AHLAT SELÇUKLU OTELİ
201 NUMARALI ODA
Ahlat Selçuklu Oteli |
90’lı yılların ortalarıydı, “Ahlat Kültür Haftası” her yıl daha da
gelişerek, başta Ahlat“Van
Gölü Havzası”na bir renk ve heyecan getirmişti. Her yıl bir önceki yıla
göre daha kapsamlı, daha nitelikli ve daha akademik bir yapıya kavuşuyordu.
olmak üzere
Ahlatlı gençler, Ahlat’ın adını yüceltmek için daha bir şevkle ellerinden geleni yapıyorlardı. Her yıl “Ahlat Kültür Haftası”nın hemen
ardından çıkarılan kitaplar, elden ele kapışılıyor, Ahlat adı ve imajı Türkiye
genelinde önem kazanıyor ön plana çıkıyordu.
Medya, Ahlat’ı yeniden keşfediyormuşçasına, gerek yazılı gerekse görsel yayın organlarıyla sıklıkla gündeme
taşıyordu.
Ahlat, Akademik camiada ve bilim dünyasında daha bilinir, tanınır olduğu
için, her yıl Ahlat’a gelmek isteyen Akademisyenlerin sayısı hızla artıyordu.
O yıl da çok geniş ve nitelikli bir akademik kadroyla Ankara’dan uçakla
Van’a, oradan da Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin tahsis ettiği araçla Ahlat’a
gitmiş, konuklarımızı, o dönemde bölge için çok önemli bir yeri olan “Ahlat Selçuklu Oteli”ne yerleşmiştik.
Seçkin ve çok özel bir kadromuz
vardı. Hacettepe Üniversitesi Tarih Profösörü, Prof. Dr. Ercüment Kuran,
İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Dr.
Sevil Atay, Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nden
Prof. Dr. Abdusselam Uluçam,
Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih Dairesi’nden Korgeneral Muzaffer
Erendil, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinden Binbaşı Hidayet
Vahapoğlu, Başbakanlık Mevzuatı Geliştirme ve Yayın Genel Müdürü Cihan
Yakamoğlu, Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanlığından Dr. Yaşar Kalafat,
Vakıflar Genel Müdürlüğünden Vakıflardan sorumlu Müdür Sadi Bayram, Kazım
Karabekir Paşa’nın muhterem kızı Timsal Karabekir ve eşi Akademisyen Atilla
Köymen.
Burada hem konaklıyor hem de akademik toplantılarımızı bu otelin
salonunda yapıyor, otelin hemen önündeki
plajdan da Van Gölü’nün turkuaz
renkli serin sularına dalıp yorgunluğumuzu gidermeye çalışıyorduk.
Çok yoğun bir program uyguladığımız için o yıl ilk kez olarak ben de
kendime otelin 201 Nolu odasını ayırtmış, burayı yatmaktan ziyade
etkinliklerin çalışma ofisi olarak kullanıyordum.
İki yataklı bir odaydı, her iki yatağın da üstünü kitaplarla, yazışma
dosyalarıyla, bildirilerle, evraklarla, afişlerle, kırtasiye malzemeleriyle ve
çeşitli araç gereçlerle doldurmuştum.
Böylece her şey elimin altındaydı, ne gerekiyorsa hemen odaya çıkıp alıp
geliyor, büyük bir rahatlıkla hareket edebiliyordum.
Sempozyumun yapıldığı gündü,
Muzaffer Erendil Paşa Oturum Başkanlığını yapıyordu. Salonu dolduran
dinleyiciler büyük bir dikkatle Paşa’nın açıklamalarını izliyorlardı.
Erendil Paşa, Ahlat halkı ile sıcak bir iletişim kurmayı başarmıştı,
nereye gitse el üstünde tutuluyordu. Bu tür akademik toplantılar Ahlat’ta ilk
kez gerçekleştirildiği için Ahlat halkı büyük bir coşkuyla katılım sağlıyordu.
Bu ilgi Ahlat dışından da konu ile ilgilenen kişilerin toplantılara katılmasını
sağlıyordu.
Ahlat Kültür Haftası'nın Akademik Kadrosu |
Bir çıktığımda odada işimi bitirmiş, kapıdan koridora adımımı atmıştım
ki karşı sıradaki odalardan birinin kapısı açıldı, bir kişi çıktı, beni görür
görmez ani olarak gerisin geriye dönerek odasına girip kapısını kapattı. Neden
benden kaçmıştı, bir türlü izahını yapamıyordum.
İşim çok yoğun ve acele olduğu için üzerinde fazla durmadan aşağıya
indim. Bir süre sonra tekrar odaya çıkmam gerekti. Çıkarken aklıma biraz önceki
olay geldi. Bu kez daha dikkatli ve gözlemci bir şekilde etrafımı kontrol
ederek çıktım, çıkarken karşıdaki odaya kaçamak bir göz attım, kapısı aralık
duruyordu.
Neden açık diye biraz yaklaştım, oda numarasına baktım, 209 yazıyordu
kapının üstünde. Unutulmuş olabilir düşüncesiyle gene üzerinde fazla durmadan tekrar işimin
başına döndüm.
O gün çok verimli bir gün olmuştu, Sempozyum başarı ile tamamlanmış,
faaliyetleri izleyen TRT ekibi izlenimlerini Ankara’ya iletmiş, bize de akşam
haberlerinde izlemek kalmıştı.
Akşam haberlerinde “Ahlat Kültür
Haftası” haberleri tahminlerimizin çok üstünde bir genişlikte haber
bülteninde yer bulmuştu.
Bu mutluluğun yemek masasında keyfini çıkarıyorduk, derin bir sohbete
dalmış, vaktin iyice ilerlemiş olduğunu fark etmemiştik. Ertesi gün diğer
etkinlikler yapılacaktı, zinde ve dinlenmiş olarak kalkmalıydık düşüncesiyle
konuklardan izin isteyerek odama çıktım.
201 Nolu odanın kapısına geldiğimde, kapının açık olduğunu gördüm, bir
tuhaflık olduğunu hissettim ve temkinli olarak usulca, sağa sola dokunmadan
odaya girdim.
Telefon etajerinin üzerinde bir oda anahtarı olduğunu gördüm, acaba ben
anahtarı burada bırakıp çıkmış mıyım diye düşündüm, ama elimde bir anahtarlık
vardı zaten. Yanlış mı almışım diye baktım, hayır benim elimdeki anahtar 201
Numaralı odanın anahtarıydı. Peki bu ne diye elime alıp baktığım anahtarlığın
üzerinde 209 numarası yazıyordu.
209 Numaralı oda ise odadan çıkıp beni görünce tekrar içeri giren
kişinin odasıydı. İyice kuşkulanmıştım, ortada normal olmayan bir durum vardı
ama bu aşamada durumun ne olduğunu
çözmek mümkün görünmüyordu.
O dönem Ahlat Selçuklu Oteli’ni Osman Özyurt adlı Ahlatlı genç bir
girişimci arkadaşımız işletiyordu. Kendisinin işleri çok yoğun olduğu için o
sıralar İzmir’den tatilini geçirmek için gelen yakın arkadaşı Sıddık Azap idari
işlerle ilgileniyordu. Hemen telefon edip yukarıya gelmesini istedim, gelince
durumu anlattım, kapının açık olduğunu ve odada bulduğum 209 Numaralı odanın
anahtarını ona uzattım.
Şaşkınlıkla yüzüme bakıyordu, böyle bir olayın olabileceği onun da
aklına pek yatmıyordu. Birlikte olayı muhakeme etmeye başladık, ne olabilirdi?
Hangi amaçla böyle bir eylem yapılabilirdi ki anlamakta zorlanıyorduk.
Bu bir sabote eylemi miydi, yoksa bir gözdağı verme hareketi miydi
anlamakta zorlanıyorduk. Her türlü olasılığa karşı önlem almalıydık, aklıma ilk
gelen odaya herhangi bir patlayıcı madde konulup konulmadığı ve herhangi bir
eşya ya da belgenin alınıp alınmadığıydı.
Sıddık Hoca, olaydan polisi haberdar edelim mi diye sordu. Her olasılığa
karşı, gecenin köründe bir panik havası yaratmamak için soğukkanlı davranmamız
gerektiğini anlatmaya çalıştım.
Sıddık Azap ile birlikte odaya
kabaca göz gezdirdik, görebildiğimiz kadarıyla göze çarpan herhangi bir
olumsuzluk görünmüyordu. İlk önlem olarak
her olasılığa karşı oteli terk etmem gerekiyordu.
Sıddık Hoca beni ikna etmeye çalışsa da ben kararlıydım, otelden
ayrılacaktım, ne var ki saatler iyice ilerlemiş ve elektrikler kesilmişti.
Ahlat kap kara bir karanlığa bürünmüştü. O saatte bir araç bulmak mümkün
değildi.
Sıddık Hoca, o esnada otele gelen bir müşterisine rica ederek arabasının
beni eve bırakmasını istedi.
Durumun farkında olan yeni gelen müşteri itiraz etmeden öneriyi kabul etti.
El feneri ışığında odada yatakların üzerine serpilmiş ne kadar malzeme
ve giysi varsa alel acele bir valize tıkıştırıp, panik halinde gecenin zifiri
karanlığında eve doğru yola çıktık.
Elimde kocaman bir valiz, panik içinde, gecenin bir karanlığında kapıyı
vurmaya başladım. Hayret ve şaşkınlık
içinde uyanan aile bireyleri kötü bir gelişmenin olduğunu sezmişlerdi. Yarım
konuşuruz diye, gece vakti onları uykusuz bırakmamak için yere serilen bir
yatağa uzanarak uyumaya çalıştım.
Yaşadığım stres güzüme uyku girmesini engelliyordu, sabahın ilk
ışıklarına kadar olayın muhakemesini yaptım. Uyuyamayacağımı anlayınca erkenden
kalkıp giyinip, tıraş olduktan sonra otelin yolunu tuttum.
Sıddık Hoca da benim gibi uyuyamamış, otelin lobisinde beni bekliyordu.
Ben gece otelden ayrıldıktan sonra bir gelişme olup olmadığını sordum. Herhangi
bir gelişme olmadığını, o kişinin, otel defterine mesleğini pazarlamacı olarak
yazdırdığını, hesabını keserek erkenden otelden ayrıldığını söyledi.
Olay geride kalmış, bir türlü aydınlatılamamıştı. Bu saatten sonra
polise haber vermenin de bir anlamı yoktu. Aancak kafamızdaki sorular yanıt
bulmuyordu.
Bu basit bir hırsızlık olayı mıydı, yoksa, bu tür kültürel etkinlikleri
engelleme adına yapılmış bir göz dağı verme hareketi miydi? Ya da olanı biteni
anlama, geri planda nelerin olduğunu araştırma hareketi miydi?
O dönemde bölgede sıkça görülen terör olayları ile bir bağlantısı var
mıydı? Bölgede cirit atan istihbarat örgütlerinin bir bilgi edinme hareketi
miydi yoksa?
“Ahlat Kültür Haftası”nın
akademik kadrosu içinde yar alan değerli araştırmacı Yazar Dr. Yaşar Kalafat’a
durumu izah ederek, bu konudaki değerlendirmesini rica ettim, mantıklı bir izahının olmadığını ifade etti.
Olayı dallandırıp budaklandırmanın da bir
anlamı kalmamıştı, “Ahlat Kültür
Haftası” programının geri kalan kısmını
tedirgin ve endişeli bir biçimde tamamlayarak tüm ekibimizle bir
başarıya imza atmanın mutluluğu ile Ankara’ya dönmüştük.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
ilaminal71@gmail.com