9 Eylül 2018 Pazar

AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhamiNALBANTOLU, HASAN CELAL GÜZEL-V

   HASAN CELAL GÜZEL-V
Yıllar sonra bir gün Semra Hanım beni arayarak: “İlhami Bey, Hasan Bey sizin yazdığınız kitaplardan haberdar olmuş, o kitaplardan birer tane istiyor.” dedi.  O dönem 10 civarında kitap yayınlamıştık, bunlardan birer adet hazırlayarak, Hasan Celal Güzel’e iletilmek üzere Semra Hanım’a vermiştim.
Bir geri dönüş olabilir mi diye beklemedim desem gerçeği yansıtmamış olacağım. Ancak, zaman zaman  Semra Hanım ile öğlen yemeklerinde bir araya geliyor, hem geçmişim güzel günlerini anıyor hem de Hasan Bey’den bahsediyorduk. Bu görüşmelerimizde Semra Hanım’ın Hasan Bey’e sadakatle bağlı olduğu anlamak zor değildi.  Konu Hasan Bey’e gelince gözlerinin içi gülüyor, konu başka yere kaymasın diye çaba gösteriyordu. Bu duygularla dolu olduğunun bir göstergesi ise  olgun denecek bir yaşta olmasına karşın yaşamını bir başkası ile birleştirmek gibi bir düşüncesinin olmadığından sıklıkla söz etmesiydi. Görüşüyor musunuz şeklindeki bir soruya ise “zaman zaman” diyerek kaçamak cevaplar veriyordu.
Hasan Celal Güzel,  son dönemlerinde “Yeni Türkiye” adlı bir yayın çıkarıyordu. Statüsü “Dergi” olan bu yayın, bir ansiklopedi gibi büyük hacimliydi. İçeriği tamamen makale, inceleme ve raporlardan oluşuyordu. Türkiye’nin önde gelen bilim insanları, araştırmacıları, düşünürleri, gazetecileri, konularında temayüz etmiş uzmanlarının yazıları yer alıyordu bu dergide.
İlk zamanlarında büyük sükse yapmıştı bu dergi, zamanla çekiciliğini kaybetti, artık ne içinde çok özel yazılar vardı, ne de okunmak için aranıyordu. Durum böyle olunca Hasan Celal Güzel, yıllar evvel tek seçici olarak Başbakanlık bünyesine yerleştirdiği uzmanların yazılarını bu dergide yayınlamakla yetiniyordu. Başbakanlık Merkez Teşkilatı’nda uzman olarak göreve başlayıp sonraları bürokrasini tepe noktalarına yerleştirilen bu uzmanlara telefon ediyor, konusunu kendisinin belirlediği alanlarda en az 10 sayfa olacak şekilde yazılar istiyordu. Vefa borçlu oldukları Hasan Celal Güzel’in bu talepleri de bir süreliğine  ancak “Yeni Türkiye”nin ömrünü uzatabiliyordu.
İlgi görmeyen, yazar bulamayan bu dergi, Hasan Celal Güzel’in ısrarcı yaklaşımı ile gene basılıyor ama koliler halinde Abdullah Cevdet Sokaktaki ofisin salonundaki boşlukları doldurmaktan öteye gidemiyordu.
Hal böyle olunca, dergiden bir gelir elde edilemiyor, basım giderleri her sayı ile birlikte  çığ gibi büyüyordu. Bu durumdan kurtulmak için o dönemde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olan Abdullah Gül’e bağlı olan kurumlar arasında “Başbakanlık Tanıtma Fonu” da bulunuyordu.
Hasan Celal Güzel, hazırlattığı projelerle her seferinde “Tanıtma Fonu”ndan hatırı sayılır miktarlarda yardımlar alıyor, Türkiye’de popüleritesini yitirmiş “Yeni Türkiye” adlı bu dergileri Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine göndererek elden çıkarıyordu.
Bir dönem iyice medyatik olmuştu, hem önemli bir gazete’de güncel yazılar yazıyor, hem de bazı televizyonların tartışma programlarının vazgeçilmez konuşmacılarından biri olmuştu. Hararetli konuşmalar yapıyor, sıklıkla 28 Şubat sürecinde nasıl dirençli bir dik duruş gösterdiğini anlatıyordu.
Bu tartışma programlarından birinde konu, üstü boş altı bakanlar tarafından imzalanmış  kararname kağıtlarına gelmişti. Hasan Celal Güzel, bu konuyu fazla ciddiye almıyor, geçiştirmeye çalışıyordu. Defalarca bire bir yaşadığımız bu olayın canlı tanığı olarak biraz düşündükten sonra dayanamayıp bilgisayarın başına geçtim, programı yayımlayan TV kanalının modöratörüne aynen şunları yazarak mail olarak gönderdim: “Altı imzalı üstü boş kararname kağıtlarının üstadı Sayın Hasan Celal Güzel’dir. Bu konuları çok iyi bilir.”
Tartışma programı devam ederken  Hasan Celal Güzel’in eline bir kağıt tutuşturuldu, aldı okudu, yüz hatlarından  iyice sinirlendiği belli oluyordu, al yanakları kırmızıya dönüşmüştü. Ne tepki verecek diye bekledim, hiç oralı olmadı. Çok şey bildiğim konusunda emin olduğu için yeni bir polemiğe girmek istemiyordu anlaşılan.
Hasan Celal Güzel, Ankara Haymana yolu üzerinde bir arazi satın almış, burada bir “Kültür Merkezi” kurma çalışmalarına başlamıştı. Yol boyunca da “Yeni Türkiye” diye tabelalar koydurmuştu. Yolum o taraflara düşünce bu tabelaları görüyor, “acaba gitsem mi?”  diye düşünmeden edemiyordum. Aradan epeyce uzun bir zaman geçmişti, bayram değil seyran değil, bu da nereden çıktı diye bir durumla karşılaşmamak için cesaret edip bir türlü gitmek nasip olmadı…
Rahatsız olduğunu zaman zaman medyada yer alan haberlerden duyuyordum. Bir gün haber bültenlerinde vefat ettiğini öğrendim. Cenazesine gidip gitmemekte çok tereddüt ediyordum. Bir dost beni ikna etti; “O kadar iyiliklerini gördük, gitmezsen ayıp olur. Ben de gitmek istiyorum.” diyince,  birlikte Hacıbayram Camii’ne gittik. Cami avlusunda tahmin ettiğim kalabalığı göremeyince çok şaşırdım. Nerede o parlak dönemlerindeki yalaka ve dalkavuk takımı? Hemen hemen hiç kimseye rastlayamadım.
Cenaze töreni sırasında namazı kıldıran görevlinin sorduğu bir soru var ya, “Merhuma haklarınızı helal ediyor musunuz?”  Cemaat yüksek sesle “Helal olsun”  diyerek duygularını belirtir. Görevli bir kez daha aynı soruyu sorup aynı yanıtı alır, üçüncü kez bir daha sorar, es kaza helal etmeyen kalmasın diye.
      Zaman zaman  bu tür geniş kalabalıkların arasından “Hakkımı helal etmiyorum, bana bin lira borcu vardı..” gibi durumlara  tanık olduğumuz oluyor.
       Bir anda aklımdan buna benzer bir tepki göstermek geçmedi değil, düşündüm, evet bazı şikayetlerim olabilir ama o kadar da değil. Zira yakın çalıştığım dönemlerde bana gösterdiği ayrıcalıkları inkar edecek kadar da nankör olamazdım…
      Cami avlusunda bir gün bana söylediği bir söz aklıma gelmişti. “İnsanların bir fikri olmalı, ya oradan ya buradan olmak gerek, fikri olmayanlara mideci denir.”  Bu sözleriyle ben ve benim gibilerini daha şeffaf olmaya davet ediyor, siyasi görüşümüzü kibarca anlamaya çalışıyordu. Oysa bizler o tarihte devletine bağlı tarafsız bürokratlar olarak kimseden yana olmamaya özel bir hassasiyet gösteriyorduk.
      Günümüze baktığımızda o günlerde başlayan yanlı olma özelliğinin doruk noktasına eriştiğini görmek mümkün. Artık iktidarla gelip, iktidarla giden bir bürokrasi yapısının olduğunu görüyoruz.
      Gene bir gün bayram arifesiydi, uzun bir tatil vardı önümüzde, herkes ayrılmıştı, ben ve makam şoförü kalmıştık. Başbakan Özal, basın mensuplarına bayram hediyeleri verecekti.  Bu hediyeler,  içine çikolata doldurulmuş gümüş şekerliklerden oluşuyordu.  Üzerlerinde de Başbakan Özal’ın bayram mesajı yazılıydı. Hasan Celal Güzel, kime hangi hediye gönderileceğini belirliyor, ben üstüne isim yazıyorum, şoför de götürüp teslim ediyordu.
      Ben de ailemle tatile çıkacaktım, evde beni bekliyorlardı. Fakat işimiz bir türlü bitmiyordu. Oldukça geç saatlere kadar bu işi bitirmeye çalışıyorduk. Sonunda bana dönerek; “Tekkeyi bekleyen, çorbayı içer.” diyerek Başbakan Özal’ın bu özel hediyesini verdi.  Bunu özel hediyelerim arasında muhafaza ediyorum.
       Çok isterdim bir gün karşı karşıya gelip bu yazdıklarımı yüz yüze konuşmayı, ne var ki ilk zamanlar buna bilinçli olarak fırsat vermedi, zira rahatsızlığımın boyutunu az çok tahmin edebiliyordu. Son dönemlerde ise başı sağlık sorunları ile ciddi bir biçimde beladaydı. Birkaç kez ciddi tıbbi operasyonlar geçirmişti, Semra Hanım’dan  sağlık sorunları ile ilgili  bilgileri alıyordum. Midesine çok düşkündü, kontrolsüz yemek yiyordu, doktorların bu konulardaki önerilerini dinlemiyordu bile…
       Hacı Bayram  Camii’ndeki  cenaze törenine Cumhurbaşkanı da geldi, konuşmasında “Hasan Abimiz” ifadesinin üzerine vurgu yapması dikkati çekiyordu.
Hasan Celal Güzel’e son görevimizi yapıyor olmanın huzuruyla, Cami avlusundan ayrıldık…
Eve döndüğümde başımı iki elimin arasına alıp düşünmeye başladım. Bir türlü yüz yüze gelip konuşamadığımız bu konuları yazıp yazmama konusunda karar veremiyordum.  Sonunda bazı konuların geleceğe taşınması için yazmanın gerekli olduğu kanısına vardım.
Bir taslak hazırladım, ne var ki içime sinmiyordu, kimseyi kırmamak yalan yanlış şeyler yazmamak için hassas davranmalıydım. En başta konunun içinde yeri olan Semra Hanım’ın fikrini almanın gerekli olduğuna karar verdim. Uzun zamandır görüşmediğimiz için iletişim kurmakta
güçlük çekiyordum. Eksik olmasınlar bazı arkadaşlarımın yardımıyla Semra Hanım’a ulaştım.
      Görüştüğümüzde çok üzgündü, kendi sağlık sorunları da vardı, bu durumda onu rahatsız etmemek için gereğinden fazla hassas davranmalıydım. Hasan Celal Güzel ile ilgili anılarımı yazdığımı söyledim, kendisinin adının geçtiğinden bahsettim, kendisinin onayını almadan asla yayımlamayacağımı anlattım.
      Hazırladığım taslağı götürüp kendisine verdim. Çok geçmeden aradı, bazı itirazları vardı, isteği doğrultuda gerekli değişiklikleri yaptım, ve “Sizin istemediğiniz hiçbir şeyi yazmak gibi bir husus söz konusu olamaz:” diyerek onayını alarak rahatladım.
      İlk bölüm yayımlandıktan sonra bir nüshasını götürüp Semra Hanım’a verdim, bana; “İlhami Bey, Hasan Bey’in çok anıları var. Hepsi bu kadar mı?”  diye sordu. Yanıtım:
      Evet,  Semra Hanım, Hasan Celal Güzel, renkli bir insandı, oldukça çok anıları var, ama ben benimle ilgili olanları yazmaya çalıştım. Kuşkusuz sizin anılarınız daha çoktur. Umarım siz de bir gün bunları yazar tarihe not düşersiniz.
      Bu konuşmanın üzerinden çok geçmedi, 22 Ağustos 2018 tarihinde  Semra Özkurt aramızdan ayrıldı…

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ilaminal71@gmail.com