ORHAN SEVİMLİ
Orhan Sevimli |
Insan oğlunun
kendi özgür iradesi ile tercihini yapma şansına sahip olmadığı en önemli etken
ana-babasını seçememesidir. Bununun uzantısı olarak insanlar isimlerini de
kendileri seçemiyorlar. Böyle olunca ister istemez kimi insanların isimleri ile
fizyonomileri arasında zaman zaman büyük
çelişkilerin olduğunu görüyoruz.
Örneğin adamın adı Naif, fizyonomisine bakıyorsun naiflikle hiç mi hiç
alakası yok. Ya da Nazik, nazik demek için bin tanık gerekiyor. Adı Yiğit
olsun, kendisi cılızın teki…
Bir de bunun tersi var, adı ile fizyonomisi veya karakteri cuk oturmuş.
Adı Kibar ise, gerçekten de kibar mı kibar…
Orhan Sevimli de bunlardan biri.
Adı ile hem karakteri hem de fizyonomisi birebir örtüşenlerden güzel bir
örnek. Yüzünden akan sevimliliği net bir biçimde görebiliyorsunuz…
Orhan Sevimli ile Ahlat Ergezen İlkokulu’nda birlikte okuduk, benden bir
sınıf öndeydi. İlkokulu bitirir bitirmez Öğretmen Okulu’na kaydoldu. Kısa
zamanda buradan mezun olup genç yaşta öğretmenlik mesleğine adım attı.
Ben ise Ortaokula, oradan da Lise’ye gittim. Uzun yıllar yollarımız
kesişmedi. İlk görev yaptığı yer Bitlis’in Merkez Köyü Başhan İlkokuluydu.
Bitlis’in kışları bol karlı geçerdi, Küresel Isınma sonucu şimdilerde
öyle kışları artık görmüyoruz. Bir kış günü Ahlat’a gitmek üzere Bitlis’ten bir
kamyonla yola çıkmıştım. Yerde metrelerce kar ve şiddetli bir tipi vardı.
Başhan’ın yakınlarına gelmiştik ki, kamyon artık gidemez olmuştu ve orada
mahsur kalmıştık. Geri dönme şansımız da yoktu.
Önümüzde iki seçenek vardı, birincisi Başhan’a adını veren eski ve
büyükçe binaya sığınmak, ya da çevredeki
köy evlerinin kapısını çalarak tanrı misafiri olmak.
Böyle bir çıkmazda iken aklıma Orhan Sevimli’nin Başhan Köyü İlkokulunun
iki öğretmeninden biri olduğu ve okulun lojmanında kaldığı geldi. Allahtan köy
yolun hemen kenarındaydı. Çaresiz gidip kapısını çaldım, beni güler yüzle
karşıladı, tipi nedeniyle mahsur kaldığımı
anlamıştı.
Beni içeriye buyur etti, güler yüzü, sıcak ilgisi yüreğimi ısıttı. İki
gün süreyle yemeğini benimle paylaştı. Öğretmen Okulu çıkışlı olduğu için o
günün koşullarında almış olduğu eğitimin sonucu olarak, ilgimi çeken evinin
temizliği, tertibi ve düzeni, yemek konusundaki bilgisi karşısında beni
şaşırtmıştı. Orada kaldığım iki gün içinde ondan çok şeyler öğrendiğimi itiraf
etmeliyim.
Yol açılınca teşekkür edip ayrıldım, bir daha nerede ve nasıl
karşılaşabiliriz diye hiç düşünmedim.
Aradan yaklaşık bir yıl kadar bir süre
geçmişti. Lise sonrası üniversite giriş sınavlarında başarılı olamamıştım.
Önümdeki bir yıllık süreyi boş geçirmemek için boş olan öğretmen kadrolarından
birine “Vekil Öğretmen” atanabilmem
için Milli Eğitim Müdürlüğüne başvuruda bulundum.
Bir süre sonra Ahlat’ın en uzak köylerinden biri olan Burcukaya Köyüne
atamam yapıldı. Hemen gidip göreve başladım. Çok heyecanlıydım, kısa süre
içinde köy halkı ve öğrencilerimle kaynaştım.
Aynı derslikte beş sınıfa birden ders veriyordum. Sadece öğrencilerle
değil, köylülerin de ufak tefek sağlık sorunlarına, resmi işlemlerine katkıda
bulunuyordum.
Köy yaşam koşullarına yavaş yavaş alışmaya başlamıştık. Artık hafta
sonları köyler arasında ziyaret faslına başlamıştık.
Hemen yanı başımızdaki Ovakışla (Purhus) Bucağı İlkokulunda Süleyman
Çiçekçioğlu, Kırıkkaya (Kers)
İlkokulunda Cengiz Çiroğlu, Alakır
(Guştiyan) İlkokulunda Mahmut Köksal, (Sonradan yerine Coşkun Önder geldi) Burcukaya (Mesik) İlkokulunda İlhami Nalbant,
(Sonradan soyadımı Nalbantoğlu olarak değiştirdim.) Taşharman (Dabavank)
İlkokulunda Adilcevazlı arkadaşımız Mehmet Dereli ve Dilburnu (Cizirok)
İlkokulunda ise Orhan Sevimli görev yapıyorduk.
Böylece Orhan Sevimli ile yollarımız
ikinci kez yeniden kesişiyordu.
Bu köyler birbirlerine ortalama 1-2 saatlik yürüme mesafesindeydiler.
Böyle olunca hafta sonları sırasıyla köylerden birinde toplanmaya
başlamıştık. 6 öğretmen bir araya gelince
çok neşeli, eğlenceli ortamları paylaşıyorduk.
Dilburnu ile Burcukaya köyleri birbirlerine en yakın köylerdi. Böyle
olunca ben ve Orhan sevimli diğer arkadaşlara göre daha yakın olduğumuz için
daha sık görüşme fırsatı bulabiliyorduk.
Orhan Sevimli Köy Enstitülerinin
uzantısı olarak görev yapan öğretmen
okullarında birinden mezun olmuştu. İyi
bir eğitim almış, deneyimli ve donanımlı bir öğretmendi. İtiraf etmeliyim ki
kendisinden her konuda birçok şey öğrenmiştim.
Hafta sonları bir araya gelir, birlikte yemekler yapar, hiçbir sosyal
aktivitesi olmayan okul lojmanında vakit geçirirdik. Küçük bir radyosu vardı,
oradan hem haberleri, hem de o dönemin
ünlü sanatçılarını dinlerdik.
Bir hafta sonu gene birlikteydik, sabah kalktığımızda her yeri karla kaplı olarak gördük,
metrelerce kar yağmıştı. Benim Burcukaya Köyüne gitmem gerekiyordu. Orhan
Sevimli gitmememi önerse de, öğrencilerimi öğretmensiz bırakmayı içime
sindiremediğim için, sıkı bir kahvaltı yaptıktan sonra paçalarımı çorabımın içine
sıkıca geçirdikten sonra vedalaşarak yola çıktım.
Kar oldukça fazla olduğu için yürümek de o derece zordu. Attığım adım
kara saplanıyordu, adımımı çıkarmak için zorlanıyordum. Tüm bu zorluklara karşın yürümeye devam ettim.
Allahtan benden önce biri buradan gitmiş ve iz bırakmıştı. O izi takip ederek
Burcukaya’ya doğru ilerliyordum.
Bir süre sonra etrafı sis bastı, görüş mesafesi oldukça azaldı. Bir iki
metre önümü ancak görebiliyordum. Önümü göremeden bir süre yürüdükten sonra
iyice yorulmuştum, adım atacak halim kalmamıştı. Ya gidemez burada kalırsam
diye bir korku sardı içimi. Daha da ötesi, karşıma bir vahşi hayvan çıkarsa ne
yaparım diye ürpermeye başladım. Zira yanımda ne bir çakı, ne de elimde bir
sopa vardı. Bu olumsuz düşüncelerle kafamı iyice bulandırınca, azalan sislerin
arasından bir karaltı gözüme ilişti. Bir anda etkisi altında kaldığım korkudan
sıyrılarak daha dikkatle karaltıya bakmaya başladım. Sis rüzgarın da etkisiyle
dağılıyordu, bir süre sonra Burcukaya İlkokulu’nun hemen yanıbaşında olduğumu
gördüm. Sevincime ve keyfime diyecek yoktu.
Aybaşlarında maaşımızı almak için yaya olarak Ahlat’a kadar yürürdük.
Saatlerce yürüdüğümüz ıssız yolda akla hayale gelmez oyunlar oynayarak,
şakalar, muziplikler yaparak gider, yolun nasıl bittiğini anlamazdık. Özellikle yolumuzun üzerinde bulunan dere ve
çaylardan geçerken suyun başında mola verir, yanımızda getirdiğimiz
azıklarımızı dere kenarında yiyerek yaya yolculuğumuzu renklendirmeyi ihmal
etmezdik.
Kimi zaman yolumuzun üstünde bulunan Ovakışla’ya (Purhus) uğrar,
Süleyman Çiçekçioğlu’nu da yanımıza alarak birlikte Ahlat’a giderdik. Kimi zaman da gene
yolumuzun üzerinde bulunan Kırklar Mahallesine uğrardık. Burada da günümüzde
ünlü bir edebiyatçı olan Hikmet Altınkaynak öğretmen olarak görev yapıyordu,
onu alıp yolumuza devam ederdik. Ahlat’ta Cumartesi ve Pazar günlerimizi
ailelerimizle geçirir, çamaşırlarımızı yıkattırır, erzak ihtiyacımızı karşılar,
Pazartesi sabah erkenden okulumuza, öğrencilerimize bir an evvel ulaşmak uçun
yeniden yaya olarak yolu koyulurduk.
Okulların tatile girmesinin ardından benim geleceğe dönük ideallerim
olduğu için Ahlat’tan ayrılmam gerekiyordu. Ankara’ya yüksek öğrenim için
gelmiştim. Orhan Sevimli ile uzun süre birbirimizle görüşme fırsatı
bulamamıştık.
Aradan uzun yıllar geçti, Orhan Sevimli çeşitli yerlerde görev yaptıktan
sonra İstanbul’a tayin edilmişti. Zaman zaman İstanbul’a gitmeme karşın bir
türlü görüşme olanağı bulamamıştım.
Yaklaşık olarak yarım yüzyıllık bir aradan sonra bir gün Orhan Sevimliyi
arayıp hatırını sorayım dedim. Belki güzel anılarımızı hatırlar tadını
çıkarırız diye düşünüyordum.
Birkaç kez telefonla aradım yanıt alamadım. Umudumu kesmiş, başka
arkadaşlar vasıtasıyla ulaşayım diye düşünüyordum. Son bir kez daha şansımı
deneyeyim diye düşünerek tekrar aradım. Bu kez telefon açıldı. Alo sesini duyar duymaz, hiç aklımda yokken
spontane olarak birden bir muziplik geldi aklıma;
-Alo… Orhan Sevimli Hocayla mı görüşüyorum?
-Evet buyurun Orhan Sevimli benim.
-Hocam, sizi rahatsız ettiğim
için özür dilerim. Ben sizin Cizirok Köyünden öğrencinizim. Bir hatırınızı
sormak için arayayım dedim.
-Adın nedir senin?
-İlhami Nalbantoğlu Hocam.
-Benim İlhami Nalbantoğlu adında bir öğrencim yok, dedi ve telefonu şak
diye yüzüme kapattı.
Anladım, bir anda hatırlayamadı. Biliyorum, sonradan hatırlayacak ve çok
üzülecekti. Üstelemedim, kendi kendime bunun bir gün devamı gelecektir,
bekleyelim bakalım ne olacak dedim.
Aradan çok geçmedi, birkaç ay sonra, her ikimizin de yakın dostu ve
arkadaşı olan Nimet Kürümoğlunun vefat haberini aldım. Ertesi gün cenazesi
Ataköy Camisinden kalkacaktı. Gece hareket edip cenaze törenine yetiştim. O üzüntü içinde Orhan Sevimli ile karşılaşacağım
aklıma gelmemişti. Kalabalığın içinde birden karşı karşıya geldik. Birbirimize
sarılıp taziyelerimizi bildirdik. Ben daha ağzımı açmadan yanımızdaki yakın
diğer arkadaşlarımıza beni şikayet etti:
-Bu var ya bu, bana nasıl numara yaptı bilemezsiniz. Ve o yaslı ortamda
gene bana takılmadan duramadı. O dönemde Burcukaya Köyünden benim
öğrencilerimden birinin Avukat olduğunu anlatarak beni onore ediyordu.
Orhan Sevimli, aynı Orhan Sevimliydi.
Yüzündeki sevimlilik ve yüreğindeki sıcaklık yılar evvel olduğu gibi
aynen yerini koruyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
ilaminal71@gmail.com