek ve tekme atma oyunlarından nasibinizi aldıysanız, kışın damların
karını süpürdükten sonra, süpürdüğünüz karların üstüne atlayarak damdan
indiyseniz, uşgun toplamak için Uludere’ye, süpürge otu toplamak için Merdem
Baba’ya gittiyseniz, Yurttaş’ın ünlü bando takımının çaldığı marşlar
tüylerinizi diken diken ettiyse, her yıl Tatvan’da yapılan Deniz Bayramı’nda
yağlı direk hariç tüm yarışları kazanmanın keyfine vardıysanız, Dondurmacı
Hasan’ın dondurmaları ile Cafer Usta’nın taskebap ya da kızartma’sını
yediyseniz, Demirci Hanifi Usta’nın şakalarına maruz kaldıysanız, Kunduracı Mustafa Usta’nın
gaz bombardımanlarını duyduysanız, Acem Celal ile Gardiyan İsmail’in ezan okuma
yarışlarına tanık olduysanız, Dunuslu Hamdi’nin asortik mağazasından elbise ya
da ayakkabı aldıysanız, Kasap Musa Dayı’nın dükkanında et kuyruğunda
beklediyseniz, Kulaksızlı Halil Demir’in ilk kez Ahlat’a getirdiği barakasından
kuru yemiş aldıysanız, Salih Gago’nun “işte yooo” larını
anımsıyorsanız, Yunus’un Şevket’in dükkanından 25 kuruşluk şekerli
leblebi aldıysanız, Toso Ahmet’in yaz kış demeden her gün denize girdikten
sonra çarşıya geldiğini biliyorsanız, Terzi Kadri’nin bayramlık elbiseleri
yetiştirmek için sabahlara kadar ağzında sigarası ile çalıştığını gördüyseniz, Haco’nun
(Naci Akpolat) gemi gözden kaybolduktan sonra atlayıp saatler sonra
yüzerek iskeleye döndüğünü gördüyseniz, Çelebi’nin geminin geliş ve
gidişlerinde iskeleye kimseyi sokmadığına tanık olduysanız, Yam Çayı’na, Karga
Çayı’na ya da Sor Çayı’na dünyada bir benzeri olmayan İnci kefali
avlamaya gittiyseniz, Nemrut Dağı’na oduna gidip dünyanın en kıymetli
ağaçlarından olan Tik ağacı ya da ak kavak ağaçlarını kesip kesip
getirdiyseniz, Sütey yaylasına ot biçmeye, Garmuç, Karga ya da Sor
değirmenlerine un öğütmeye gittiyseniz, Akro Mecit ile Delco Şevket’in Kavuklu
ve Pişekarvari atışmalarına tanık olduysanız, Muhtar Abdurrahman’ın
siyasi krizleri çözmede etkili bir araç olan gobbal’ını yediyseniz, Halit Hoca’nın
Yumarı Cami’de 20 dadikada kıldırdığı jet hızıyla teravih
namazlarını eda ettiyseniz, Aydi Bey’in beyaz atıyla nasıl şaha
kalktığını gördüyseniz, ineğinizinün, öküzünüz, ya da bizzat kendinizin hasta
olduğunda soluğu Abdullah Nalbant Usta’nın kapısında aldıysanız, maç
yapmak, müsamere vermek üzere, 50-60 kişiyle Osman Teker’in kamyonunun kasasına
tıkış tıkış doluşup Malazgirt’e gittiyseniz, tartışmalı skorların sonunda Elcevaz
(Adilcevaz) maçları sonrası taşlı, sopalı kavgalara girdiyseniz, bölgenin
tek radyo doktoru Hikmet Sayın’a radyonuzu tamir ettirdiyseniz, elektrik
ile ilk tanışmanızda evnizdeki sıva üstü tesisatinizi Ali Usta’ya
yaptırdıysanız, kap-kacğınızın kalaylama işlerini Kalaycı Hüyeyin Usta’ya
yaptırdıysanız, Kalaycı Ahmet’in bisikletini saati bir liraya kiraladıysanız, Cevdet
Horasan’ın otobüsü ile Ahlat-Bitlis arasını bir günde (şimdi 40 dakika)
gittiyseniz, sırf laf olsun diye Postacı Sıddık’a “mektup var mı”
şeklinde bir soru yöneltip yanıtını küfür olarak aldıysanız, Çöpçü Mendoh’un
“Öyle diyorlar Kaymakam Bey’ atasözüne tanık olduysanız, Dellal
Yaşar’ın “Pire Masalları” içeren tanıtım ilanlarını duyduysanız, Cüce Hikmet’in
Ahlat’ın rakipsiz jokeyi olduğunu biliyorsanız, Cüce Mevlüt’ün Bitlis’ten
transfer ünlü bir manav olduğunu gördüyseniz, Kahveci İhsan’ın kendine özgü çay
demleme sitili ile ve çaldığı Türk Sanat Müziği plakları eşliğinde
müşterilerini mest edip derin hülyalara daldırdığını gördüyseniz, Defçi Abdi’nin
özellikle hanımların gönüllerinde taht kurduğunu, Fırıncı Emin’in aynı zamanda
politikayla ilgilendiğini, politik konuşmalarına kekeleyerek yaptığını, Aziz’in
Kahvesi’nde kesif duman altında nasıl Aznif oynandığını gördüyseniz, parkın
hemen altında kurulan Halkacı Çadırı’na kimselere çaktırmadan nasıl
gidildiğini, iskeleden Tilkiler Deliği’ne yüzerek nasıl gidilip
dönüldüğünü biliyorsanız, gece evden kaçıp taya’da sabahladıysanız,
Ahlat’ın A milli kalecisi Gade Hoca’nın (Necati Koca), B
milli kalecisi Azmi’nin (Azmi Ergezen), amatör küme kalecisi Gadaş’ın (Ahmet
Koca) unutulmaz maçlarını izlediyseniz, bölgenin yüzme şampiyonu Naci’nin (Naci
Akpolat) tacının Mustafa Vangöl’e kaldığını biliyorsanız, Tilki’nin
(Mehmet Akyıl) yalın ayak attığı gollerin hala bir benzerinin görülmediğini, Kahveci
Yaşar’ın gece yarısından sonra fal seanslarına başladığını, Zebzeci Abbas’ın
manav dükkanında kadayıf sattığını, Şehmus Usta’nın taş ustalığında
ölümsüz eserler bıraktığını, Tahsin Kalender Usta’nın taş ustalığının son
temsilcisi olduğunu, Şerif Akpolat’ın yeni yapılan binalara “tirindi”
çıkarmakta üstüne kimsenin yetişemediğini, Yunus’un Şevket’in mavi kaplı şiir
defterinin kimin eline geçtiğini, Topal Muzaffer’in çıkardığı Ahlat Gazetesi’nin
Ahlat’ın ilk gazetesi olduğunu, ilk kez Ahlat’a getirdiği sinema ile bir ilke
imza atarak devrim yaptığını, Kerimin Çilesi filminin aylarca vizyonda
kaldığını, yerini sonradan “Azo” ya bıraktığını biliyorsanız, Halkevi
binasının büyük sahnesinde zaman zaman temsillerin oynandığını arada bir de
Karagöz-Hacivat gösterilerinin yapıldığını biliyorsanız. Kaymakam Mecit Sönmez’in
gençleri kahvehanelerden birer birer çıkarıp kavak ekmeye götürdüğünü, Kaymakam
Hüseyin Avni Uzun’un bölgede kimseler festival nedir bilmezken “Ahlat
Şenliklerini” başlattığını, İsa Efendi’nin Encümen Üyeliğini, Maruf’un ince saz
konserlerini, Vali’nin yeşil Chevrolet’ini, Resul Çavuş’un Kore dönüşü Yurttaş’ın
Bando takımıyla görkemli karşılanışı ve evine kadar omuzlarda taşındığını
gördüyseniz, İmamoğlu İbrahim’in kahvesinde teravihten sahura kadar tombala
oynandığını, Halıt’ın kahvesinde zaman zaman konserler verildiğini bunlardan en
ünlüsünün Aşık Davut Sulari konseri olduğunu biliyorsanız, Ahlat’ta bulunmayan
Avrupa çay bardakları ve gaz lambası camlarını almak için Harabaşehir
Çarşısındaki Şemsettin Koçak’ın dükanının yolunu tuttuğumuzu, Karga Çayı’ndan
geçerken kağnıların suya kapılıp metrelerce südüklendiğini gördüyseniz, Baraka
Memet’in barakasındaki hayalet radyoyu dinledinizse, Terzi Ahmet ile Kuyumcu
Ahmet’in define arama maceralarını, Hacer’in Şevket’in iri yarı cüssesiyle
küçük atının üzerindeki heybetli duruşunu gördüyseniz, Ayaz’ın rahvan at
tutkusunu, Osman Teker’in ünlü Henchel kamyonundan sonra edindiği son
model konforlu minibüsü ile Tatva-Ahlat seferlerine katıldıysanız, kış
aylarında on günden fazla kapalı kalan yollar açıldıktan sonra 30 günlük
gazetenin toptan geldiğini biliyorsanız, Ahlat Şenliklerine katılmak için genel
Erzurum Folklor Ekibi ve sanatçılar Mükerrem Kemertaş, Raci Alkır gibi
sanatçılarla doyumsuz anlar yaşadıysanız, ramazan geceleri Laz Memed’in davulu
ve Lazca melodileri ile sahura katlıysanız, Simsar Selim’in tiril tiril beyaz
gömleklerini, Dızzıgın Yaşar’ın yanık sesiyle söylediği türkülerini, Dızzıgın
Niyo’nun ünlü şiirini “bir ay doğar kınarsız, niye meni gınarsız, ele bi ah
çekerem, cümle alem yanarsız” kendi sesinden dinlediyseniz, Yahoların
Abdurrahman’ın öküzlerin alınlarındaki dağdağanları, “Çok Sesli Yar Kardeşler
Orkestrası”nı, Gando’nun Osman’ın keskin zeka ürünü esprilerini, Cığcığ Celil’in
her derde deva muskaları ve tarihi göbek yazıtlarını, Gomo Sıdığın iştah
açıcı yemek seanslarını, Dr. Nurettin ile Turan Kazgöl’ün edebi atışmalarını, Bale
Yavuz’un Van Gölü mehtabındaki seranatlarını, Cafer’in Ali’nin dudağındaki
sönmeyen sigarasından arada bir yemeklere düşen sigara küllerini, Dırtık’ın
Bekir’in bitmek bilmeyen renkli pazarlık enstantanelerini, Aslı’nın Ahmet’in
tipiye tutulup saatlerce nasıl donmadan kaldığının sırrını, Ziya Hoca’nın
spontane olarak bestelediği Aslı’nın Ahmet geldi, babana rahmet geldi
adlı türküsünü biliyorsanız, Aşçı Nusret Usta’nın kuzu doldurma ve
kızartmasının püf noktalarını, Ali Koca’nın av maceraları yüzünden 50’sinden
sonra evlenmeye fırsat bulabildiğini, İmamoğlu Coşo’nun ile kavga
ederken çarşının içinde gazeteye sarılı değrek ile dolaştığını, İlhami
Nalbantoğlu’nun 1990 yılında tek başına gençlerle birlikte Ahlat Kültür
Haftasını başlattığını, Durak Usta’nın şifreli küçük ahşap kasalarını, Duran
Usta’nın el işi tarım aletleri üretimini, Memet Özyurt Usta’nın ihraç malı
mobilyalarını, Höko’nun meyhanesini, Erbabi’nin sigara jelatininden yapıp
uzaya fırlattığı uzay araçlarını, Koç-Horasan-Sayın konsorsiyumu olan Philips mağazasını,
Mevlüt Aydoğan-Sıtkı Sayın ezeli ve ebedi, ben daha iyi hizmet ederim
yarışmasını, Sıtkı Sayın’ın Türkiye’nin en genç Belediye Başkanı olduğunu ve 20
yıl, Mevlüt Aydoğan’ın ise 15 yıl başkanlık yaptığını, aşağı-yukarı çarşı
savaşlarını, Prof. Dr. Haluk Karamağaralı’nın bitmeyen Ahlat kazılarını, Tarık
Akan-Ayşegül Aldinç ve Taşların Sırrı adlı ilk yerli diziyi, Eskici
Hamza, Arabo, Garmuçlu Rüstem, Sorlu Reco, Geçi İsmail, Demir Hindi İsmail,
Sofi Gro’nun Mındılo, Şamo, Simsar Nazım, Numan Usta, Mecit Usta, Dr.Nuri,
Dr.Nevzat, Dr.İsmail, Tahir Nejat Gencan, Muzaffer Sayın, Kavalcı Recep
ve daha nice nice iz bırakmış diğer Ahlatlıları tanıyorsanız, son
olarak Ahlat’ın ünlü özdeyişi olan “Men üç dört kızanla ezemgilden dem
sermekten gelirdim, bergonun üstünde cahıl gızlar donk gurmuş şortuk
tohillardi, men Gülo’yu orda gördüm gözüm düşdi.” günümüz Türkçesiyle “Ben
üçdört delikanlı ile teyzemlerden buğday kurutmaktan geliyordum, toprak duvarın
üzerinde genç kızlar baş başa vermiş yelek örüyorlardı, ben Güllü’yü orada
gördüm aşık oldum.” tekerlemesini biliyorsanız…
Siz kesin
Ahlatlısınız…
İşte tek cümlede Ahlat!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
ilaminal71@gmail.com