28 Kasım 2017 Salı

RIFAT KÜRÜM, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU


RIFAT KÜRÜM
Babamın çocukluğu ve gençlik yılları Erciş’te geçmişti. Ne zaman ki büyümüş, kendi
Abdullah Nalbant Usta
ayakları üzerinde durmaya başlamış, nalbantlık işini kendine meslek edinmiş, işte o zaman  kendine yeni iş alanları bulmak için çevreyi gezmeye çıkmış. Sırasıyla yerleşim merkezlerini dolaşmış, Ahlat’ı gönünce çok sevmiş, buraya  yerleşmeye karar vermiş.
Dönemin Kaymakamı Mazlum Yegül tarafından yeni,  modern ve çağdaş bir yaklaşımla kurulan Ahlat Çarşısı’nın dükkanları esnaf tarafından kapışılınca kendine kalabileceği en uygun yer olarak “Ahlat Fırını”nı tercih etmiş. Gündüzleri boş bir alanda mesleğini yapıyor, geceleri ise bu fırında kalıyormuş. Özellikle şiddetle kış aylarında ısınma sorunu olmayan ideal bir yermiş.
O günleri dönemin Ahlatlı gençlerinden Kenan Mümtaz Akışık yıllar sonra şöyle dile getiriyordu: “Biz Ahlatlı gençler,  yeni yapılan Mazlum Yegül Caddesi’nde akşamları gezinti yapardık. Henüz Ahlat’a elektrik gelmemişti. Mazlum Yegül Caddesi karanlıklar içindeydi, sadece fırından ince bir ışık huzmesi dışarıya sızardı.  Dikkatle baktığımızda içeride bizim yaşlarımızda Ahlatlı olmadığını anladığımız bir gencin namaz kılmakta olduğunu görürdük. Tanımıyorduk, merak ediyorduk, kimdir bu genç diye. Sonradan öğrendik, Erciş’ten gelmiş, nalbantlık yapıyormuş, çok mazbut bir genç olarak hafızamda kalmış. Sonradan ben Ahlat’tan ayrıldım, uzun yıllar geçti aradan hiç görüşemedik.”
Aynı dönemi, Ahlat’ın yetiştirdiği değerli hukukçu, İstanbul Kadıköy Adalet Komisyonu Başkanı Necati Koca ise şöyle ifade ediyordu: “O yıllarda babam Hüseyin Koca, ortağı Musa Dayı ile birlikte  kasaplık yapıyordu. Dükkanları Abdullah Usta’nın dükkanının hemen bitişiğindeydi. Tatil dönemlerinde biz çocuklar zamanımızın çoğunu babamın dükkanında geçirirdik.  Abdullah Usta’nın saygın ve asil bir tavrı vardı. Zaman zaman bizimle konuşurdu, bize karşı sevecen bir yaklaşım sergilerdi. Biz çocuklar da ona karşı çok saygılı davranırdık.”
Abdullah Nalbant Usta Kitabı
Abdullah Nalbant Usta’nın yaşam öyküsünün bu başlangıç bölümünden sonra gelişen süreci ve çeşitli evreleri tüm yönleriyle “Ahlat Halk Hekimliğinin Efsane İsmi Abdullah Nalbant Usta” adlı kitapta yayımlanmıştı. Ben, 14-15 yaşlarıma geldiğimde babam beni arada bir Erciş’e gönderirdi. Orada Bahar halam  ve ailesi vardı. Gider orada günlerce kalır Ahlat’a dönmek istemezdim. Çünkü Ahlat, modern, güzel, önünde Van Gölü manzarası ve muhteşem bir parkı  olmasına karşın, Erciş kadar büyük, canlı, kalabalık ve hareketli değildi. Ahlat’ta olmayan sinema, pastane, sütçü, fotoğrafçı, kebapçı, pazar yeri, eczane, hal binası, kasaplar çarşısı, hayvan pazarı, dizi dizi manifaturacılar,  gibi şeyler henüz yoktu. Ahlat’ın nüfusu 5-6 bin iken Erciş’in nüfusu 60-70 binlerde, Ahlat’ın köy sayısı 15-20 iken Erciş’in köy sayısı 70-80 civarındaydı.Ahlat’ta olmayan elektrik, Ercişte Belediye’nin jeneratöründen gece saat 12.00’ye kadar veriliyordu en azından. Saraçoğlu Sineması’nda gösterilen filmi izliyor, gece saat 12.00 sularında elektrikler kesildiğinden zifiri karanlıkta eve el feneri ile düşe-kalka ancak gidebiliyorduk.
Saraçoğlu Sineması, gösterime iki saat kala, kerpiç sinemanın toprak damına koyduğu benim boyuma yakın kocaman hoperlörlerle müzik yayını yapıyordu. Müzik sesi Erciş’in her yerinden duyuluyordu. Sinemanın bir de balkonu vardı, kerpiç binaya nasıl balkon yapmışlar diye merak ediyordum.
Yeni Erciş'ten Bir Görünüm
Ercişte kaldığım süre içinde vaktimin çoğunu Bahar halamın oğlu Kasap Zeki’nin dükkanında geçiriyordum. Dükkanı istila eden kara sineklerle mücadele beni en çok rahatsız eden hususlardan biriydi. Kasap dükkanında yalnız kaldığım zamanlarda çalan telefonu açıp arayan kişiye yanıt vermek cesaretini gösterebilecek düzeyde değildim. Telefon çalıp çalıp dururdu, telefon çaldı mı diye soran Kasap Zeki’ye çaldı derdim, niye açmadın dediğinde “cesaret edemedim açmaya” demeyi kendime yediremezdim.
Sürekli kasap dükkanında oturmaktan ve yoğun kara sinek saldırılarından sıkıldığımda biraz olsun hava almak için gittiğim belli başlı yerler vardı. Kimi zaman yalnız, kimi zaman  halamın oğlu Kasap Zeki ile giderdik.
Sıklıkla gittiğimiz yerlerin başında  Kebapçı Ali’nin dükkanı vardı.  Kasap Zeki, lokantanın etini verdiği için her gün uğrar verdiği etin parasını tahsil ederdi. Gitmişken Kebapçı Ali’de bize kebap yedirmeden yolcu etmezdi. Ben  yanında olduğum zamanlarda daha özel bir müşteri muamelesi gösterirdi. Güzel bir salata, kızartılmış biberler, sumaklı soğan Kebapçı Ali’nin değişmez spesiyalitesiydi. Öğlen saatlerinde izdiham olurdu, biz genellikle kalabalık çekildikten sonra uğrardık. Kebapçı Ali yorgun bir vaziyette bizim masamıza oturur birlikte yemek yer sohbet ederdik.
İkinci sırada ise Erciş’in en modern lokantalarından biri olan Zafer Lokantası vardı. Zafer Lokantası, sadece Erciş’in değil, yörenin en ünlü lokantasıydı. Bunun iki önemli nedeni vardı, birincisi içkiliydi, ikincisi burada beyaz önlüklü bayan garsonlar servis yaparlardı. Böylesine ünlü olunca da o yıllarda Doğu’da yaşanan güvenlik sorunları nedeniyle görev yapan askeri pilotlar yemek için buraya gelirlerdi.
            Zafer Lokantası’nın et ihtiyacını da Zeki Abi karşılardı, sabahleyin mezbahadan gelen etlerden kendine göre ene iyilerini ayırır, bu iki lokantaya gönderdikten sonra müşterilere et satmaya başlardı. Bu sebeple arada bir de Kebapçı Ali yerine buraya giderdik. Burada da özel bir itibar görür, yemeğimizi yer, hesabı vermek yerine alır dükkana dönerdik. Dükkana dönerken Zeki Abi’nin çayını beğendiği bir çay ocağı vardı orada da iki bardak kıtlama çay içmeyi ihmal etmezdik.
            Çok sıkıldığım zamanlarda tek başıma çıkar çarşıyı gezerdim. Hiç gereksinimim olmadığı halde sütçüye gider süt içerdim, merak ettiğim için. Pastaneye gidip pastaları, fotoğrafçının vitrinindeki resimleri dakikalarca izlerdim. Eczaneyi de çok merak ederdim, gidip hep dışarıdan izlerdim. Böyle zamanlarda gittiğim bir başka yer daha vardı. Rıfat Amca’nın manifatura dükkanı.
             Rıfat Kürüm Amca,  adından da anlaşıldığı gibi Doğu’nun köklü ve kadim ailelerinden biri olan Kürümlere mensup. Kürümler, birbirlerine çok bağlı, başta Türkiye’nin ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü olmak üzere, her alanda her meslekten aydın insanlar yetiştirmiş geniş bir aile. Türkiye’nin her yanına dağıldıkları gibi ülke dışında da pek çok alanda önemli başarılara imza atmışlar.
             
Ahlat'ta Bir Görünüm
Kürüm Ailesi ile benim annem Miyeser Hanım’ın mensup olduğu Hacıpolatlar Ailesi ile çok sıkı fıkı olmuş, yakınlaşmış, kız alıp vermişler. Büyük Dayım Muhtar Abdurrahman, Kürümlerin kızı Nuriye Hanım ile küçük Dayım Şerif ise Kürümlerin kızı Saide Hanım ile evlenmiş.  Büyük Dayımın oğlu, Rıfat Amcanın  kızı ile evli. Rıfat Amcanın eşi benim üvey teyzemin kızı. Rıfat Amcanın ablası Rabia Hanım, teyzemin Kayınvalidesi. Rabia Hanım, kültürel anlamda çok donanımlı. Biz çocuklara inanılmaz güzellikte destanlar anlatırdı. Peçeteden yaptığı tavşanlarla bizi saatlerce Masal Dünyası’nda gezdirirdi. Bez tavşanı canlıymış gibi bize gösterir, şaşkınlık içinde bırakırdı. Yaşım biraz büyüdükten sonra kafayı taktığım bu oyunu nihayet çözmüş sırrını öğrenmiştim. Ben de aynı oyunu yapmaya başladım ancak onun kadar inandırıcı olamıyordum.
Bu iki köklü aile arasındaki ilişkiler bu denli ileri boyutta  olunca ben de her Erciş’e gittiğimde Rıfat Amcaya uğramamak olur muydu? Benim uğramamdan ziyade onun bana göstermiş olduğu ilgi ve sevgi şaşılacak boyuttaydı.
            Rıfat Amca,  Osmanlı Ordusunun Yeniçeri Ağası görünümünde, iri yarı, kocaman cüssesi, kalın kolları, iri elleri ve pamuk gibi yüreğiyle eşine az rastlanır insanlardan biri. Bir çocuk olarak bana gösterdiği yakınlık, sıcaklık unutulacak cinsten değil.
            Dükkanı Buğday Pazarı’nın hemen önündeydi, arada bir uğradığımda beni görür görmez o koca cüssesiyle  yerinden kalkar  boynuma sarılır, beni dükkanının baş köşesine oturtturur, hemen yandaki çay ocağından çay isterdi. Anamı, babamı, diğer akrabaları sorar, benimle sohbet ederdi. Bir müşterisi geldiğinde benden izin ister gibi gözlerime bakardı. Ben onu merakla seyrederdim. Müşterisine hiç yüksünmeden her türlü kumaşı gösterir kocaman gövdesi, iri elleriyle kumaş topunu masanın üzerine yayar, istenilen miktarda, tahta  tezgahının üzerine bir metrelik aralıktaki iki çizik arasına denk getirdiği kumaşın boyunu tespit ettikten sonra, küçük makası ile bir kesik attıktan sonra, güçlü kollarıyla kumaşı iki eliyle yana doğru bir anda güçlü bir vaziyette çektiğinde kumaş değil koyun bile ikiye ayrılırdı.
             Tüm bu olanları ben iri açılmış gözlerimle bir ortaoyunu izler gibi dikkatle ve dakikalarca  izlemekten büyük keyif alırdım. Türkçe bilmeyen köylü kadınlarla konuşmasını anlamadığım halde müşterisini ikna etmekteki becerisini hayranlıkla izlerdim. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi beni ısrarla evlerine davet etmesi, kimi zamanlarda bizzat alıp eve götürmesi, tüm aile bireyleri tarafından gösterilen ilgi ve sevginin anılarımın unutulmazları arasında  yer bulması, o çocuk yaşlarımda aklıma gelecek bir husus değildi.
             Evlerine gittiğim zamanlarda beni mutlu eden bir başka husus daha vardı. Rıfat Amca’nın oğlu Nimet. Nimet, benden birkaç yaş küçüktü. Ne var ki iyi anlaşıyorduk. O yaşta bile onun geniş bir arkadaş gurubu vardı. Beni de zaman zaman arkadaşları ile oynamaya götürürdü. O dönemde “Colli” diye bir oyun vardı. Çocuklar iki guruba ayrılıyorlar, bir merkez belirleniyor,  ellerinde topa benzer bir şey var, onu bir sopayla uzaklara fırlatıyorlar sonra da bulmaya çalışıyorlar. bir gurup öbür gurubu bu  cismi bulmasını engelliyor.  Geniş bir alanda oynanıyor.
            Nimet’e  arada bir takılıyorlar “Colli” diye. Bu oyunu iyi oynadığından mı yoksa başka bir nedenle mi bilmiyorum. Birlikte çok iyi zamanlar geçirirdik. Kimi zamanlarda Nimet de Ahlat’a gelirdi. Ahlat’ta da ben ona eşlik ederdim. İyi arkadaş olmuştuk, nereye gitsek birbirimizi arar sorardık.
            Rıfat Amca’nın yaşı ilerleyince  işlerini tasfiye edip, dükkanını kapatmış İstanbul’a taşınmıştı. Son dönemlerde de sağlık sorunları yaşıyordu. Birkaç kez İstanbul’a gidip ziyaret etmiştim. İstanbul’da ebedi aleme intikal etmişti.
            Rahmet, minnet ve saygıyla anıyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ilaminal71@gmail.com