29 Ekim 2018 Pazartesi

ÜSKÜDARIN EZANLARI, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU


ÜSKÜDAR’IN  EZANLARI
İstanbul'un En Güzel Camilerinden Biri
 Ezan, İslam dininde günde beş vakit kılınması gereken namaz vaktinin geldiğini bildirmek ve Müslümanları namaz kılmaya davet etmek  için görevlendirilen müezzinin yüksek bir yere çıkarak yüksek sesle okuduğu kutsal sözlerdir.
      Görüleceği gibi ezan kültüründe iki yükseklik  kavramı ön plana çıkmaktadır.  Yüksek yer sorunu, ibadet alanları olan camilerin yanı başlarına “minareler”  inşa edilerek çözümlenmiş, yüksek ses ise, insan ruhunu okşayan güzel sese sahip,  özel olarak eğitilmiş  “müezzinler” ile  ezanlar kutsal ve ilahi bir senfoniye dönüştürülmüştür.
      Ezan, gelişigüzel, herkesin kafasına estiği gibi okunan bir metin değildir. Bunun için ünlü müzik üstatlarının besteledikleri makamlarda okunması gerekmektedir. Örneğin:
      Sabah Ezanı, Saba,
      Öğlen Ezanı, Rast,
      İkindi Ezanı, Hicaz,
      Akşam Ezanı, Eviç ve Segah,
      Yatsı Ezanı. Uşşak ve Beyati makamlarında okunur.
      İslami literatürde sıkça söylenen bir söz vardır. “Kur’an, Mekke’de geldi, Kahire’de okundu, İstanbul’da yazıldı.”
      Kahire’de okundu ifadesinde kastedilen, gerek Kur’an’ın, gerekse Ezan’ın okunmasında Kahireli “Hafız” ve “Müezzin”lerin bu görevi yerine getirirken sergiledikleri üstün niteliktir.
      İstanbul’da yazıldı ifadesinden kastedilen ise, Kur’an’ın yazılmasında Türk Hattatlarının,  Dünya ölçeğinde benzeri görülmeyen bir biçimde yazıyı sanata dönüştürmenin emsalsiz örnekleridir.
      Esas olan, ezanın güzel ve yanık sesli müezzinler tarafından yalın sesle okunmasıdır. Ne var ki günümüzde bu mümkün değildir. Teknoloji bu alana da müdahale etmiş, ses yükselticiler ile ezan okumak vazgeçilmez bir hal almıştır.
      İnce bir zevk ve derin bir tefekkürün ürünü olarak asırlar boyunca olgunlaşan ezan kültürü bugün neredeyse unutulmuş durumda, rahatına düşkün müezzinler,  günde beş vakit minareye  çıkıp ezan okuyup inmeyi kendileri için ağır bir yük olarak kabul edip, minareye çıkmak yerine, caminin içinden mikrofonu ele alıp, cızırtılı ve gürültülü bir mekanik sesle ezan okumayı adet haline getirmişlerdir.
      Birkaç caminin  birbirine yakın mesafelerde olduğunu düşünün, her minareden yükselen bu cızırtılı mekanik sesler birbirine karıştığında ortaya dayanılmaz bir ses kirliliği çıkmaktadır ki, bu da ezanın uhreviliği ile etkileyiciliği ile müzik zevkiyle taban tabana zıt bir durumu ortaya koymaktadır.
       Evet, ezanın bir davet, bir çağrı olduğuna dair vurgular her zaman dile getirildi. Ancak ezan bir davet olduğu kadar aynı zamanda modern tıbbın terimleriyle söyleyecek olursak bir terapi olarak görülmekteydi. Bu da onun etrafında estetik kaygılarla zaman içerisinde oluşmuş "ezan kültürü" sayesinde oluyordu.
      Birbirine karışmış ses karmacası içinde herhangi bir terapiden söz etmek mümkün olabilir mi?
      Ezanın icrasının önemsendiği  dönemlerde onun tekdüze tekrarlanan bir çağrı olmaması ve ruhunun zenginleştirilmesi amacıyla her vaktin ezanının  ayrı bir makamda okunması gibi bir ince düşüncenin yanında günümüzdeki rahatsız edici uygulamanın bu konudaki duyarsızlığın bir ürünü olduğunu unutmamalıyız.
      İnce bir zevk ve derin bir tefekkürün ürünü olarak asırlar boyunca olgunlaşan ezan kültürü bugün neredeyse unutulmuş durumda.   Ezanın nasıl okunacağını tartışan bizlerin böylesine tarihsel ve estetik bir mirasa rağmen hâlâ sorulara tatmin edici bir cevap verememiş üzücüdür.
      Geçtiğimiz günlerde bazı nedenler sık aralıklarla  İstanbul’a gitmek durumunda kaldım. İşim bittikten sonra Ankara’ya dönmek için otobüs bileti almıştım.  Hareket saatine yakın Üsküdar’dan servis aracına binecektim. Servisin kalkmasına 25-30 dakikalık bir zaman vardı. Mihrimah Sultan Camisi’nin önündeki çay bahçelerinden birine oturmuştum. Çayımı yudumlarken kulağıma gelen hışırtılı bir sesten ezan okunacağını anladım.
      İçimi bir korku sardı, eyvah dedim, şimdi  çevredeki bütün camilerden de ezan sesleri gelecek ve Üsküdar Meydanı’nda birbirine karışan  ve hiçbir şey anlaşılmayan ezan sesleri kim bilir ne kadar canımı sıkacak.
     
Mihrimah Sultan Camii
Caminin birinden gelen “Allahu Ekber, Allahu Ekber, Lailaheillallah” sesi tüylerimi diken diken etti. Yarabbim bu ne güzel ses, bu güzel icra, ezan sesi iliklerime işledi, oradan beynime nüfuz edip beni mest eyledi.
      Hala korkuyorum, ya diğer caminin ezan sesi bunu  tılsımı bozarsa? Korktuğum olmadı.
      Şaşırmıştım!
      Allah Allah, bu duru, güzel ruhumu okşayan ezan sesini üstünü örten başka bir ezan sesi gelmedi. Duyduklarıma inanamadım. Birkaç saniye sonra  karşıdaki caminin minaresinden başka bir müezzinin okuduğu en az önceki kadar, güzel ve güzel icra ile
      “Allahu Ekber, Allahu Ekber” sesi geldi, bu sesin de üstüne herhangi bir konmadı.
      Bu iki ses arasında sıkışıp kalmıştım, hangisi daha güzeldi acaba, karar veremiyordum. Birbirleyiyle tahmin edemeyeceğim kadar büyük bir rekabet yaşanıyordu sanki. Sıra ilk okuyan müezzine gelmişti.
      “Eşhedü en la ilahe illallah”
      Şoktaydım. Başkalarından duysaydım, asla inanmazdım, ama kendi kulaklarımla dinliyordum.
      Hani Kur’an Kahire’de okunmuştu, Kahire’de bu kadar beni benden alan bir ezan sesi duyacağımı hiç mi hiç tahmin etmiyorum.
      Helal olsun benim insanıma, beni benden alan bir model koydu önüme, akıl ile bilgi ile…
      Bu model örnek alınmayacak mı, bu uygulama yurt geneline yayılmayacak mı? Hep böyle, birbirinin üstüne basan, ne dediği anlaşılmayan ses karmaşasını dinlememek için kulaklarımızı tıkamaya devam mı edeceğiz?
      Kendimi oturduğum taburenin üstüne bıraktım adeta, bu kutsal ve ilahi senfoniyi, iliklerimde, yüreğimde, beynimde hissederek dinlemeye başladım.
      “Eşhedü enne Muhammeden Resulullah”
      Allahım şükürler olsun sana, demek ki böyle de okunabiliyormuş. İnsanların başını döndürebiliyormuş mübarek ezan-ı Muhammedimiz.
      “Hayye ale’s Salah”
      Bekliyorum, tadına varıyorum, içime sindiriyorum, mest oluyorum, yanıyorum, tutuşuyorum, şükrediyorum, böyle bir güzellik olabilir mi diye düşünüyorum, düşünüyorum.
      “Hayye ale’l Felah”
      İki sesi birbirinden ayıramıyorum, hangisi daha iyi diye, işin içinden çıkamıyorum. Acaba ikisini aynı kişi mi okuyor diye düşünüyorum.
      “Allahu Ekber, Allahu Ekber”
      Yığılıp kalmışım tabureye, sonuna yaklaştığımızı düşünüyorum, bitmesin istiyorum.
     “La ilahe illallah”
      Bu ilahi  senfoni sona ermişti, yerimden doğrulamıyordum, bir daha böyle bir hazzı nereden bulacaktım.
      Bir süre sonra servisim geldi, isteksiz adımlarla binip otobüs terminaline geldim. Mutlu bir gün geçirmiştim, Ankara’ya nasıl geldiğimi hatırlamıyorum. Hayal alemindeydim.
      İçimi bir korku sarıyor, ya Ankara’ya gidince ben ne yapacağım. Böyle bir güzelliği orada bulabilecek miyim?
      Ne ikamet ettiğim Çankaya’daki camilerden, ne de işyerimin olduğu Sakarya Caddesi’ndeki camilerden gelen ve birbirine karışan ezan seslerini duyup kahrolmayacak mıyım?
      Şimdi derin derin düşünüyorum, bu güzelliği yaptıkları için kime teşekkür etmem gerek?
      -Diyanet İşleri Başkanlığına mı?
      -İstanbul Valiliğine mi?
      -İstanbul Müftülüğüne mi?
       -İstanbul Büyük Ş. Belediye Başkanlığına mı?
      -Üsküdar Belediye Başkanlığına mı?
      -Üsküdar Kaymakamlığına mı?
      -Üsküdar Müftlüğüne mi?
      -Hepsine mi?
      -Yoksa başka birine mi?
      Bilmiyorum.
      Ama bu üstün fikri kim ortaya koyduysa ona teşekkür borçluyum. Sadece ben değil, bu güzelliği tadan, özümseyen her kes teşekkür etmeli.
      Teşekkür etmeliyiz ki bu güzel uygulama yurt sathına yayılsın, bu güzellik paylaşılsın.
      Üsküdar’da sergilenen bu ilahi senfoninin Türkiye’nin başka yerlerinde ya da İstanbul’un başka semtlerinde uygulanıp uygulanmadığına dair bir bilgiye rastlamadım.
      Gönül arzu eder ki bu güzellikten tüm insanlık yararlansın.
      İstiklal Marşımızın yazarı ünlü şairimiz Mehmet Akif Ersoy ne kadar güzel söylüyor.
    “Ruhumun senden ilahi, şudur ancak emeli,
      Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli
      O ezanlar ki şahadetleri dinin temeli
      Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.”
      Mehmet Akif Ersoy’un   dilek ve temennisi ibadet yerlerinin göğsüne düşman elinin vatanın birlik ve bütünlüğüne olduğu gibi minarelerimizden okunan ezanların da ilelebet Yurdumuzun azerinde tıpkı Üsküdar minarelerinden okunduğu gibi güzel ve insanın yüreğine, beynine işleyecek şekilde  icra edilmesidir. 
      Ezan sesleri yurdumuzun üstünde inledikçe şehitlerimizin ruhları şad olacaktır. Ezan sesi sadece yaşayanlara değil, ölülere hatta onların mezar taşlarına bile tesir eden yüce bir anlam taşır. Şehit atalarımızın her şeyden arınmış ruhları yerden fışkıracak, ezan sesiyle ayağa kalkacaktır.
      Bu güzel uygulamada emeği olan her kesi yürekten kutluyorum. İlgililere sesleniyorum, lütfen bu uygulamayı yurt geneline yayınız.
      Türk Ulusu bu güzelliği hak ediyor…  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ilaminal71@gmail.com