29 Ekim 2018 Pazartesi

ORHAN SEVİMLİ, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU


ORHAN SEVİMLİ
Orhan Sevimli
   Insan oğlunun kendi özgür iradesi ile tercihini yapma şansına sahip olmadığı en önemli etken ana-babasını seçememesidir. Bununun uzantısı olarak insanlar isimlerini de kendileri seçemiyorlar. Böyle olunca ister istemez kimi insanların isimleri ile fizyonomileri arasında  zaman zaman büyük çelişkilerin olduğunu görüyoruz. 
      Örneğin adamın adı Naif, fizyonomisine bakıyorsun naiflikle hiç mi hiç alakası yok. Ya da Nazik, nazik demek için bin tanık gerekiyor. Adı Yiğit olsun, kendisi cılızın teki…
      Bir de bunun tersi var, adı ile fizyonomisi veya karakteri cuk oturmuş. Adı Kibar ise, gerçekten de kibar mı kibar…
      Orhan Sevimli de bunlardan biri.  Adı ile hem karakteri hem de fizyonomisi birebir örtüşenlerden güzel bir örnek. Yüzünden akan sevimliliği net bir biçimde görebiliyorsunuz…
      Orhan Sevimli ile Ahlat Ergezen İlkokulu’nda birlikte okuduk, benden bir sınıf öndeydi. İlkokulu bitirir bitirmez Öğretmen Okulu’na kaydoldu. Kısa zamanda buradan mezun olup genç yaşta öğretmenlik mesleğine adım attı.
      Ben ise Ortaokula, oradan da Lise’ye gittim. Uzun yıllar yollarımız kesişmedi. İlk görev yaptığı yer Bitlis’in Merkez Köyü Başhan İlkokuluydu.
      Bitlis’in kışları bol karlı geçerdi, Küresel Isınma sonucu şimdilerde öyle kışları artık görmüyoruz. Bir kış günü Ahlat’a gitmek üzere Bitlis’ten bir kamyonla yola çıkmıştım. Yerde metrelerce kar ve şiddetli bir tipi vardı. Başhan’ın yakınlarına gelmiştik ki, kamyon artık gidemez olmuştu ve orada mahsur kalmıştık. Geri dönme şansımız da yoktu.
      Önümüzde iki seçenek vardı, birincisi Başhan’a adını veren eski ve büyükçe  binaya sığınmak, ya da çevredeki köy evlerinin kapısını çalarak tanrı misafiri olmak. 
      Böyle bir çıkmazda iken aklıma Orhan Sevimli’nin Başhan Köyü İlkokulunun iki öğretmeninden biri olduğu ve okulun lojmanında kaldığı geldi. Allahtan köy yolun hemen kenarındaydı. Çaresiz gidip kapısını çaldım, beni güler yüzle karşıladı, tipi nedeniyle mahsur kaldığımı  anlamıştı.
      Beni içeriye buyur etti, güler yüzü, sıcak ilgisi yüreğimi ısıttı. İki gün süreyle yemeğini benimle paylaştı. Öğretmen Okulu çıkışlı olduğu için o günün koşullarında almış olduğu eğitimin sonucu olarak, ilgimi çeken evinin temizliği, tertibi ve düzeni, yemek konusundaki bilgisi karşısında beni şaşırtmıştı. Orada kaldığım iki gün içinde ondan çok şeyler öğrendiğimi itiraf etmeliyim.
      Yol açılınca teşekkür edip ayrıldım, bir daha nerede ve nasıl karşılaşabiliriz diye hiç düşünmedim.
      Aradan yaklaşık bir yıl kadar bir süre geçmişti. Lise sonrası üniversite giriş sınavlarında başarılı olamamıştım. Önümdeki bir yıllık süreyi boş geçirmemek için boş olan öğretmen kadrolarından birine “Vekil Öğretmen” atanabilmem için Milli Eğitim Müdürlüğüne başvuruda bulundum.
      Bir süre sonra Ahlat’ın en uzak köylerinden biri olan Burcukaya Köyüne atamam yapıldı. Hemen gidip göreve başladım. Çok heyecanlıydım, kısa süre içinde köy halkı ve öğrencilerimle kaynaştım.
      Aynı derslikte beş sınıfa birden ders veriyordum. Sadece öğrencilerle değil, köylülerin de ufak tefek sağlık sorunlarına, resmi işlemlerine katkıda bulunuyordum.
      Köy yaşam koşullarına yavaş yavaş alışmaya başlamıştık. Artık hafta sonları köyler arasında ziyaret faslına başlamıştık.
      Hemen yanı başımızdaki Ovakışla (Purhus) Bucağı İlkokulunda Süleyman Çiçekçioğlu,  Kırıkkaya (Kers) İlkokulunda  Cengiz Çiroğlu, Alakır (Guştiyan) İlkokulunda Mahmut Köksal, (Sonradan yerine Coşkun Önder geldi)  Burcukaya (Mesik) İlkokulunda İlhami Nalbant, (Sonradan soyadımı Nalbantoğlu olarak değiştirdim.) Taşharman (Dabavank) İlkokulunda Adilcevazlı arkadaşımız Mehmet Dereli ve Dilburnu (Cizirok) İlkokulunda ise Orhan Sevimli görev yapıyorduk.
      Böylece Orhan Sevimli ile yollarımız  ikinci kez yeniden kesişiyordu.
      Bu köyler birbirlerine ortalama 1-2 saatlik yürüme mesafesindeydiler. Böyle olunca hafta sonları sırasıyla köylerden birinde toplanmaya başlamıştık.  6 öğretmen bir araya gelince çok neşeli, eğlenceli ortamları paylaşıyorduk.
      Dilburnu ile Burcukaya köyleri birbirlerine en yakın köylerdi. Böyle olunca ben ve Orhan sevimli diğer arkadaşlara göre daha yakın olduğumuz için daha sık görüşme fırsatı bulabiliyorduk.
      Orhan Sevimli  Köy Enstitülerinin uzantısı olarak görev yapan  öğretmen okullarında birinden mezun olmuştu.  İyi bir eğitim almış, deneyimli ve donanımlı bir öğretmendi. İtiraf etmeliyim ki kendisinden her konuda birçok şey öğrenmiştim.
      Hafta sonları bir araya gelir, birlikte yemekler yapar, hiçbir sosyal aktivitesi olmayan okul lojmanında vakit geçirirdik. Küçük bir radyosu vardı, oradan hem haberleri,  hem de o dönemin ünlü sanatçılarını dinlerdik.
      Bir hafta sonu gene birlikteydik, sabah kalktığımızda  her yeri karla kaplı olarak gördük, metrelerce kar yağmıştı. Benim Burcukaya Köyüne gitmem gerekiyordu. Orhan Sevimli gitmememi önerse de, öğrencilerimi öğretmensiz bırakmayı içime sindiremediğim için, sıkı bir kahvaltı yaptıktan sonra paçalarımı çorabımın içine sıkıca geçirdikten sonra vedalaşarak yola çıktım.
      Kar oldukça fazla olduğu için yürümek de o derece zordu. Attığım adım kara saplanıyordu, adımımı çıkarmak için zorlanıyordum.  Tüm bu zorluklara karşın yürümeye devam ettim. Allahtan benden önce biri buradan gitmiş ve iz bırakmıştı. O izi takip ederek Burcukaya’ya doğru ilerliyordum.
      Bir süre sonra etrafı sis bastı, görüş mesafesi oldukça azaldı. Bir iki metre önümü ancak görebiliyordum. Önümü göremeden bir süre yürüdükten sonra iyice yorulmuştum, adım atacak halim kalmamıştı. Ya gidemez burada kalırsam diye bir korku sardı içimi. Daha da ötesi, karşıma bir vahşi hayvan çıkarsa ne yaparım diye ürpermeye başladım. Zira yanımda ne bir çakı, ne de elimde bir sopa vardı. Bu olumsuz düşüncelerle kafamı iyice bulandırınca, azalan sislerin arasından bir karaltı gözüme ilişti. Bir anda etkisi altında kaldığım korkudan sıyrılarak daha dikkatle karaltıya bakmaya başladım. Sis rüzgarın da etkisiyle dağılıyordu, bir süre sonra Burcukaya İlkokulu’nun hemen yanıbaşında olduğumu gördüm. Sevincime ve keyfime diyecek yoktu.
      Aybaşlarında maaşımızı almak için yaya olarak Ahlat’a kadar yürürdük. Saatlerce yürüdüğümüz ıssız yolda akla hayale gelmez oyunlar oynayarak, şakalar, muziplikler yaparak gider, yolun nasıl bittiğini anlamazdık.  Özellikle yolumuzun üzerinde bulunan dere ve çaylardan geçerken suyun başında mola verir, yanımızda getirdiğimiz azıklarımızı dere kenarında yiyerek yaya yolculuğumuzu renklendirmeyi ihmal etmezdik.
      Kimi zaman yolumuzun üstünde bulunan Ovakışla’ya (Purhus) uğrar, Süleyman Çiçekçioğlu’nu da yanımıza alarak birlikte  Ahlat’a giderdik. Kimi zaman da gene yolumuzun üzerinde bulunan Kırklar Mahallesine uğrardık. Burada da günümüzde ünlü bir edebiyatçı olan Hikmet Altınkaynak öğretmen olarak görev yapıyordu, onu alıp yolumuza devam ederdik. Ahlat’ta Cumartesi ve Pazar günlerimizi ailelerimizle geçirir, çamaşırlarımızı yıkattırır, erzak ihtiyacımızı karşılar, Pazartesi sabah erkenden okulumuza, öğrencilerimize bir an evvel ulaşmak uçun yeniden yaya olarak yolu koyulurduk.
      Okulların tatile girmesinin ardından benim geleceğe dönük ideallerim olduğu için Ahlat’tan ayrılmam gerekiyordu. Ankara’ya yüksek öğrenim için gelmiştim. Orhan Sevimli ile uzun süre birbirimizle görüşme fırsatı bulamamıştık.
       Aradan uzun yıllar geçti, Orhan Sevimli çeşitli yerlerde görev yaptıktan sonra İstanbul’a tayin edilmişti. Zaman zaman İstanbul’a gitmeme karşın bir türlü görüşme olanağı bulamamıştım.
      Yaklaşık olarak yarım yüzyıllık bir aradan sonra bir gün Orhan Sevimliyi arayıp hatırını sorayım dedim. Belki güzel anılarımızı hatırlar tadını çıkarırız diye düşünüyordum.
      Birkaç kez telefonla aradım yanıt alamadım. Umudumu kesmiş, başka arkadaşlar vasıtasıyla ulaşayım diye düşünüyordum. Son bir kez daha şansımı deneyeyim diye düşünerek tekrar aradım. Bu kez telefon açıldı.  Alo sesini duyar duymaz, hiç aklımda yokken spontane olarak birden bir muziplik geldi aklıma;
      -Alo… Orhan Sevimli Hocayla mı görüşüyorum?
      -Evet buyurun Orhan Sevimli benim.
      -Hocam,  sizi rahatsız ettiğim için özür dilerim. Ben sizin Cizirok Köyünden öğrencinizim. Bir hatırınızı sormak için arayayım dedim.
      -Adın nedir senin?
      -İlhami Nalbantoğlu Hocam.
      -Benim İlhami Nalbantoğlu adında bir öğrencim yok, dedi ve telefonu şak diye yüzüme kapattı.
      Anladım, bir anda hatırlayamadı. Biliyorum, sonradan hatırlayacak ve çok üzülecekti. Üstelemedim, kendi kendime bunun bir gün devamı gelecektir, bekleyelim bakalım ne olacak dedim.
      Aradan çok geçmedi, birkaç ay sonra, her ikimizin de yakın dostu ve arkadaşı olan Nimet Kürümoğlunun vefat haberini aldım. Ertesi gün cenazesi Ataköy Camisinden kalkacaktı. Gece hareket edip cenaze törenine yetiştim.  O üzüntü içinde Orhan Sevimli ile karşılaşacağım aklıma gelmemişti. Kalabalığın içinde birden karşı karşıya geldik. Birbirimize sarılıp taziyelerimizi bildirdik. Ben daha ağzımı açmadan yanımızdaki yakın diğer arkadaşlarımıza beni şikayet etti:
      -Bu var ya bu, bana nasıl numara yaptı bilemezsiniz. Ve o yaslı ortamda gene bana takılmadan duramadı. O dönemde Burcukaya Köyünden benim öğrencilerimden birinin Avukat olduğunu anlatarak beni onore ediyordu.
      Orhan Sevimli, aynı Orhan Sevimliydi.  Yüzündeki sevimlilik ve yüreğindeki sıcaklık yılar evvel olduğu gibi aynen yerini koruyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ilaminal71@gmail.com