HASAN CELAL GÜZEL-V
Yıllar
sonra bir gün Semra Hanım beni arayarak: “İlhami
Bey, Hasan Bey sizin yazdığınız kitaplardan haberdar olmuş, o kitaplardan birer
tane istiyor.” dedi. O dönem 10
civarında kitap yayınlamıştık, bunlardan birer adet hazırlayarak, Hasan Celal
Güzel’e iletilmek üzere Semra Hanım’a vermiştim.
Bir geri dönüş olabilir mi diye
beklemedim desem gerçeği yansıtmamış olacağım. Ancak, zaman zaman Semra Hanım ile öğlen yemeklerinde bir araya
geliyor, hem geçmişim güzel günlerini anıyor hem de Hasan Bey’den
bahsediyorduk. Bu görüşmelerimizde Semra Hanım’ın Hasan Bey’e sadakatle bağlı
olduğu anlamak zor değildi. Konu Hasan
Bey’e gelince gözlerinin içi gülüyor, konu başka yere kaymasın diye çaba
gösteriyordu. Bu duygularla dolu olduğunun bir göstergesi ise olgun denecek bir yaşta olmasına karşın
yaşamını bir başkası ile birleştirmek gibi bir düşüncesinin olmadığından
sıklıkla söz etmesiydi. Görüşüyor musunuz şeklindeki bir soruya ise “zaman zaman” diyerek kaçamak cevaplar
veriyordu.
Hasan Celal Güzel, son dönemlerinde “Yeni Türkiye” adlı bir yayın çıkarıyordu. Statüsü “Dergi” olan bu yayın, bir ansiklopedi
gibi büyük hacimliydi. İçeriği tamamen makale, inceleme ve raporlardan
oluşuyordu. Türkiye’nin önde gelen bilim insanları, araştırmacıları,
düşünürleri, gazetecileri, konularında temayüz etmiş uzmanlarının yazıları yer
alıyordu bu dergide.
İlk zamanlarında büyük sükse
yapmıştı bu dergi, zamanla çekiciliğini kaybetti, artık ne içinde çok özel
yazılar vardı, ne de okunmak için aranıyordu. Durum böyle olunca Hasan Celal
Güzel, yıllar evvel tek seçici olarak Başbakanlık bünyesine yerleştirdiği
uzmanların yazılarını bu dergide yayınlamakla yetiniyordu. Başbakanlık Merkez
Teşkilatı’nda uzman olarak göreve başlayıp sonraları bürokrasini tepe
noktalarına yerleştirilen bu uzmanlara telefon ediyor, konusunu kendisinin
belirlediği alanlarda en az 10 sayfa olacak şekilde yazılar istiyordu. Vefa
borçlu oldukları Hasan Celal Güzel’in bu talepleri de bir süreliğine ancak “Yeni
Türkiye”nin ömrünü uzatabiliyordu.
İlgi görmeyen, yazar bulamayan bu
dergi, Hasan Celal Güzel’in ısrarcı yaklaşımı ile gene basılıyor ama koliler
halinde Abdullah Cevdet Sokaktaki ofisin salonundaki boşlukları doldurmaktan
öteye gidemiyordu.
Hal böyle olunca, dergiden bir
gelir elde edilemiyor, basım giderleri her sayı ile birlikte çığ gibi büyüyordu. Bu durumdan kurtulmak için
o dönemde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olan Abdullah Gül’e bağlı olan
kurumlar arasında “Başbakanlık Tanıtma
Fonu” da bulunuyordu.
Hasan Celal Güzel, hazırlattığı
projelerle her seferinde “Tanıtma Fonu”ndan
hatırı sayılır miktarlarda yardımlar alıyor, Türkiye’de popüleritesini yitirmiş
“Yeni Türkiye” adlı bu dergileri
Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine göndererek elden çıkarıyordu.
Bir dönem iyice medyatik olmuştu,
hem önemli bir gazete’de güncel yazılar yazıyor, hem de bazı televizyonların
tartışma programlarının vazgeçilmez konuşmacılarından biri olmuştu. Hararetli
konuşmalar yapıyor, sıklıkla 28 Şubat sürecinde nasıl dirençli bir dik duruş gösterdiğini
anlatıyordu.
Bu tartışma programlarından
birinde konu, üstü boş altı bakanlar tarafından imzalanmış kararname kağıtlarına gelmişti. Hasan Celal
Güzel, bu konuyu fazla ciddiye almıyor, geçiştirmeye çalışıyordu. Defalarca
bire bir yaşadığımız bu olayın canlı tanığı olarak biraz düşündükten sonra
dayanamayıp bilgisayarın başına geçtim, programı yayımlayan TV kanalının
modöratörüne aynen şunları yazarak mail olarak gönderdim: “Altı imzalı üstü boş kararname kağıtlarının üstadı Sayın Hasan Celal
Güzel’dir. Bu konuları çok iyi bilir.”
Tartışma programı devam
ederken Hasan Celal Güzel’in eline bir
kağıt tutuşturuldu, aldı okudu, yüz hatlarından
iyice sinirlendiği belli oluyordu, al yanakları kırmızıya dönüşmüştü. Ne
tepki verecek diye bekledim, hiç oralı olmadı. Çok şey bildiğim konusunda emin
olduğu için yeni bir polemiğe girmek istemiyordu anlaşılan.
Hasan Celal Güzel, Ankara Haymana
yolu üzerinde bir arazi satın almış, burada bir “Kültür Merkezi” kurma çalışmalarına başlamıştı. Yol boyunca da “Yeni Türkiye” diye tabelalar
koydurmuştu. Yolum o taraflara düşünce bu tabelaları görüyor, “acaba gitsem mi?” diye düşünmeden edemiyordum. Aradan
epeyce uzun bir zaman geçmişti, bayram değil seyran değil, bu da nereden çıktı
diye bir durumla karşılaşmamak için cesaret edip bir türlü gitmek nasip olmadı…
Rahatsız
olduğunu zaman zaman medyada yer alan haberlerden duyuyordum. Bir gün haber
bültenlerinde vefat ettiğini öğrendim. Cenazesine gidip gitmemekte çok tereddüt
ediyordum. Bir dost beni ikna etti; “O
kadar iyiliklerini gördük, gitmezsen ayıp olur. Ben de gitmek istiyorum.”
diyince, birlikte Hacıbayram Camii’ne
gittik. Cami avlusunda tahmin ettiğim kalabalığı göremeyince çok şaşırdım.
Nerede o parlak dönemlerindeki yalaka ve dalkavuk takımı? Hemen hemen hiç
kimseye rastlayamadım.
Cenaze töreni sırasında namazı kıldıran
görevlinin sorduğu bir soru var ya, “Merhuma
haklarınızı helal ediyor musunuz?” Cemaat
yüksek sesle “Helal olsun” diyerek duygularını belirtir. Görevli bir kez
daha aynı soruyu sorup aynı yanıtı alır, üçüncü kez bir daha sorar, es kaza
helal etmeyen kalmasın diye.
Zaman zaman bu tür geniş kalabalıkların arasından “Hakkımı helal etmiyorum, bana bin lira
borcu vardı..” gibi durumlara tanık
olduğumuz oluyor.
Bir anda aklımdan buna benzer bir tepki
göstermek geçmedi değil, düşündüm, evet bazı şikayetlerim olabilir ama o kadar
da değil. Zira yakın çalıştığım dönemlerde bana gösterdiği ayrıcalıkları inkar
edecek kadar da nankör olamazdım…
Cami avlusunda bir gün bana söylediği bir
söz aklıma gelmişti. “İnsanların bir fikri
olmalı, ya oradan ya buradan olmak gerek, fikri olmayanlara mideci denir.” Bu sözleriyle ben ve benim gibilerini daha
şeffaf olmaya davet ediyor, siyasi görüşümüzü kibarca anlamaya çalışıyordu.
Oysa bizler o tarihte devletine bağlı tarafsız bürokratlar olarak kimseden yana
olmamaya özel bir hassasiyet gösteriyorduk.
Günümüze baktığımızda o günlerde başlayan
yanlı olma özelliğinin doruk noktasına eriştiğini görmek mümkün. Artık
iktidarla gelip, iktidarla giden bir bürokrasi yapısının olduğunu görüyoruz.
Gene bir gün bayram arifesiydi, uzun bir
tatil vardı önümüzde, herkes ayrılmıştı, ben ve makam şoförü kalmıştık.
Başbakan Özal, basın mensuplarına bayram hediyeleri verecekti. Bu hediyeler,
içine çikolata doldurulmuş gümüş şekerliklerden oluşuyordu. Üzerlerinde de Başbakan Özal’ın bayram mesajı
yazılıydı. Hasan Celal Güzel, kime hangi hediye gönderileceğini belirliyor, ben
üstüne isim yazıyorum, şoför de götürüp teslim ediyordu.
Ben de ailemle tatile çıkacaktım, evde
beni bekliyorlardı. Fakat işimiz bir türlü bitmiyordu. Oldukça geç saatlere
kadar bu işi bitirmeye çalışıyorduk. Sonunda bana dönerek; “Tekkeyi bekleyen, çorbayı içer.” diyerek Başbakan Özal’ın bu
özel hediyesini verdi. Bunu özel
hediyelerim arasında muhafaza ediyorum.
Çok isterdim bir gün karşı karşıya gelip bu yazdıklarımı yüz yüze
konuşmayı, ne var ki ilk zamanlar buna bilinçli olarak fırsat vermedi, zira
rahatsızlığımın boyutunu az çok tahmin edebiliyordu. Son dönemlerde ise başı
sağlık sorunları ile ciddi bir biçimde beladaydı. Birkaç kez ciddi tıbbi
operasyonlar geçirmişti, Semra Hanım’dan
sağlık sorunları ile ilgili
bilgileri alıyordum. Midesine çok düşkündü, kontrolsüz yemek yiyordu,
doktorların bu konulardaki önerilerini dinlemiyordu bile…
Hacı Bayram Camii’ndeki
cenaze törenine Cumhurbaşkanı da geldi, konuşmasında “Hasan Abimiz” ifadesinin üzerine vurgu
yapması dikkati çekiyordu.
Hasan Celal Güzel’e son
görevimizi yapıyor olmanın huzuruyla, Cami avlusundan ayrıldık…
Eve döndüğümde başımı iki elimin
arasına alıp düşünmeye başladım. Bir türlü yüz yüze gelip konuşamadığımız bu
konuları yazıp yazmama konusunda karar veremiyordum. Sonunda bazı konuların geleceğe taşınması
için yazmanın gerekli olduğu kanısına vardım.
Bir taslak hazırladım, ne var ki
içime sinmiyordu, kimseyi kırmamak yalan yanlış şeyler yazmamak için hassas
davranmalıydım. En başta konunun içinde yeri olan Semra Hanım’ın fikrini
almanın gerekli olduğuna karar verdim. Uzun zamandır görüşmediğimiz için
iletişim kurmakta
güçlük
çekiyordum. Eksik olmasınlar bazı arkadaşlarımın yardımıyla Semra Hanım’a
ulaştım.
Görüştüğümüzde çok üzgündü, kendi sağlık
sorunları da vardı, bu durumda onu rahatsız etmemek için gereğinden fazla
hassas davranmalıydım. Hasan Celal Güzel ile ilgili anılarımı yazdığımı
söyledim, kendisinin adının geçtiğinden bahsettim, kendisinin onayını almadan
asla yayımlamayacağımı anlattım.
Hazırladığım taslağı götürüp kendisine
verdim. Çok geçmeden aradı, bazı itirazları vardı, isteği doğrultuda gerekli
değişiklikleri yaptım, ve “Sizin
istemediğiniz hiçbir şeyi yazmak gibi bir husus söz konusu olamaz:” diyerek
onayını alarak rahatladım.
İlk bölüm yayımlandıktan sonra bir
nüshasını götürüp Semra Hanım’a verdim, bana; “İlhami Bey, Hasan Bey’in çok anıları var. Hepsi bu kadar mı?” diye sordu. Yanıtım:
Evet,
Semra Hanım, Hasan Celal Güzel, renkli bir insandı, oldukça çok anıları
var, ama ben benimle ilgili olanları yazmaya çalıştım. Kuşkusuz sizin
anılarınız daha çoktur. Umarım siz de bir gün bunları yazar tarihe not
düşersiniz.
Bu
konuşmanın üzerinden çok geçmedi, 22 Ağustos 2018 tarihinde Semra Özkurt aramızdan ayrıldı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
ilaminal71@gmail.com