MUSTAFA KEMAL GAMBOS DAĞI’NDA
Bitlis’in Ruslar tarafından işgal edildiğinde
takvimler 3 Mart 1916’yı gösteriyordu.
|
Mustafa Kemal Paşa ve Beraberindekiler Gambos Dağı'nda |
Yıkılmaya yüz tutmuş İmparatorluğun bu
mecalsiz halini fırsat bilen ve sıcak denizlere ulaşma hayali ile yanıp tutuşan
Çarlık Rusyası, emeline ulaşmak için,
Rus Kafkas Ordusu ile 1 Kasım 1914
tarihinde sınırlarımıza saldırarak Kars, Erzurum, Ağrı, Muş derken 3 Mart 1916’da gelip Bitlis’in kapısına
dayanmıştı.
Bitlis’le yetinmemiş, Deliklitaş’a kadar
da ilerlemişti. Hedefi Akdeniz’e kadar uzanmaktı. Geride, yağma, talan, zulüm,
ölüm bırakaraktan.
Bu tarihte İkinci Orduya bağlı 16’ncı
Kolordunun 5’inci Tümeni Rus Kafkas Ordusuna karşı Gambos Dağı hattına
çekilmişti.
Rus kuvvetleri, bir gecede “Bitlis’in Bin Çocuğu”nun körpe
bedenlerini kara kışın derin dondurucusuna bırakıp, dünyada benzeri olmayan bir kara tabloyu da hunharlık tarihine işlemekten geri
kalmamıştı.
İmparatorluk zor bir dönem
geçiriyordu. Ordularımız Irak Cephesi,
Filistin Cephesi, Çanakkale Cephesi, Avrupa Cephesi, Yemen Cephesi, İran
Cephesi gibi birçok yerde savaşıyordu. Bunlar yetmiyormuş gibi şimdi de Doğu Cephesi ile mücadele ediyordu.
Batı’daki düşmanların temizlenmesi için
büyük kahramanlıklar sergileyen Mustafa Kemal 1 Nisan 1916 tarihinde 16’ncı Kolordu Komutanı olarak bölgeye gönderildi.
Mustafa Kemal’in bu cepheye atanması,
askerin ve bölge halkının moralini çok yükseltmişti. Çünkü O, “Anafartalar Kahramanı” olarak isim
yapmış, ünü bütün orduya ve Anadolu’ya yayılmıştı. Bilgili ve deneyimliydi.
27 Mart 1916’da Diyarbakır’a gelen
Mustafa Kemal Paşa, 16’ncı Kolordunun emir ve komutasını ele aldı.
Mustafa Kemal Paşa’nın amacı 16’ncı
Kolorduya bağlı 5.Tümenin Bitlis’i
düşmandan geri almak için taarruz hazırlıklarını tamamlayıncaya kadar Rus
Ordusunun Deliklitaş’tan daha ileriye gitmesini engellemekti.
Mustafa Kemal Paşa, ayağının tozuyla
mevcut durumu yerinde tespit etmek amacıyla düşmanın cephedeki durumunu bizzat
görmek istiyordu. Önündeki haritadan bunun için en uygun yerin Gambos Dağı
olduğunu tespit etti.
Yanına aldığı birkaç asker ve komutanla
Gambos Dağı’na tırmanmaya başladılar. Haridan Köyü’ne gelmişlerdi, burada
zirveye en kestirme olarak nereden çıkılabileceğini etrafını saran köylülere sordu. Köylülerden biri çok
heyecanlıydı, Mustafa Kemal Paşa’nın
dikkatini çekmişti.
-Adın
nedir senin?
-Tahsin Paşam
-Dağın zirvesine en kestirme nereden çıkabiliriz?
-Paşam emriniz olursa biz size rehberlik ederiz.
-Düşün önümüze bakalım.
Köylüler önde, Paşa ve arkadaşları arkada
zirveye tırmandılar. Rus Kafkas Ordusu’nun araziye yerleşik halini askeri ve
stratejik tabloyu uzun uzun inceledi Mustafa Kemal Paşa.
İleride turkuaz renkli bir muhteşem bir
kristal parçası girdi dürbününün görüş alanı içine, dikkat kesildi, iyice
inceledi, dürbününü gözünden indirdi, arkadaşlarına dönerek: “İleride Türkiye’nin ikinci üniversitesini
Van Gölü’nün en güzel kıyılarında kurmalıyız.” dedi. O dönemde ülkenin tek
üniversitesi “İstanbul
Üniversitesi"ydi.
Mustafa Kemal Paşa’nın, bu anlamlı sözlerinde; ülkeyi düşmanlardan
temizlemekten en ufak bir kaygısının olmadığını, hedeflediği Cumhuriyeti
kesinlikle kuracağını, gelişme ve kalkınmanın olmazsa olmazının eğitimden
geçtiğini, bunun için öncelikle bilim kurumlarının kurulmasının gerektiği
şeklindekini kararlılığını görüyoruz.
Van Gölü Üniversitesi fikrini iki kez
TBMM gündemine taşımasına karşın çeşitli etkenlerle gerçekleşememesi dikkat
çekicidir.
Kadere bakın ki, tarih bu
hunharlığı Rusların yanına bırakmadı,
ülkelerinde çıkan bir karışıklık sonucu,
vahşetlerini, kinlerini, düşmanlıklarını, acımasızlıklarını da peşlerine
katarak “Mustafa Kemal Geliyor”
korkusu ve endişesiyle 08 Ağustos 1916 tarihi itibariyle başta Bitlis
olmak üzere aşama aşama terk ediyorlardı Anadolu’yu.
Bitlis’te topu topu 155 gün, yani beş ay
beş gün kalabilmişlerdi.
Mustafa Kemal Paşa’nın
Gambos Dağı incelemelerine bir de olayın tanığı Haridanlı Köylüler cephesinden
bakalım.
Bitlis, her alanda cesur, atak, zeki çalışkan,
yetenekli ve değerli insanlar çıkaran bir yer olarak ün yapmıştır. Bunlardan
biri de Dr. Cemil Kazancı’dır.
|
Dr. Cemil KAZANCI |
Dr. Cemil
Kazancı, 1930 yılında Bitlis’te doğdu,
ilk ve orta öğreniminden sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdi.
Mesleğinin ilk yıllarında Bitlis’e olan vefa borcunu yerine getirmek için
burada görev yapmayı tercih etti.
Dr. Kazancı, Bitlis,
Sağlık Müdür Vekilliği, Merkez Hükümet Tabipliği, Belediye Tabipliği, Mutki
Hükümet Tabipliği, Hizan Hükümet Tabipliği görevlerinde bulundu. Daha sonra
Almanya’da mesleği ile ilgili ihtisas
yaptı. Yurda döndüğünde İstanbul’a yerleşti ticaretle ilgilendi.
Dr. Cemil Kazancı,
kıvrak zekası, güçlü hafızası,
çalışkanlığı ve kurnazlığı ile karakteristik Bitlis insanının tipik bir
rol modeli olarak dikkati çekmektedir.
Yarım yüzyılı aşkın
bir süre önce yaşadığı olayları, gün, tarih ve saat olarak tüm detayları ile o
günü yaşıyormuş gibi anlatabilen canlı bir kütüphane görüntüsü veriyor.
Mustafa Kemal Paşa ve
Gambos Dağı ile ilgili bir anısına kulak verelim:
“60’lı yılların
başıydı, Türkiye bir askeri darbeyi geride bırakmıştı. Asker kökenli olan Vefa
Poyraz Bitlis Valisi olarak görev yapıyordu. Daha sonraları İstanbul Valisi
olarak ünlenecekti.
Dönemin koşulları
gereği Vefa Poyraz aynı zamanda Bitlis Belediye Başkanlığı görevini de
yürütüyordu.
Ben Tıp Fakültesini
yeni bitirmiş, Bitlis sevgisi nedeniyle insanlarıma hizmet etmek amacıyla
burada görev yapmayı tercih etmiştim. Belediye Tabibi olarak görev yapıyordum.
Vali Vefa Poyraz, bir
sabah beni telefonla arayarak:
-Doktor Bey, size birisini gönderiyorum, muayene edip, ne gerekiyorsa
yapın. dedi.
-Emredersiniz Sayın Valim. diyerek, telefonu kapatıp, gelecek olan hastayı beklemeye başladım.
Biraz sonra, kılık
kıyafetinden Bitlisli olduğu anlaşılan bir vatandaşımız geldi. Vali Bey’in
Bitlisli bir hasta için telefon etmesi dikkatimi çekmişti.
-Gel hemşerim, neyin var, geçmiş olsun, geç
paravanın arkasında elbiselerini çıkar. dedim.
Adamcağız soyunurken
tedirgindi, bana bir şeyler söylemek istiyor gibiydi.
-Doktor Bey, kıymetli bir saatim var ona
zarar gelmesin diye baktım.
Elinde köstekli bir saatle bana doğru geldi.
-Nedir bu?
-Doktor Bey, Atatürk’ün bana hediye ettiği saattir bu, başına bir iş
gelmesin diye söyledim.
Vali Vefa Poyraz’ın telefonla özel ilgi istemesinin nedenini
anlamıştım böylece. Atatürk’ün neden saat armağan ettiği bu kez aklıma takılmıştı.
Bir yandan muayene
ediyor, bir yandan da sorular soruyordum.
-Sen hangi köylüsün?
-Haridan
-Adın nedir?
-Tahsin
-Bu köstekli saati sana Atatürk mü hediye
etti.
-Evet
Ceketinin cebinden iyice örselenmiş bir kağıt parçası çıkarıp bana
uzattı. Lime lime olmuş kağıdı
yırtılmasın diye usulca açıp okumaya başladım.
“Bu kağıdı getiren kişiye her türlü
kolaylığı gösteriniz.” ibaresi yer alıyordu. Altında da: “Mustafa Kemal Atatürk” yazısı, tarih ve imza vardı. Usulca
katlayıp kendisine uzattım. Şimdi de Atatürk bu
saati ve belgeyi niye versin diye bir merak sarmıştı içimi.
Dayanamayıp sordum,
anlattı:
Doktor Bey, bizim köy
Gambos Dağı’na çıkan en kestirme yolun üzerindedir. Bir gün birkaç asker bizim
köye geldiler. Askerlerden biri önde yürüyordu. Diğerleri arkadan geliyorlardı.
Arkadaki askerlerden biri öndekinin Atatürk olduğunu söyledi. Biz Atatürk’ü
görmemiştik ama adını duymuştuk. Biz iki kişiydik askerler Atatürk’ün bizimle
konuşmak istediğini söylediler. Atatürk
bize, Gambos Dağı’na çıkmak istediğini, yolu bizim göstermemizi söyledi. Biz
iki arkadaş düştük öne, onlar da arkamızdan geldiler. Saatlerce tırmanarak
Dağın tepesine çıktık. Atatürk’ün elinde kocaman bir dürbün vardı. Oradan
çevreyi gözetledi. Bir süre sonra geri döndük, bizim köye kadar birlikte
geldik, sonra bizden ayrılırken Atatürk bize; Bir gün yolunuz Ankara’ya düşerse
bana uğrarsanız memnun olurum dedi.
Yıllar sonra bir gün
Ankara’ya yolumuz düşmüştü. Atatürk
Cumhurbaşkanı olmuştu, Acaba bizi kabul eder mi diye çekine çekine Çankaya
Köşkü’ne gittik. Görevlilere durumu anlattık, biraz bekledikten sonra Atatürk’ün
bizi görmek istediğini söylediler. Biz iki arkadaş Atatürk’ün huzuruna
çıktık. Atatürk bize memleketle ilgili sorular sordu birer
köstekli saat ve bu yazıyı verdi. Bu yazı ile
gittiğimiz bazı bankalar bize
maddi yardımda da bulundular. Bu saati onun için gözüm gibi koruyorum, başına
bir iş gelmesin.
Öykü bittiğinde
Haridanlı Tahsin’in muayenesini de bitirmiştim, önemli bir şeyi yoktu,
ilaçlarını verip uğurladım.”