29 Ekim 2018 Pazartesi

AHLAT SELÇUKLU OTELİ 201 NUMARALI ODA, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU


AHLAT SELÇUKLU OTELİ
201 NUMARALI ODA  
Ahlat Selçuklu Oteli
  90’lı yılların ortalarıydı, “Ahlat Kültür Haftası” her yıl daha da gelişerek, başta Ahlat“Van Gölü Havzası”na bir renk ve heyecan getirmişti. Her yıl bir önceki yıla göre daha kapsamlı, daha nitelikli ve daha akademik bir yapıya kavuşuyordu.
olmak üzere
      Ahlatlı gençler, Ahlat’ın adını yüceltmek için daha bir şevkle  ellerinden geleni yapıyorlardı. Her yıl “Ahlat Kültür Haftası”nın hemen ardından çıkarılan kitaplar, elden ele kapışılıyor, Ahlat adı ve imajı Türkiye genelinde önem kazanıyor ön plana çıkıyordu.
      Medya, Ahlat’ı yeniden keşfediyormuşçasına, gerek yazılı gerekse  görsel yayın organlarıyla sıklıkla gündeme taşıyordu.
      Ahlat, Akademik camiada ve bilim dünyasında daha bilinir, tanınır olduğu için, her yıl Ahlat’a gelmek isteyen Akademisyenlerin sayısı hızla artıyordu.
      O yıl da çok geniş ve nitelikli bir akademik kadroyla Ankara’dan uçakla Van’a, oradan da Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin tahsis ettiği araçla Ahlat’a gitmiş, konuklarımızı, o dönemde bölge için çok önemli bir yeri olan “Ahlat Selçuklu Oteli”ne yerleşmiştik.
      Seçkin  ve çok özel bir kadromuz vardı. Hacettepe Üniversitesi Tarih Profösörü, Prof. Dr. Ercüment Kuran, İstanbul Üniversitesi’nden  Prof. Dr. Sevil Atay, Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nden  Prof. Dr. Abdusselam Uluçam,  Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih Dairesi’nden Korgeneral Muzaffer Erendil, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinden Binbaşı Hidayet Vahapoğlu, Başbakanlık Mevzuatı Geliştirme ve Yayın Genel Müdürü Cihan Yakamoğlu, Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanlığından Dr. Yaşar Kalafat, Vakıflar Genel Müdürlüğünden Vakıflardan sorumlu Müdür Sadi Bayram, Kazım Karabekir Paşa’nın muhterem kızı Timsal Karabekir ve eşi Akademisyen Atilla Köymen.
      Burada hem konaklıyor hem de akademik toplantılarımızı bu otelin salonunda yapıyor, otelin hemen önündeki  plajdan da  Van Gölü’nün turkuaz renkli serin sularına dalıp yorgunluğumuzu gidermeye çalışıyorduk.
      Çok yoğun bir program uyguladığımız için o yıl ilk kez olarak ben de kendime  otelin 201 Nolu  odasını ayırtmış, burayı yatmaktan ziyade etkinliklerin çalışma ofisi olarak kullanıyordum.
      İki yataklı bir odaydı, her iki yatağın da üstünü kitaplarla, yazışma dosyalarıyla, bildirilerle, evraklarla, afişlerle, kırtasiye malzemeleriyle ve çeşitli araç gereçlerle doldurmuştum.
      Böylece her şey elimin altındaydı, ne gerekiyorsa hemen odaya çıkıp alıp geliyor, büyük bir rahatlıkla hareket edebiliyordum.
      Sempozyumun yapıldığı gündü,  Muzaffer Erendil Paşa Oturum Başkanlığını yapıyordu. Salonu dolduran dinleyiciler büyük bir dikkatle Paşa’nın açıklamalarını izliyorlardı.
      Erendil Paşa, Ahlat halkı ile sıcak bir iletişim kurmayı başarmıştı, nereye gitse el üstünde tutuluyordu. Bu tür akademik toplantılar Ahlat’ta ilk kez gerçekleştirildiği için Ahlat halkı büyük bir coşkuyla katılım sağlıyordu. Bu ilgi Ahlat dışından da konu ile ilgilenen kişilerin toplantılara katılmasını sağlıyordu.
      
Ahlat Kültür Haftası'nın Akademik Kadrosu
Ben de hiçbir şey aksamasın diye canla başla koşturuyordum. Sık sık  bir kat yukarıdaki odaya çıkıyor, gerekli olan malzemeyi alıp iniyordum.
      Bir çıktığımda odada işimi bitirmiş, kapıdan koridora adımımı atmıştım ki karşı sıradaki odalardan birinin kapısı açıldı, bir kişi çıktı, beni görür görmez ani olarak gerisin geriye dönerek odasına girip kapısını kapattı. Neden benden kaçmıştı, bir türlü izahını yapamıyordum.
      İşim çok yoğun ve acele olduğu için üzerinde fazla durmadan aşağıya indim. Bir süre sonra tekrar odaya çıkmam gerekti. Çıkarken aklıma biraz önceki olay geldi. Bu kez daha dikkatli ve gözlemci bir şekilde etrafımı kontrol ederek çıktım, çıkarken karşıdaki odaya kaçamak bir göz attım, kapısı aralık duruyordu.
      Neden açık diye biraz yaklaştım, oda numarasına baktım, 209 yazıyordu kapının üstünde. Unutulmuş olabilir düşüncesiyle  gene üzerinde fazla durmadan tekrar işimin başına döndüm.
       O gün çok verimli bir gün olmuştu, Sempozyum başarı ile tamamlanmış, faaliyetleri izleyen TRT ekibi izlenimlerini Ankara’ya iletmiş, bize de akşam haberlerinde izlemek kalmıştı.
      Akşam haberlerinde “Ahlat Kültür Haftası” haberleri tahminlerimizin çok üstünde bir genişlikte haber bülteninde yer bulmuştu.
      Bu mutluluğun yemek masasında keyfini çıkarıyorduk, derin bir sohbete dalmış, vaktin iyice ilerlemiş olduğunu fark etmemiştik. Ertesi gün diğer etkinlikler yapılacaktı, zinde ve dinlenmiş olarak kalkmalıydık düşüncesiyle konuklardan izin isteyerek odama çıktım.
      201 Nolu odanın kapısına geldiğimde, kapının açık olduğunu gördüm, bir tuhaflık olduğunu hissettim ve temkinli olarak usulca, sağa sola dokunmadan odaya girdim.
      Telefon etajerinin üzerinde bir oda anahtarı olduğunu gördüm, acaba ben anahtarı burada bırakıp çıkmış mıyım diye düşündüm, ama elimde bir anahtarlık vardı zaten. Yanlış mı almışım diye baktım, hayır benim elimdeki anahtar 201 Numaralı odanın anahtarıydı. Peki bu ne diye elime alıp baktığım anahtarlığın üzerinde 209 numarası yazıyordu.
      209 Numaralı oda ise odadan çıkıp beni görünce tekrar içeri giren kişinin odasıydı. İyice kuşkulanmıştım, ortada normal olmayan bir durum vardı ama  bu aşamada durumun ne olduğunu çözmek mümkün görünmüyordu.
      O dönem Ahlat Selçuklu Oteli’ni Osman Özyurt adlı Ahlatlı genç bir girişimci arkadaşımız işletiyordu. Kendisinin işleri çok yoğun olduğu için o sıralar İzmir’den tatilini geçirmek için gelen yakın arkadaşı Sıddık Azap idari işlerle ilgileniyordu. Hemen telefon edip yukarıya gelmesini istedim, gelince durumu anlattım, kapının açık olduğunu ve odada bulduğum 209 Numaralı odanın anahtarını ona uzattım.
      Şaşkınlıkla yüzüme bakıyordu, böyle bir olayın olabileceği onun da aklına pek yatmıyordu. Birlikte olayı muhakeme etmeye başladık, ne olabilirdi? Hangi amaçla böyle bir eylem yapılabilirdi ki anlamakta zorlanıyorduk.
      Bu bir sabote eylemi miydi, yoksa bir gözdağı verme hareketi miydi anlamakta zorlanıyorduk. Her türlü olasılığa karşı önlem almalıydık, aklıma ilk gelen odaya herhangi bir patlayıcı madde konulup konulmadığı ve herhangi bir eşya ya da belgenin alınıp alınmadığıydı.
      Sıddık Hoca, olaydan polisi haberdar edelim mi diye sordu. Her olasılığa karşı, gecenin köründe bir panik havası yaratmamak için soğukkanlı davranmamız gerektiğini anlatmaya çalıştım. 
      Sıddık Azap ile  birlikte odaya kabaca göz gezdirdik, görebildiğimiz kadarıyla göze çarpan herhangi bir olumsuzluk görünmüyordu. İlk önlem olarak  her olasılığa karşı oteli terk etmem gerekiyordu.
      Sıddık Hoca beni ikna etmeye çalışsa da ben kararlıydım, otelden ayrılacaktım, ne var ki saatler iyice ilerlemiş ve elektrikler kesilmişti. Ahlat kap kara bir karanlığa bürünmüştü. O saatte bir araç bulmak mümkün değildi.
      Sıddık Hoca, o esnada otele gelen bir müşterisine rica ederek arabasının beni eve bırakmasını istedi.
      Durumun farkında olan yeni gelen müşteri itiraz etmeden  öneriyi kabul etti.
      El feneri ışığında odada yatakların üzerine serpilmiş ne kadar malzeme ve giysi varsa alel acele bir valize tıkıştırıp, panik halinde gecenin zifiri karanlığında eve doğru yola çıktık.  
      Elimde kocaman bir valiz, panik içinde, gecenin bir karanlığında kapıyı vurmaya başladım.  Hayret ve şaşkınlık içinde uyanan aile bireyleri kötü bir gelişmenin olduğunu sezmişlerdi. Yarım konuşuruz diye, gece vakti onları uykusuz bırakmamak için yere serilen bir yatağa uzanarak uyumaya çalıştım.
      Yaşadığım stres güzüme uyku girmesini engelliyordu, sabahın ilk ışıklarına kadar olayın muhakemesini yaptım. Uyuyamayacağımı anlayınca erkenden kalkıp giyinip, tıraş olduktan sonra otelin yolunu tuttum.
      Sıddık Hoca da benim gibi uyuyamamış, otelin lobisinde beni bekliyordu. Ben gece otelden ayrıldıktan sonra bir gelişme olup olmadığını sordum. Herhangi bir gelişme olmadığını, o kişinin, otel defterine mesleğini pazarlamacı olarak yazdırdığını, hesabını keserek erkenden otelden ayrıldığını söyledi.
      Olay geride kalmış, bir türlü aydınlatılamamıştı. Bu saatten sonra polise haber vermenin de bir anlamı yoktu. Aancak kafamızdaki sorular yanıt bulmuyordu.
      Bu basit bir hırsızlık olayı mıydı, yoksa, bu tür kültürel etkinlikleri engelleme adına yapılmış bir göz dağı verme hareketi miydi? Ya da olanı biteni anlama, geri planda nelerin olduğunu araştırma hareketi miydi?
      O dönemde bölgede sıkça görülen terör olayları ile bir bağlantısı var mıydı? Bölgede cirit atan istihbarat örgütlerinin bir bilgi edinme hareketi miydi yoksa?
      “Ahlat Kültür Haftası”nın akademik kadrosu içinde yar alan değerli araştırmacı Yazar Dr. Yaşar Kalafat’a durumu izah ederek, bu konudaki değerlendirmesini rica ettim, mantıklı bir  izahının olmadığını ifade etti.
      Olayı dallandırıp budaklandırmanın da bir anlamı kalmamıştı, “Ahlat Kültür Haftası” programının geri kalan kısmını  tedirgin ve endişeli bir biçimde tamamlayarak tüm ekibimizle bir başarıya imza atmanın mutluluğu ile Ankara’ya dönmüştük.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ilaminal71@gmail.com